Ben En Çok Kendime Gülüyorum
Milleti kendine güldürme
derler çoğu zaman, bir hata yaptığında ya da anormal davranışlarda bulunduğunda.
Yolda birisinin ayağı kayıp da düştüğünde pek bir güleriz, oysaki zaman zaman
bizimde başımıza gelmiştir böyle sıra dışı olaylar ve başkaları da haklı olarak
bize güler. Ülkenin gülen yüzü olan sanatçılar, bilim adamları ve politikacılar
olsun isteriz. Yurdumuzun her konuda yüzü gülsün isteriz. Bazen de kendi sakarlıklarımıza
güleriz herkesten çok...
Daha küçüğüm ilkokul sıraları filan hatırladığım kadar belki orta bir tam da anımsayamıyorum.
Babamdan bir görev aldım. Önce Kızılay'a sonra da Ulus'a gitmem gerekiyor,
arkası yayla gibi, o eski elli yedi model Şavrole dolmuşlarla. Bahçelievler’den
bindim dolmuşa, adama parayı uzattım, hareket aynen şu ''Ağabey şuradan bir
Uzulay alır mısın?'' adam bir duraksadı, sonra geriye dönüp ''Buyur'' deyince
ben de anladım ki yanlış bir kelime konuştum ama ok da yaydan çıktı, adam
toparladı sonra bebe belik olduğumu anlayıp '' Kızılay'a gitçen herhalde ufaklık.''
deyiverdi ben de lafa can simidi gibi sarıldım '' Hah! ağabey işte ondan hay ağzın
bal yesin.'' sonra arabadan inince bir gülüyorum, bir gülüyorum, sorma
gitsin...
Geldik seksenli yıllara diyelim. Genciz, bekârız başımızda kavak yelleri ile
birlikte kavakların yaprakları bile uçuşuyor en püfür püfüründen. Mahallede
kafa dengi bir arkadaşım var adı Sıtkı. Benim gibi o da orta halli bir ailenin
çocuğu, iyi arkadaşım. Bir gün adamın biri önümüzde kazı kazan çekerken epey
yüklü bir para çıkmasın mı? Döndüm Sıtkı'ya ''Len oğlum Sıtkı biz bundan bir
kutu alsak ve kazısak ne kaybederiz, beş yüz tane kart elbet birine çıkar aslanım.''
Sıtkı biraz başını biraz mabadını kaşıdı ''Alalım birader körün taşı belki değer,
hatta kuvvetle muhtemeldir o kutunun içinde illa ki bir şey olur gümbür
gümbür.'' Bir zaman sonra harçlıklarımızdan artırdıklarımız ile biz o içinde beş
yüz adedi olan bir kutu kazıkazanı aldık, çizgi filmlerdeki gibi, ayaklarımızın
ucuna basa basa, etrafı da sıkı bir şekilde kontrol ettikten sonra Sıtkı'nın
evlerinin bodrumuna inip başladık ha babam de babam kazımaya. ''Lan oğlum Sıtkı
çıkmazsa fururum seni bak.'' Sıtkı kendinden emindir. ''Bir tane değil iki tane
değil birader beş yüz tane bu elbet birine çıkar.'' Biz Sıtkı ile soluk almadan
kazıyoruz, uzun sürecek gibi, yemek yemeyi bile düşünmüyoruz, hatta kazıma
bitene kadar büyük ve küçük abdeste bile gitmeyeceğiz, ama bir de çıkarsa,
sonra ziyafet çekeceğiz bütün mahalleye. Bir de sıkıştım ki altıma edeceğim
neredeyse ama yakalarsak büyük ikramiyeyi, altımıza da yapsak kafaya hiç
takmayacağım, gider on on beş tane don birden alırız. Sonuç fiyasko, verdiğimiz
paranın ancak üçte birini kurtardık gerisi külliyen zarar hanemize yazıldı...
Bir gün yine Bahçelievler de iki katlı evimizde oturuyoruz, annem daha genç,
rahmetli babam da haliyle. Eve yeni çamaşır makinesi geldi merdaneli hem de o
zamanın lüksü sayılıyor. Çamaşır makinesi olan o zamanlar mahallede parmak ile
gösteriliyor. Çamaşırları yıkıyor sıkıyor sıkıyor atıyor sepete. Üst katta
oturuyoruz, annem aşağıya kömürlüğe kömür almaya inerken bana da sıkı sıkı
tembih ediyor. ''Oğlum sakın çamaşır makinesine elini sürme, hele hele şu
merdaneye hiç yaklaşma elini kaptırırsın sonra maazallah!'' Sanki o lafı annem
bana hiç söylememiş gibi ya da ben nerem ile dinlediysem artık, acaba elimi
kapar mı kapmaz mı bu merdane denen zamazingo derken ben kolu kaptırdım,
ucundan verdim makineye, kütür kütür sıkmaya başladı kolumu, hem sıkıyor hem de
omzuma doğru ilerliyor. Ben de ayağına on kiloluk demir düşmüş gibi feryat
figan ediyorum yandım Allah çekiyorum. Annem koştu geldi aşağıdan zar zor
makinenin kolunu attırdı, attırdı attırmasına ama bizim kol parşömen kâğıdı
gibi dümdüz oldu...
Yirmi beş yaşına kadar ağzına patlıcan, aşure ve pırasa almamış garip bir adamım
ben işte. Yahu diyorum ben bunları zamanında neden yemedim ki? Sonra bir
Muharrem ayına denk gelen gençlik yıllarının birinde annem ısrar ediyor da
ediyor. ''Oğluuum! Şu aşurenin tadına bir bak Allah aşkına'' sanki bebelere
mama yediriyor gibi almış eline bir kaşık bana aşure yedirecek valide hanım ben
kaçıyorum, o kovalıyor, otuz iki kısım tekmili birden Türk Filmi gibi adeta
''Yemem anne ben bunu nasıl şey o öyle.'' O peşimde salonda beni kovalıyor
salonda ki masanın etrafında dört dönüyoruz. Durdu durdu son darbeyi yalnız
fena vurdu ''Birrrr kaşık almazsan hakkımı helal etmem sana'' o lafı deme gel
yüreğime hançeri sapla, ya da kaktüsün saksısını kafamda ve kıçımda kır daha
iyi ''Hak helali varsa hiç itirazım olmaz ne demek anam tabi ki hatırın için
bir kaşık alırım hatta senin hatırın için çiğ tavuk da yerim.'' döndü bana
''Yok ulan tavuğu nereden bulam şimdi ben sana sen şu aşureyi ye almayayım ayağımın
altına.'' Zamanında nasıl yemedim ben aşureyi diye bir kızıyorum kendime, acısını
şimdilerde fazlası ile çıkartıyorum ama işte öyle tatlı durumları...
Geçen senelerde iş yerinde ki mahallede bir ayakkabı boyacısı arkadaş var geldi
dükkâna ''Ağabey ayakkabını boyayım mı?'' havada az bulutlu yağmur on on beş
dakikaya kalmaz boşaltır yükünü''Yok Kemalim istemez kış zaten gerek yok.''
dedim. Bu yine ısrar ediyor ''Ağabey boyayayım şu ayakkabını ver hadi.'' ayağıma
daldı paça kasnak. ''Lan oğlum dur güreş mi yapıyoruz ayakkabı mı boyatacağız?''
Kemal kararlıdır ayağımdan çekecek ayakkabıyı ama ben de direniyorum aslanlar
gibi. Kemalde de ''İnadım inat kıçım iki kanat.'' durumları. Artık Laz inadı mı
dersin, Çerkez inadı mı dersin, Kürt inadı mı dersin? Ne sayarsan say. İpe un
sereceğim ayakkabı mı boyatmaya hiç niyetim yok. ''Oğlum senin ayakkabı boyasının
markası benim istediğimden değil bir kere.'' Kemal de tilkiye kurnazlık dersi
veren cinsinden ha... ''Sen yeter ki he de boyat hangi marka istiyorsan ondan
alayım sana, kaçarın yok ben bu ayakkabıyı bu gün boyayacağım.'' muhabbetten bıkınca
''Al boya arkadaş al boya senden kaçar yok.'' Kemal ayakkabı mı boyar ve tamı
tamına yarım saat sonra bardaktan boşanırcasına yağmur başlar. Ulan Kemal yedim
seni şimdi çiğ çiğ, ama boş ver çoluğun çocuğun var kıymayayım sana...
İşte böyle dostlar ben kendime gülmeyeyim de kim gülsün. Bunlar benim muhtelif
zamanlarda yaptığım salaklıklarım demeyeyim de saflıklarım diyelim. Aklıma
geldikçe güler geçerim bunlara, sizin de varsa gülün geçin, yaşandı bitti...
(
Ben En Çok Kendime Gülüyorum başlıklı yazı
AhmetZeytinci tarafından
15.09.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.