UMUDUN
ÇOCUKLARI
Tablasındaki son simidi de karşı
kaldırımdaki delikanlıya satınca işini bitirmenin verdiği huzurla gülümsedi. Tablasını
hafifçe yere bıraktı. Eskimiş ,siyah şapkasını düzeltti.Kısa gelen pantolonunu,
kemerini gevşeterek biraz aşağı indirdi.Ceketinin açık kalan iki düğmesini
ilikliyordu ki düğmelerden biri kopuverdi.Eğildi, yere düşen düğmeyi
aldı,itinayla ceketinin cebine yerleştirdi.
Soğuk
bir kış gününün o bıçak gibi kesen akşam
ayazı , yüzünü yalamaya başladı.Eve gitmek için otobüse binecek olsa, durakta
beklerken çok vakit kaybedecekti.Bu yüzden yürümeyi tercih etti. Kavşağa doğru yürüdü. Tam
kavşağın yanı başında bir hırdavatçı dükkanı vardı.Orada kendinden birkaç yaş
büyük olan arkadaşı Selim’i gördü ,ona el salladı ve sağ taraftaki sokağa
yöneldi.
Sokağın
lambaları birer birer göz kırpmaya
başladı. Sonunda hepsi yandı ve
kararmaya başlayan yolları aydınlattı.Sokakta bulunan ilköğretim okulunda son
ders bitmiş, eve dönüş zili çalmıştı.
Çocuklar yorgun ama yeni bir şeyler öğrenmenin verdiği gururla okuldan
çıkıyorlardı.Okulun bahçe duvarına yaslandı , bir süre evlerine gitmekte acele eden öğrencileri
seyretti. Zeytin gözleri sarışın kızın pembe paltosuna,uzun boylu gözlüklü
çocuğun afilli sırt çantasına dalıp gitti. Kız kardeşi Emine’yi hayal etti,
pembe paltosunun içinde okula giderken .Kendini düşündü afilli sırt çantasıyla
okuldan dönerken.
Soğukta
kızaran burnunu çekerken bir tablo belirdi karşısında. Annesi,babası ve
kız kardeşleri… Gülümseyen gözler,mutlu çehreler…Tam kendin kaptırmıştı
ki,sahne birden değişti.Annesinin yüzünü hüzün bulutları kapladı,kız kardeşi
Elif ağlamaya başladı.Babasının sureti önce gölgelendi,sonra tamamen
kayboldu.Birden irkildi,kendine geldi. Bakışları bu sefer elinde çantası
okuldan çıkan,gri takım elbiseli
öğretmenin üzerinde asılı kaldı…Öğretmen olmayı ne kadar
istemişti.Kendini hep kara tahta başında
ders anlatırken hayal ederdi. Bak işte,yine orada,okulundaydı.Teneffüs zili
çalmış,öğrencileri başına toplanmış,ona bir şeyler anlatıyorlardı.Ahmet’in
annesi hastaymış.Veli’nin abisi askerden gelmiş,Ayşe akşam misafirler geldiği
için matematik ödevini yapamamış…Derken zil çaldı öğrenciler sıralarındaki
yerlerini alırken, ortalık kararıverdi.Geriye ne okul kaldı,ne de kendisi. Soğuktan irkildi. Adımlarını
hızlandırarak evin yolunu tuttu.
On
üç yıllık yaşamında hayatın kendisine oynadığı oyunları düşündü. Babası inşaat
işçisiydi. Yazın çalışır, kışın iş olmayınca çoğu zaman evde yatardı.Kış,
onların yaşamında herkesinkinden daha çetin geçerdi.Kız kardeşi Emine’nin
ardından,bir yıl geçmeden Elif’in doğması hayat şartlarını daha da
zorlaştırdı.Annesi daha çok yorulmaya,
eve ve kardeşlerine yetebilmek için daha çok çırpınmaya başladı.Bir süre
sonra sinirleri bozuldu.Ardından başlayan karı koca kavgaları…Babasının
zorluklarla mücadele etmek yerine evi terk edişi…
Bir
akşam kapıyı çarparak giden babasını ne kadar da özlemişti.İşte, o gün hayatı sorgulamaya
başladı.Evlilik iyi günde kötü günde birliktelik değil miydi? Yeri geldiğinde bir bardak suyu ,bir
dilim ekmeği paylaşmak değil miydi ? İki kişi arasındaki sevgi,saygı bağı;
hayatın ters yönden esen rüzgarlarına karşı
hemen kopuverecek kadar dayanıksız mıydı?
Babası evi terk ettiğinde henüz birinci sınıftaydı. Bir hafta okula
gitmedi. Annesini teselli etmek,kız kardeşlerinin bakımı için ona yardım etmek küçücük omuzlarına düştü.Annesi
babasının gidişinin ardından bir ay kendine gelemedi. Geceleri pencerenin
önündeki sedire oturur,gözlerini sokağa diker ,uzun süre hareketsiz kalırdı.Ta
ki kardeşi Elif uyanıp süt isteyene kadar…Hoş,o da uyumazdı ya. Annesinin bu
haline üzülür.yorganın altında gizli gizli gözyaşı dökerdi.
İki ay sonra
Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy kasabasına taşınmaya
karar verdiler.Mahallesinden ayrılmak ona çok zor geldi.Köye giden minibüsün
içinde geride bıraktıklarını seyrederken yüreği sızlıyordu.Bu sızı, ona hiç
yabancı değildi.Babasını beklediği geceler ayrılık ateşiyle yüreği yanmış;bu
yangın zamanla dayanılması zor bir gönül
yarasına dönüşmüştü.Vakitli vakitsiz kanayan bir gönül yarası…
Kasabaya
taşındılar.. Anneannesi ve dedesinin yanında kalmaya
başladılar.Dedesinin emekli maaşı ihtiyaçlarını az çok karşılıyordu.Annesi de zamanla kendini toparlamış, artık yüzü
gülmeye başlamıştı.
Köydeki arkadaşlarına kısa sürede alışmış,
okuldaki öğretmenini çok sevmişti. Verdiği öğütleri dün gibi
hatırlıyordu:”Herkes hep mutlu olmak ister,mutsuzluğu yaşamadan.Oysa hiç gece
olmadan güneşin tadını çıkarabilir mi insan?’Eğer hep mutlu olursam hayalini
kuracak neyim kalır?” Bu sözler onun hayata bakış açısını belirlemişti. Elbette
bulutlar ağladığı zaman toprak yeşerirdi. Başımıza gelenlerin vardır bir
hikmeti.
İlkokul beşinci sınıfı bitirdiği yaz, dedesi
hastalandı, bir süre sonra da vefat etti. İşte o zaman ölüm gerçeğiyle
yüz yüze gelmişti. Dedesi zaman zaman ölümden bahsederdi.:”Allah ‘la bir
olduktan sonra ölüm de hoştur,ömür de .”derdi.”Ölüm bir yok oluş değil oğul,var
oluştur” diye de eklerdi.
Beşinci sınıf bitince öğretmeninin : ”Bu çocuğu
okutun,bunda kafa var. Okusun ,vatanına milletine faydalı bir insan olsun
.”sözleri üzerine tekrar Eskişehir’e taşınmaya kararı aldılar.Anneanneleri de yanlarında kalacaktı.Bu
sefer de köyden ayrılmak zor geldi hepsine. Hele anneannesi evden çıktıktan
sonra köy meydanına doğru yürürken dönüp dönüp baktı,ömrünü geçirdiği evine
,ocağına.
Annesi
kenar mahallelerden bir ev tuttu.Onu da eve en yakın olan okula yazdırdı.
Altıncı sınıfı başarıyla bitirdi, yedinci sınıfa başladı. Kader yine ağlarını ördü ve
anneannesi de vefat etti. Götürüp köye dedesinin yanına gömdüler.Şehre
döndüklerinde geçim sıkıntısı yine kapılarını çaldı.Dedesi ölünce maaşı,
anneannesine bağlanmıştı; ancak anneanne de ölünce bu maaş kesildi.Annesi kara
kara düşünür oldu.İş aradı ,komşularının tavsiyesiyle birkaç apartmana
temizliğe gitmeye başladı.Annesi temizliğe gittiği günler evde kalıp kardeşlerine
bakmak görevini o üstlendi..Haftada iki
gün okula giden bir öğrenciden ne kadar başarı beklenebilir ki! Dersleri dönem
sonunda zayıf geldi, üstelik devamsızlık sınırını çoktan aşmıştı.Okula devam
etmedi,edemedi.
O gün bugündür ,annesinin işe gitmediği günlerde simit
satar,eve birkaç kuruş götürmek arzusuyla daha bir heyecanla bağırırdı:”Sıcak
simit! Sıcak ,gevrek simittt!” Bu
düşüncelerle elinde tablası ,yüreğinde umutları
dar ve karanlık sokakta gözden
kayboldu.
Hikayemizin kahramanı kim mi? Alışveriş merkezinin önünde , köşede gördüğünüz mendil satan kumral çocuk,parkta
rastladığınız :”Boyayalım mı abi?” diye seslenen esmer çocuk. Otobüs durağında
beklerken karşılaştığınız simit satan mavi kazaklı sarışın çocuk…
Onlar hayatımızdalar ,biz onları fark etmesek de,umursamasak da,onlar bizimleler.Onlar
umudun çocukları,küçücük yüreklerinde koca dünyanın yükünü taşıyan
Aliler,Ahmetler,Hasanlar,Ayşeler…
Unutmayın , herkes sizinle aynı şartlarda
doğmaz ve aynı şartlarda yaşamaz.Bazıları bu oyuna bir sıfır yenik başlar.Bu
hikaye sokakta gördüğümüz umudun sembolü çocuklardan birinin hikayesi.Daha
bilmediğimiz ne hikayeler var o ışıldayan gözlerde,boyalı ellerde,uzatılan
bir mendil de…
Yazarın
Sonraki Yazısı