Kâh gözlerimi yumduğum
kâh esaretinde
Gürültülü bir yoksunluk
kadar yüreğe dokunan,
Kayıp da giden bir
sanrının ardından akan
Kanlı sağanaklar
bilumum gölgelere yığıp da
En sefil tezahüratı yer
kürenin
Çatlamış ar damarı bir
kez,
Ne eylesem de dur desem
bu gidişe?
Soluk bir tenden ibaret
gökyüzü,
En sesli sessizlik,
notalar tokalaşırken
Adsız bir güfteyle.
Hadi boşalt sen de
içindeki öfkeyi, demek
Nasıl da beyhude bir
ikrar:
Yüzü olmayan izbelerde
kaybolan onca imgeye
Olur da denk düşerim ve
seğirtirim en asılsız o tekil heceye:
Aşk kadar doğurgan
alabildiğine buyurgan,
İndinde gönül telinin
en kırık sesi,
Duymazlar birilim, bir
Allah’ın kulu.
Sen deme bana sadece
yum gözlerini
En demli sızıda kayıp
vermişim de bir kez
Hem de nazarında
kaybolmaktan asla imtina etmediğim
Bir çetelede, soldan
sağa üç kelime:
Ben seni sevdim, demek
mi yoksa akla zarar
Hem de en asil
pervasızlığını görmezden gelindiğim evrenin:
Sol yanımda damıttığım
üç beş nida kadar sıra dışı
Bir kisvede yok
sayıldığım ümmetin bedel ödediği
Bir niyaz kadar sitem
mi yüklüsün yoksa?
Yoksa bu da mı bir
hezeyan,
Ant içtiğim tek bir
cümle kadar değersiz
Yeri geldi mi, gömdüğüm
mazinin ıssızlığından arda kalan…
Bir ümmet, bir kefaret;
Sağanakların alıngan
tınısında
Kala kaldığım bir
esaret.
Gölgeli bir mihrak, bir
yok oluş, bir hezeyan:
En derin kuyuda sığ
kaldığım bir devran kadar buyurgan,
Gözlerimi alamadığım
ışığı nasıl da yakıcı bir hüsran,
Aşkın çetelesini
tuttuğum ve ölüme çeyrek kala,
Damıttığım ömrün
tekerinde ince bir nidanın
Maruzatı bilinmezliğin
indinde:
Tümden gelen bir ömre
ettiğim bedduadan
Milim milim yüreğe
sızan.
İmgeler seğirtirken
aklın indinde,
Olmazın oluru bir
müebbedin hırçın efkârında
Toz kütlesi rahvan
satılmışlığı
Gönülsüz mabedimin
yanık teninde kavrulduğum
Kaderin en gizil seyri:
Devingen bir gölgenin
ucu kırık sarnıcında,
Aşkın garip mizacında
Belki de terk
edilmişliğin en densiz tezahürü:
Bin bir geceden kayan
bir yıldızın kayıp ruhu kadar da
Yalın ve vazgeçemediğim
bir tutku.
Hanidir, pervazında
başıboş bulutun
En sakil yine de en
rezil;
Zevkine varamadığım
keyfe keder bir yalıtılmışlık,
Sondan bir evvel
ölüsüne duyduğum zafiyet
Şu benliğin metruk
yalnızlığına delalet.
Yine de doyamazken
seyrine,
Tökezlemek olsa da
vebali,
Bencileyin, deyip de
çıktığım yolda;
En silik ruhu okunmamış
menkıbenin
Dört duvarda kısılı
kalmışlığından damlayan.
Atlas yorganım,
sığındığım,
Gölgeli ve revnak bir
ağaç iken dibine kıvrıldığım,
Yine de başa alıp
doyamadığım gözyaşım
Karışırken toza dumana
Ve sus payı bir
söylenceden doğan rehavet.
Hanidir asılı kaldığım
o devrik gök kubbe,
Devindiğim her bir
katresi mağlup bir düş’ün,
Düşünüp de içerken
yıldızlı ve boyalı iksirini
Berduş aşkımın
Ve son, demekle yükümlü
kılındığım
En aykırı mizacı batıl
ikrarın
Gözünden kaçan en pervasız
izlek:
Bir elimde sükûtu yâd
edip,
Devrildiğim son tümsek.
Bir coğrafyada;
Adlanmayan korkular
izdüşümü, o zifiri karanlık.
Eskimeyen mektupların
yalnız kaldığı o köşeden sesleniyorum.
Gölgelere emanet
bıraktım seni ve hiç de yakınmadım gidişinin tesellisinde ağarırken gök kubbe.