Bize romantik bir isim gibi gelebilir, kulağımıza tatlı bir melodi gibi de ulaşabilir. Oysa o kadar büyük bir hüzün var ki ortada, o kadar olur. Filme konu edilse herkes çakılı kalır ekranın karşısında. Gözyaşları alemi sele verir. Onların feryatları her türlü sesi yele verir Ve intiharları insanlığı ele verir.

            Yakın tarihimizi bilmiyoruz. Dostumuzu, düşmanımızı tanımıyoruz. Hem dıştaki düşmanlarımız kadar içteki düşmanlarımız da çok fazla. Yaşadığımız fecaatleri, Kırım Türklerinin nasıl da kırıma uğradığını hiç de anlamıyoruz. Acılarımızla yüzleşmemiz gerekir, hüznümüzü bilmemiz, hatalarımızı, yanlışlarımızı ve ihanetlerimizi de unutmamamız lazım. Bugün neden bizden olana hamilik ettiğimizi, onların acılarını hissettiğimizi, onlara sahip çıkmaya çalıştığımızı Mavi Alay'ı öğrendikten sonra daha iyi anlıyorum. Bizler bu insanların ne olursa olsun umuduyuz. Dün umudu olamadığımız, yarı yolda bıraktığımız tabiri caizse sattığımız insanları bugün korumak zorundayız. Bunu yapmak zorundayız. Suriye'dekilerin Irak'takilerin, Filistin'dekilerin, Burma'dakilerin, Pakistan'dakilerin, Kosova'dakilerin, Doğu Türkistan'dakilerin, Kırım'dakilerin umuduyuz her şeye rağmen.

            Kendi ırkdaşımızı, dindaşımızı, hısmımızı, can kısmımızı nasıl da savunamadığımızı nasıl da avcıya teslim ettiğimizi gün ışığına çıkartmamız icap ediyor. Bu ülke ve bu coğrafyanın insanı ne de zulüm görmüş. Ne de gadre uğramış, ne de hor görülmüş, ne de kanı beş para etmeze mecbur edilmiş.

            Siz hiç kendi canınıza kıydınız mı? Eşinizle, çocuğunuzla kendinizi azgın sulara attınız mı? Sırf düşman eline geçmeyesiniz diye. Rabbim affet onları ve cennet eyle ebedi  mekanlarını. İlk olarak Zülfü Livaneli, Serenat adlı romanıyla dikkat çekti bu trajediye. Yürek yanmasın mı şimdi, akıl tutulmasın mı, göz akmasın mı sağanak sağanak? Bu ne yaman bir acıdır yüreği kül eder, bu ne sahipsizliktir, bu ne acımasızlıktır? Bu ne körlüktür, ne sağırlıktır, ne  suskunluktur?

            Bu yazı Mavi Alay'ın naçizane ve acizane hikayesidir.kalemim ve yüreğim el verdiğince anlatmaya çalışacağım. Stalin 2. Dünya Savaşı sonunda Kırım Tatarlarının Almanlarla iş birliği yaptığını öne sürerek onları yurtlarından sürgün eder. Bu sürgün 1948'de Filistinlilerin öz yurtlarından sürgün edilmesine benziyordu. Mazlumlar ne kadar da benziyor birbirine zalimler ne de aynı!

            Stalin tarafından 18 Mayıs 1944'te ansızın bu insanlar göçe mecbur edilir. 423 bin kişi hayvan taşıyan tren vagonlarına doldurulur. Haftalarca süren yolculukta Kırımlılar sadece hastalıkla değil açlıkla, susuzlukla da mücadele eder. Neticede 195 bin kişi bu yolculukta hayatını kaybeder. Ne de kolay geliyor dile 195 bin kişi! Onların ki can değil sanki patlıcan.

            2.Dünya Savaşı'nda Almanlar Doğu Avrupa'dan çekilen Rusların ardına düşer ve onların ardından ilerler. Bunu gören bazı zatı naşeriflerimiz Alman mandacılığı sevdasına düşerler. Oysa biz bu  savaşa girmemiştik. Tek parti hüküm sürüyordu ülkemizde, İsmet İnönü başkanlığında. Nazilerin Almanya'sı habire övülüyordu yerli ve milli olmayan gazetelerce ve onların kalemşorları tarafından. Bugüne ne kadar da benziyorlar! Bu yüzden bu sallama ve dallama siyasilerin, gazetecilerin teşvik ve tazyikiyle, Kırım Tatarları Nazilere yardımcı olmaları için Mavi Alay Birliğini kurarlar. Kurmaz olaydılar diyeceğim geliyor ama nafile'

            Asıl trajedi ise bu birliğin kurulmasından sonra başladı. Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer saklıdır. Görünürde kârlı ama ahirde zararına olmuştur bu birliğin kurulması Kırım Tatarları için. Almanlar 2. Dünya Savaşı'nda yenildikten sonra bütün cephelerden çekilmeye başlar. Bu ricat ile birlikte on binlerce Müslüman Kırım Tatarı da zorlu ve çetin bir yolculuktan sonra İtalya'ya gelir. Burada da duramazlar çünkü kendilerine sahip çıkan olmaz. Bugün Suriyelilere çıkmadıkları gibi. Kırım Tatarları İtalya'dan Avusturya'ya göç ederler.  Drau Nehri kıyısında kurdukları çadırlarda yaşamaya başlarlar. Ama bela onlar için her yerdedir ve kurmuş oldukları Mavi Alay Birliği'nden dolayı Rusların takibindedirler. Burada İngilizlere esir olurlar ve İngilizler de onları Sovyetlere teslim edecektir. Güya Ruslardan onları öldürmeyeceklerine dair teminat almışlardır. Bu da yalandır elbet. Hani Kızılderili atasözü var ya; eğer bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, bilin ki oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir. diye. Öyle de oldu. Ruslar esirleri teslim almak için konvoylarla gelirler. Kırım tatarları için intihardan başka şık kalmamıştır.

            1945 baharı... Gelmez olaydı bahar düşmez olaydı cemre. Drau Nehri'nin azgın sularına kadınlar koca ve çocuklarıyla el ele tutuşarak ve dua ederek çığlıklar içinde atlarlar. Drau Nehri'nin kıyısında oturup ağlamak istiyorum. Bir haftada 3 bin intihar... Rus'a teslim olmaktansa ölmeyi tercih edenlerin hikayesidir bu. Hani Rus uçağı düşürüldüğünde de buna gerek var mıydı diyenleredir bu cümlelerim. Rus'un şakası yok, bizim de olmasın.

            3 bin intihar Avrupa'da... Drau Nehri'nde... Kırım Tatarı'dır ne de olsa! Rus'un katarındadır Kırım Tatarı... İnsanlığın kantarında zulmün topuzu ağır basmıştır. 4 bin kişi ise trenlerle Türkiye üzerinden Rusya'ya götürülmek üzere yola çıkartılır. Ah be ülkem, ah be Kırım Tatarlım! Ne kadar çaresizmişiz o zamanlar. Kara mı kara  Rus treni  Türkiye topraklarına girdiğinde bir  umut vardır hepsinde. Bir müjde... Türkiye'nin onları koruyacağı kurtaracağı fikri... İnsanı yıkan da bu umuttur işte. Bu beklentidir. Edirne'den Kars'a kadar bu umut devam eder ama boş bir umuttur.Yetkililer bu trenin farkında değilmiş gibi hareket ederler. Görmezlikten gelirler, duymazlıktan...Oysa trendekilerin feryatları arşı alaya yükselmiştir. En sağır kulağı dahi delip geçmiştir bu figanlar. Rus baskısı, müttefiklik hikayesi, güçsüzlük ve vurdumduymazlık; ne derseniz deyin o zamanın tek partisi insanları kurtarmaya çalışmaz.Adeta bu insanların ölüme gitmesi için onay verirler. Kars'a gelirken kara mı kara Rus treni, vagondakiler muhafız askerlere yalvarır adeta: "Bizi vurun ama Ruslara teslim etmeyin." diye. "Biz kardeşiz, dindaşız, bizi siz vurun ama Rus'a kırdırtmayın." derler. Kara tren, Kars'ın Serder Abad Kızıl Çakçak Barajı'na yaklaştığında vagonlar kırılır ve 2 bin Kırımlı  baraja atlayarak intihar eder. "Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!"  Rus sınırına geldiğinde kara tren,  2 bin kişi kalmıştır bu ölüm treninde. Aslında bu 2 bin kişi ruhen ölmüştür, umut olarak... Türkiye'den bu kadar kolay çıkmaları ve bile bile ölüme gönderilmeleri... Onları vuracak olan Rus'un mermisi değildi. Onların kalbi kırılmıştı canları çıkmıştı zaten. sadece bedeni bir ölüm eksikti. O da az sonra vuku bulacaktı. Kurda kuzu teslim edilecekti, kediye kuş... Ruslar, Türk muhafızlarından Kırım Tatarları'nı teslim aldıkları gibi onların gözleri önünde hepsini kurşuna dizdi.. Mavi Alay'ın infazı rapor edilir ve tutanak tutulur.

            1944 sürgünü...  2016 Eurovision Şarkı yarışmasında Ukrayna'yı temsilen katılan Jamila yani Cemile adlı Kırımlı kızın “1944” adlı şarkısı, Kırım Türklerinin yaşadığı bu büyük sürgüne adanmıştır.

            "Yaşlıgıma toyalmadım.
            Men bu yerde yaşalmadım
            Yaşlagıma toyalmadım
( Drau Nehri'nin Kıyısı'nda Oturup Ağladım başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 19.05.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.