Küçükken dağlardaki kayalıklardan kına yapar ellerimize sürerdik. Su varsa su ile su yoksa tükürük ile kayalıktaki kınayı hamur kıvamına getirir ellerimize sürerdik. Sonra güneşin karşısına geçerdik. Bazen gölge olurdu. Çocukların o hep bilindik şarkısı ile kovardık gölgeyi üzerimizden. ‘’Gölge git güneş gel. Gölge git güneş gel.’’ Paranın önemi yoktu. Babamız ‘’ Sen hasan efendiden al ben öderim’’ derdi. O yıllar ne güzel yıllardı. Mahallede günde en az beş tane patlattığımız o naylon toplar. Terli terli içtiğimiz sular. Ve bakkaldan aldığımız meybuzlar (Meyveli buzlar) bizim için dünyalara bedeldi...

 

İşte çocukluğum tam da böyle bakir mutluluklar içinde geçti. Belki maddi imkânlar yok denecek kadar azdı. Belki o ışıklı ayakkabıyı hiç alamadım. Ama dostlarımda gördüğüm o mutluluk bile yetiyordu bana. Ekmek almak için kuyruğa geçerken, küçüğüm diye en ön sıraya alırlardı beni. Ailem de bunu fırsat bilir hep beni yollarlardı ekmek almaya. Ve ben her zamanki gibi beni ön sıraya alacaklar umuduyla giderdim fırına. Bir zaman sonra geldiğimde, o sırayı beklerken buldum kendimi. Kimse yüzüme gülmüyordu. Ablalar kaçıyordu benden. Niyeymiş namahremmişim!

 

Şimdi sokaktan geçerken gördüklerim sanki kıyamet alametleri. Ne bir çocuk var bahçeye kaçan topu almak için tellere tırmanan, ne bir çocuk var seksek oynan… Varsa yoksa birkaç çalışan işe yetişmek için koşuşturuyor. Çocuklar yalnızca okula gitmek için dışarıya çıkıyorlar. Oysa bizim zamanlarda okulun paydos zili çaldığı gibi çantamızı ve kıyafetlerimizi apartman girişine atar tel sahaya giderdik. Akşama zılgıt yemek olsa da hiçbir şey o mutluluğu yaşamamızı engelleyemezdi. Korkularımız bile masumdu. Öyle ki ailemizin aldığı yeni bir kıyafet yırtıldığı vakit eve gidemezdik. Okuldan gelen devamsızlık mektubu, sanki ölüm fermanımız gibi olurdu. O gece eve gidemez yakın bir komşumuzda geçirirdik gecemizi. Sabaha ailemiz sakinleştiği gibi tekrar eve dönerdik...

 

Şimdi bakıyorum da silah zoruyla bile çocukları dışarı çıkarmak imkânsız bir hal aldı. Halı saha maçı yerine pes oynar olduk. Arkadaşlarla buluşup bir şeyler içmek yerine, sosyal site üzerinden sanal çay ve kahveler ısmarlar olduk. Tıpkı üstat Arif Nihat Asya’nın dediği gibi ‘’Bize bir nazar oldu. Cumamız pazar oldu. Ne olduysa hep bize azar azar oldu…’’

 

Apartmanlarda değil müstakil evlerde otururduk. Şehrin değil, doğallığın manzarası olurdu. Yine de mutluyduk. Oyun kartlarımızla, bilyelerimizle, tasolarımızla, beyblade oyunumuzla ve hiç bitmeyecek sandığımız sakızlarımızla... Şimdi yediklerimizin haddi hesabı yok. Lakin lezzet alamıyoruz. Şükür azaldı. Her şeye çabuk ulaşılır oldu. Bitsin istemedim çocukluğum. Hayatımdaki en kısa mesajdı çocukluğum. Öyle ki ben bile okuyamadım…

( Ömrümün Bakir Bahçesi başlıklı yazı Mecaz Adam tarafından 5.05.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.