TAHTA BEŞİKTEN SONRA “SALINCAK”
İster çocuklukta ister
büyüklükte salıncağa binmeyen kimse yoktur her halde. Üstelik en zevkli eğlenme
ve dinlenme araçlarından birisi olsa gerek. Bebekliğimizde tahta beşik ve
salıncak, en fazla vakit geçirdiğimiz yuvalarımızdı. Evin içinde hemen hemen
her odada tahta tavana monte edilmiş karşılıklı iki adet salıncak halkası
olurdu.
Halkalara bağlanmış
urgan sabitlenerek üzerine döşek, şilte, battaniye veya çuval benzeri
malzemeler kullanılarak salıncak yapılırdı. Bebekler beşikten sıkılınca veya
ihtiyaç duyulan hallerde, salıncağa sıkı sıkıya sarılır, sallanarak uyutulurdu.
Bebeği olan evlerde, odalara kurulan salıncak asla sökülmezdi. Misafir falan
geldiğinde yer daraşlığı yapmasın diye şilteleri kaldırılır ve urganın uygun
yerine düğümler atılarak yükseğe asılır, lazım olduğunda tekrar indirilerek
kullanılırdı.
Bebeğin kendi salıncağı
yanında birde oyuncak bebekleri için yapılan daha küçük minyatür salıncaklar
olurdu. Bunlar da, bebeğin beşiğinin örümbecine, halı tezgahlarının
demirlerine, pencere tahtalarına kurulurdu. Bebeğin oyuncak bebekleri için
kurulması gereken küçük ve minyatür salıncaklar, kendi salıncakları kadar önem
arz ederdi.
Evin odalarının dışında
ise, bahçe ve avlularda iki ağaç arasına veya salıncak kurmaya elverişli
herhangi iki nesne arasına da salıncak kurulurdu. Salıncağın urganına bağlanan
başka bir iple salıncağı daha uzaklardan sallama imkanı olurdu. Her ne kadar
sıkı sarılsa da bebek biraz büyüyüp hareketlenmeye başladığı zamanlarda, düşme riski
çoğalırdı. Uykudan uyanan bebek ağlayarak veya bağırarak annesine seslenir,
sesini duyuramazsa hareket ederek salıncaktan inmeye çalışırken düşme tehlikesi
geçirirdi.
Ne üzücüdür ki,
salıncağından düşen, yaralanan, ip veya üzerine bağlanan dastara boğazı
takılarak ölen veya sakat kalan çocuklara da şehit olurduk. Salıncaklar daha
uzağa sallanabildiği için, çocuğu avutma bakımından beşiklerden daha avantajlı
idi. Üstelik maliyeti de çok düşük, bir urgan ve birkaç şilte…
Bağa, bahçeye, tarlaya,
dağa, yaylaya çıkıldığı zaman, ekmek-su kadar ehemmiyet arz eden bir gereç de,
salıncak malzemeleri olurdu. Gidilen her yerde salıncak kurulmaya elverişli iki
ağaç aranır, ilk iş olarak bebeğe salıncak kurulur ve uyutulurdu. Diğer işlerin
daha verimli ve etkin yapılabilmesi için, bebeğin tebelleş olmasından kurtulmak
için, buna çok ihtiyaç duyulurdu.
Açık arazide ağaçlara
kurulan salıncağın en önemli amaçlarından birisi de, çocuğun yere yatırıldığı
zaman, böcü-börtü, yılan-çıyan ve hayvanların zararına maruz kalmalarının
önlenmesi idi.
Hıdırellezlerde,
pikniklerde, düğünlerde, eğlencelerde büyüklerin salıncağının taşıdığı önem
ise, küçüklerinkinden asla geri kalmazdı. Özellikle çam ve çınar ağaçlarının en
güzel ve yüksek dalları, salıncak için çok uygun olurdu. Büyüklerin salıncağı
daha çok eğlenmek, hoşça vakit geçirmek ve yarış yapma amaçlı olurdu.
Büyüklerin salıncağı
için normal eşek urganı yeterli olmaz, kamyon halatı gerekirdi. En büyük
problem ise, ağacın en stratejik dalına salıncak kurmak için çıkacak yiğidi bulmaktı.
Salıncağı en yüksek ağaç dalına kurmak için tırmanan kişi, aynı zamanda o
konuda başarısını ve yiğitliğini de ispatlamış olurdu. Salıncak kurulduktan
sonra birkaç çuval veya şilte ile beslenir ve binilmeye hazır hale getirilirdi.
Tabi bu salıncaklara
bebek gibi yatılmaz, oturulurdu. Sallanması ise ayrı bir ustalık
gerektiriyordu. Başka bir urgan iki kişi tarafından sallanacak kişinin karnına
denk getirilerek salıncak sallanırdı.
Salıncağın hızı ve
sallanma yüksekliği ise, aşağıdaki ipin başındaki görevlilerin insafına kalmış
olurdu. Bazen salıncaktaki kişi yükseklere kadar sallanınca korkar ve bağırmaya
başlar, ancak aşağıdakiler onu dinlemez ve daha yükseklere sallamaya devam
ederlerdi. Kolay kolay düşen olmazdı. Çünkü güvenlik tedbirleri ve gösterilen
özen had safhada olurdu.
Salıncağı ağacın dalına
bağlayan kişinin ipi kesecek budak ve benzeri keskin yerlere maruz kalmamasına
dikkat etmesi gerekirdi. Aksi halde halat koparak büyük bir kazaya sebep
verebilecektir.
Bizim üç yavrumuz da
salıncaklarda büyüdü. Anneleri her gittiğimiz yere salıncak ipini de götürür,
piknik yerlerinde, bahçelerde, daha arabamızdan eşyalarımızı indirmeden
salıncak ipini alarak, salıncak kurulmaya uygun iki ağaç veya çalı arardı.
2000 yılında Bucak’taki
çiftlik evimizi yaptırırken özellikle kendim salonun ve odaların tavanlarına
salıncak kurulmaya elverişli demirler gömdürdüm. Eşim her zamanki gibi bunlara
da çocuklarımız için salıncak kurdu. Fakat, bir çok kez salıncağımızın ipi kesilerek
koptu. Sebebi ise, tavana gömdürdüğüm demirler nervörlü (burkumlu) olduğu için,
kısa sürede halatı kesiyordu. Tabi halatlar da eskisi gibi yünden değil,
sentetik naylondan yapıldığı için daha çabuk tahriş oluyordu.
Günümüzde salıncak hala
önemini kaybetmemiştir. Hem bebekler, hem çocuklar, hem de büyükler için hala
salıncaklar kullanılmaktadır. Belediyelerimizin yaptığı her çocuk parkının en
baş köşesinde modern plastiklerden ve zincirlerden yapılmış, korunaklı
salıncaklar mevcuttur. Büyükler için ise, balkonlarda, çay bahçelerinde, kır
kahvelerinde iki veya üç kişilik modern salıncaklar bulunmaktadır.
Onların üzerinde
hafifçe sallanarak sohbet etmek, kitap okumak, denizi seyretmek, tefekkür
etmek, şükretmek, çay-kahve içmek, şekerleme yapmak ne de güzel oluyor değil
mi?
Selam, sevgi ve
dualarımla… Allah’a (cc) emanet olunuz…
17 Ocak 2016 Pazar.
Saat: 08.00. Antalya
Yrd.Doç.Dr. Süleyman
COŞKUNER
Kaliteli Yaşam Uzmanı