12 Eylül 1980 darbesinin ardından Ordu’da gazetecilik yaptıktan sonra 1983 yılının sonbaharında kamuda hizmet aldığımda, çevremde formellik vardı. Gazetede çalışan birisi olarak işe gelirken gazete almak istesem de rahat bir okuma fırsatını bulmak öyle kolay değildi.
Neden mi?
Köşede bir gazete bayimiz vardı. Aldığımız gazeteyi
saklayarak iş yerimize girer ve masamızın gizli yerine koyardık. Sabahın erken
saatlerinde yan yana çalıştığımız bayan arkadaşlarımızın ev hallerini dinlerken
yeter ki odaya aniden bir yönetici girmesin. Sohbet aniden kesilir sonra da
kalemler kâğıtların, parmaklar da
daktilonun üstünde yoğrulup dururdu.
Günlerden pazartesi
günü ve bir gün önce oynanan derbi maçının kritiklerini mi merak ettiniz?
Bakmadan yapamıyorsunuz, içiniz içinizi yiyor. Golleri kimin attığını, nasıl
attığını öğrenmeden işe kendinizi veremeyeceğinizi düşünüyorsunuz, değil mi?
Veya manşetteki siyasi gelişmeleri öğrenmek istiyorsunuz, O zaman ne yapacaksınız? Aldığınız gazetenizi katlayıp çekmecenin
gözüne çaktırmadan koyacak, sonra da etrafı kolaçan edip onu tedirgince okumaya
başlayacaksınız. O da ne! Kapı, “pat!” Diye açılıp yöneticinizin içeri girdiğinin
bile farkında değilsiniz. Yönetici sinsice yanınıza yaklaşıyor. Artık avını
yakalamıştır. Size:
“Ne o golleri kim atmış?” diye alaysı mırıldandığında
onun sizle konuşmasını futbola olan merakından sorduğunu zannedip, “ Hakan”
diyorsunuz… Amiriniz hele bir de karşı takımdansa, işte o zaman yandınız demektir! Amiriniz bir hafta boyunca sinirli demektir.
Futboldan anlamıyorsa, o zaman size, “Lütfen gazeteyi kaldırıp çalışmanıza
bakar mısınız?” dediğinde, eliniz ayağınız titrer, sinirlenir, çevrenizde sizi
seyreden diğer arkadaşlarınızın yanında bozulup, ortamı nasıl yumuşatacağınızı
bilemezsiniz…
Ya şimdilerde?
Artık o yöneticiler yok… Çağımız teknoloji çağı, her büro çalışanının önünde hemen hemen bir
bilgisayar ve çoğunlukla da İnternetleri açık vaziyette. Yönetim izin verdiği sürece sörflerinizi
rahatlıkla yapabiliyor, yasak olduğunda da akıllı telefonlarınızı devreye
sokup, tıpkı bizlerin zamanında gizli gazete okuduğu gibi küçük cep telefonunuzla
gündemi takip edip, hatta hızla mesajlarınızı bile çekebilirsiniz.
Geçenlerde Bursa Uludağ Üniversitesi’ndeydik. Orada işimiz
bittikten sonra eşimle birlikte ormanın içinde oksijenin bol olduğu bir yerde
faaliyette bulunan Teknoloji Geliştirme Bölgesinde çalışan bir tanıdığımızı
ziyarete gittik.
İlk girişte malum sıkı bir kontrol sonrası ofisin içindeydik.
Salon oldukça genişti. İçeriye girdiğimde orta mekânda konforlu koltuklar
rengârenkti. Sol tarafıma baktığımda müzik aletlerinin bulunduğu yerde loş ışık
ve orkestra hazırdı. Yalnız sahnede müzisyenler yoktu. Üstünde “WEB TV” yazıyordu. Karşıma baktım.
Eski bir tramvayın kompartımanlı figürü içinde bilgisayarıyla çalışan bir bayan
vardı. Onun tam karşısında mağaraya benzeyen bembeyaz görünümlü bir mekân.
Merak edip incelediğimde, pamukla
bezenmiş bir toplantı salonuydu. İçeri girdiğinizde uzun bir toplantı masası ve
sandalyeleri, yere döşenmiş ışık sistemi, içerisini rüya âlemi gibi gösteriyordu.
Sağıma soluma baktıkça şaşırmıştım. Bu kez ileriye
bakıyorum. Bir bilardo masası ve bir genç kendi kendine oynuyordu. Hemen
yanında konforlu bir koltuk ve sehpasında satranç takımı da oyuncusunu
bekliyordu.
Ortaya doğru yürüyorum, geniş bir alanda modern donanımlı
çay, kahve ve tost yapılan bir yer vardı. Tıpkı beş yıldızlı bir otelin barı
gibiydi. İçinde çalışan yoktu. Burada
çeşitli makinelerden isteyen çayını kahvesini alabiliyordu. Ve bu mekânın beş
on metre ötesinde geniş bir alanda çalışanlar ışıklandırılmış keyifli bir
ortamda bilgisayarlarının başındaydı.
İkinci kata çıkmak için merdivenlere yöneldiğimde hemen
sağ tarafımda gemi figürünün içinde çalışanlar vardı. Onun hemen yanı başında
ise şikâyet ve dilek’le ilgili bir köşe vardı. Burada bir ağaç figürü ve hemen yanında
bu haftanın konusu olan “KADIN NE İSTER?” sorusuna, ağaçların dallarına
çalışanlarca yapıştırılan küçük notlar vardı. Ağaçta neler yazmıyordu ki; “
Eskidendi tamah eden kadınlar /Nalan” , “ Alışveriş yapmak ister, İltifat
edilmek ister”, “Limitsiz kredi kartı, sadık, ilgili sevgili, yiyip, yiyip kilo almak/Çise” , “Geri ödemesiz kredi kartı,
sonra ayakkabı, çanta vs.” ve daha ne ilginç yazılar…”
İkinci katta çıktığımda sağlı sollu
ofislerin dekorları çok ilginçti. Eski figürlü evlerin pencere kenarlarına konulmuş
harika çiçekler başka bir hava vermişti. Tuvaletlerine bakıyorum, beş yıldızlı otel gibi. İçinde bırakın
tuvaletinizi yapmayı, deodorant kokusunun her tarafa yayıldığı bir ortamda köşeye
minderinizi koyup sohbet edin.(!)
Biraz ilerliyorum, biran eski günlere döndüğümü hissettim.
Uzun süredir görmediğim ve çocukluğumda oynadığım küçük naylon toplarını
gördüm. Duyulandım. Onlara öylece baka kaldım. Öyle büyük plastik olanlardan değildi. Orijinal
naylondu. Kavanoz içlerinde çeşitli renklerde akide şekerleri, çifte kavrulmuş
lokumlarla bir köy bakkalında çocukların bulabileceği her şey vardı. Hey gidi
günler Hey! Diyerek adımlarımı bürolara yönlendiriyordum. İçerisi lüks
tasarlanmıştı. Ortamdaki genç beyinler, çalışmalarındaydı. Birkaç adım sonra
soluma bakıyorum, kitaplık köşesi. Canınız
kitap okumak mı istedi? Hemen kitaplığın yanındaki konforlu koltuğa gömülün ve
dalın bilgilerin içine.
Aşağıya inip, dilek ve şikâyet köşesinin yanındaki
kapıdan dışarı çıkıyorum. Bu kez çimlerin üstünde küçük masalar ve hemen
karşısında beyaz konforlu koltuklar var. Çalışanlardan bazıları dinlenmede,
etrafta yalnızca kuş sesleri var. Yanımdaki gençlere; “Keyifli bir çalışma
ortamı” diyerek laf attığımda, kıvırcık saçlı olan önündeki tabletten kafasını
kaldırıp ““Bülbülü altın kafese koymuşlar da ah, vatanım demiş” şeklinde verdiği
yanıt beni düşündürmüştü:
Bu kadar konforlu bir çalışma ortamından sonra, çalışan
genç acaba ücretlerden mi yakınmıştı?
Ne dersiniz?
İyi
çalışma ortamı ve ücret dileğimle…
Ertuğrul Erdoğan
Mayıs 2014/Bursa
www.erdoganlaedebiyat.com