Zamanın ritminden
ziyade zamansızlığın bire bir denk getirdiği o yanlış tezahürü dost resimlerin.
Kıble yönündeki derin
huşu belki de tüm eksiklik ya da devamı olmayan bir kıtanın hicap yüklü isyankâr
çağrısı şair bile emin değilken bir sonraki dizeden.
‘’Hadi, toz ol.
Yetmezmiş gibi yüklenmişsin kim var kim yok damladın yine sabahın körü. Eh, ben
yapacağımı bilmez miyim.’’
Serzenişi yerli yersiz
huy edinmişti Rıfkı hoca. Hani ömrünü eğitim neferi olarak harcadıktan sonra
ahir ömrünün kalanını yine çocuklarla geçirmeye ant içmişti ne de olsa.
Emekli olduktan sonra
pılıyı pırtıyı toplamış sakin bir semtine taşınmıştı İstanbul’un her ne kadar
kendine itiraf edemese de İstanbul’un sakinlikten uzak bir şehir olmadığını. Ne
İstanbul’dan kopabilirdi ne de huzuru sonuna kadar dost edinirdi kendine. Hep
de latife ederdi eşrafına:’’Hey gidi hey, siz beni gençliğimde
görecektiniz.’’Lakin bilse de kimseye tek söz etmezdi bu huysuzluğunu görmezden
gelip. Oldum olası zıt giderdi hem kaderle hem de insanlarla. Aka kara demeyi
huy edinmişti adam bu yüzden geçimsizliği dillere destandı en az sevgi dolu
kalbi kadar.
Garip adamdı velhasıl
bir o kadar tatlı dilli. Bu yüzden tüm garipliğini bertaraf ederdi
karşısındakini kalbinden fethedip. Çocukla çocuk olur yaşıtlarıyla dalga geçer
yine de ansızın öylesine bir laf ederdi ki akla zarar. Tüm zararı o anlık
hezeyanları ile sadece kendine verirdi. Laf altında kalmasa bile illa ki bir
maruzat sunardı karşısındakine:
‘’Bildiğin gibi değil
mirim. Bizim deli fişek yine yaptı yapacağını.’’
‘’Hayırdır Rıfkı hocam.
Bu aralar pek bir telaşlısın. Kimden bahsediyorsun?’’
‘’Sanmıştım ki leb
demeden anlayacaksın leblebiyi.’’
‘’Anlamaz mıyım. Hele
ki sen her şeye bir kulp takarken mümkün mü tersi.’’
‘’Hocam, hocam aç
gözlerini.’’
‘’Evvel Allah cin
gibiyim.’’
‘’Ne anladım ben bu
işten?’’
‘’Çıkar hadi dilinin
altındaki baklayı.’’
‘’Bizim Laz Muhittin’den
bahsediyorum. Hanım yine koymuş kapının önüne. Demem o ki kaç zamandır bende
kalıyor.’’
Aksiydi fevriydi ama
bir o kadar yufka yürekli.
Evinin yakınlarında
küçük bir dükkân kiralamıştı emekli aylığının yarısını heba ettiği. Sermayeyi
de kediye yükleyip hınca hınç oyuncakla doldurmuştu içerisini. Dükkân yarı
zemindi ve ne yapmış etmiş cennet bahçesine dönüştürmüştü. Ne göze batıyordu ne
de geleni ihya etmeden bırakmıyordu. Müşterisi olsa da olmasa da beylik bir
hamt oluştu yaşadığı ve yaşattığı.
Kirasını bile
çıkaramazken pes etmemeye kararlıydı. Zaman içerisinde baktı ki her yere
koşturamıyor kocaman bir ilan astı dükkân camına. Yanına bir çırak aldı mı daha
rahat edecek hem de yoldaş olacaklardı birbirlerine.
Mevsim kış olduğu için
öğrenci tayfasından kimse müracaat etmemişti. İsterdi ki okula devam eden bir
çocuğu yanına alsın hem elinden tutar hem de üç kuruş çocuğun ailesine katkısı
olur.
Ne gelenleri
beğeniyordu ne de gelenler verdiği parayı.
En sonunda ağız
dalaşına girip geleni yolcu ediyordu ardından sayıp sövüp.
İlan pek işe
yaramamıştı doğrusu. Aralık ayının ortalarıydı. Kar almıştı kapıyı bu yüzden o
kısacık mesafeyi adımlarken bile zorlanıyordu evi ile dükkânı arasında gidip
gelirken. Yılbaşı üstü olduğu için müşteriler farklı taleplerde bulunuyordu.
Elzem olmuştu artık bir yardımcı.
En sonunda karar kıldı
Rıfkı hoca. Mahalleye yeni taşınan bir delikanlıyı oldukça tutmuştu gözü. Hem
fazla tamahkâr biri de değildi.
‘’Bak, oğul. Primini
öyle yüksekten yatıramam. Benim verip vereceğim meydanda. Eğer kabul
ediyorsan…’’
‘’Yalnız hocam benim
bir maruzatım var size.’’
‘’Dinliyorum.’’
‘’Ben yeni çıktım
dışarı.’’
‘’Nasıl yani?’’
‘’Hapisten diyorum
hocam, hapisten yeni çıktım.’’
‘’Uzun lafın kısası,
oğul…’’
‘’Biliyorum
diyeceğinizi. Ben gideyim bir an evvel.’’
‘’Nereye oğul? Ben daha
diyeceğimi demedim ki.’’
‘’Hocam, işe aldınız mı
şimdi beni?’’
‘’Elbette. Hem sen
cezanı çekmişsin. Ben kim oluyorum da seni tekrardan yargılayacağım?’’
‘’Suçumun ne olduğunu
sormayacak mısınız?’’
‘’Sen şimdi git. Sabah
sekiz buçukta dükkânda ol. Kahvaltını da burada edersin.’’
Yarım yamalak bir
gülümseme peyda oldu delikanlının çehresinde ki nasıl nasıl şaşkındı. Tam
çıkacaktı ki…
‘’Gel, hele.’’
‘’Buyur hocam.''
'' Al şunu
eksiğini gediğini alırsın. Bu arada nerede yatıp kalkarsın, de hele.’’
‘’Benim köylüm Osman’ın
uzak bir akrabasında kalıyorum şimdilik. İlerde ne yaparım bilmiyorum hocam.’’
‘’Şu ardiyeye in hele.
Kolaçan et bakayım etrafı. Yatarsa aklına at döşeğini. Kimsenin ağız kokusunu
da çekmezsin. Anlaştık mı?’’
‘’Hocam ciddi
misiniz?’’
‘’Bu yaştan sonra yalan
mı konuşacağım. Ama gözün tutmazsa gerisine karışamam.’’
‘’Hocam, büyüksünüz.’’.
‘’Hadi, hadi. Ne var ki
bunda hem sen madem namusunla yaşamayı aklına koymuşsun.’’demesiyle doğruldu
yaşlı adam.
‘’Uzatma. Sevmem ben
öyle seremonileri. Hem laf ağızdan bir kere çıkar. Sahi senin ailen yok mu
oğul?’’
‘’Rahmetli oldular.’’
‘’Allah gani gani
rahmet eylesin. Bundan böyle beni baban bil. Hem etrafın lafına da aldırma.
Bilirsin millet konuşur da konuşur. Allah bildikten sonra gerisi önemli değil.
Hadi oğul, uğurlar olsun. Ben de gideyim eve yerler buz keser az sonra.’’
Genç adam ne
duyduklarına inanabiliyordu ne de gözüyle gördüğü adamın nasıl böylesi bir
kalbi olduğuna. Bir yandan da düşünüyordu olur da hapse niye girdiğini sorar da
cayar fikrinden diye.
Enikonu bir işi vardı
artık hem de yatacak yeri. Yoktu ondan mutlusu yine de içi içini yiyordu
geçmişi ona rahat bırakmaz diye.
İlk günler oldukça
tedirgindi genç adam hele ki hakkında konuşulanlara tanık oldukça iyice kaçtı
hevesi. Mahallenin diline düşmüştü bu da yetmezmiş gibi Rıfkı hoca da zan
altındaydı. Yetmezmiş gibi pek çok arkadaşı sırt çevirdi yaşlı adama.
Gerekçesini bilse de hiç oralı olmuyordu ne de olsa emindi hem kendinden hem de
oğlu gibi benimsediği çırağından.
Ta ki…
‘’Yemin ediyorum memur
bey. Dükkâna gelene kadar cebimdeydi para. Sohbete daldık bir baktım ki yerinde
yeller esiyor. Evet, kesinlikle param çalındı üstelik kim olduğunu da
biliyorum. Aha, işte bu çocuk. Ben dedim ama Rıfkı hocaya. Etme eyleme hocam,
sabıkalı adamdan medet umma, diye. Hem biliyorum da neden hapis yattığını.
Yanında çalıştığı yaşlı çifti soyup soğana çevirmiş bu şerefsiz. Şikâyetçiyim
memur bey. Arayın üstünü başını hatta didik didik edin her yeri. O parayı ben
kolay mı kazandım. Bu, bu var ya, kesin cinayet de işler. Şikâyetçim ben bu
adamdan. O çaldı paramı biliyorum o çaldı.’’
‘’Destur Nuri usta. Öyle
kolay mı suçlamak.’’
‘’Rıfkı hocam, olmaz ki
bu yaptığın. Ben senin kaç yıllık dostunum sen gelmiş bu hırsızı
savunuyorsun.’’
‘’Lafını bil de öyle konuş.
Günahtır günah.’’
‘’Beyler, sakin olun.
Nerede senin çırak bey amca? Hele çağır da alalım ifadesini.’’
‘’Buradayım memur bey.
Arayın üstümü başımı. Ben eminim kendimden ama mademki zan altındayım takın
kelepçeyi ve atın beni hapse.’’
‘’Delikanlı yok öyle
afra tafra. Dur bakalım anlayacağız kim haklı kim haksız.’’
‘’Nuri Sinanoğlu’na
bakmıştım. Arkanızdan koştuk ama siz çoktan gitmiştiniz.’’
‘’Hayrola? Aa, Melike
hanım. Bir sorun mu var? Doktor hanım tahlil sonuçlarını yarın alacağımı
söylemişti. Merak ettim şimdi. Bana her şeyin yolunda olduğunu söylemişti.
Üstelik yaşıma göre de oldukça sağlıklıymışım.’’
‘’Endişe edecek bir şey
yok beyefendi. Bunu unutmuşsunuz gerçi içini açıp bakmadık ama hesap
cüzdanınızı görünce anladık ki acilen size iade etmeliyiz.’’
‘’Ama bu benim
kaybettiğim… Sağlık ocağında mı düşürmüşüm ben bunu?’’
‘’Kayıt odasında bulmuş
görevli arkadaş. Siz bakın bakalım eksik gedik var mı?’’
‘’Çok şaşırdım şimdi ve
nasıl da utandım. Ben ne diyeceğimi bilemiyorum.’’
‘’Biliver Nuri Bey
biliver. Bu yaşa kadar öğrenemedinse şükret de yanlıştan döndürdü Tanrı seni.’’
‘’Evladım, ben ne
diyeceğimi bilemiyorum.’’
‘’İlk değildi bu amca
ve son da olmayacağını biliyorum.’’
‘’Gel hele. Helalinden
ne kopuyorsa gönlümden senindir.’’
‘’Olacak iş mi amca?
Sen koy onu cebine. Ya da sevindir üç beş garibanı yeter ki alma bir daha
başkasının ahını.’’