Sizi ondan onu sizden mahpus tuttular diyelim. Her türlü iletişimi
maddi olarak kaldırdılar aranızda. Sadece elli kelimenin sığdığı bir kâğıt ve
de bir kalem verdiler. Ve şunu dediler size “50 kelimeden fazla yazamazsınız!” Sadece gözlerinizi kapatın ve
biraz düşünün: 50 kelime…
Sizi mahkûm edecek olan erk, işini sadece sizi hapse tıkıp maddi olarak
yapmıyor manevi olarak da sizi buhrana sokacak şekilde yapıyor. Başbakan
olsanız dahi bunu yapıyor! Darbe olunca her şeye sınır çizilir, aşka bile…
Mektuplarınız sınırlandırılır, sansürlenir yazdığınız 50 kelime,
okunur, dalga geçilir, hakaret-amiz sözler eklenir, ulaştırılmaz belki de! Ama
buna rağmen yazarsınız; inadına, umuduna… Aşka hudut çizilmez.
Sebepsiz içerdesiniz, size isnat edilecek bir suç dahi yok. Ve 16 aylık
bir oyunun ardından idam edilmek üzre darağacına götürüldüğünüzde sizin
celladınız olacak çingene büyük bir zarafetle “Buyrun beyefendi” diyecektir size. Nezaketi pırpırlı, papyonlu, kravatlı, üniformalı, takımlı bakımlı insanlardan değil de bir celladın
dilinden duymak belki de idam öncesi sizi ona âşık edecektir. Bir güzel söz,
bir iltifat ömre bedelmiş anlarsınız. O süre zarfında duyduğunuz en güzel ve
özel söz, bu çingenenin sözü olacakmış ne talih bu?
27 Mayıs Darbesi…
16 aylık Yassıada günleri…
Eşiyle ve yakınlarıyla mektuplaşmasına müsaade edilir Menderes’in.
Lakin o da 50 kelimeyle sınırlı olacak. Sadece o kadar. Dilinizi tuttunuz
diyelim yüreğinizi nasıl tutacaksınız? Nasıl zapt edeceksiniz gözlerinizde
hazır kıta bekleyen yaşlarınızı?
Yazdınız ama iş bitmiyor yine. Sansürsüz olur mu? Kurala aykırı
yazmışsanız mektup yırtılıp atılıyor. Yırtılan mektup değildir o zaman,
kalbinizdir!
Sansürün elinde de kalem vardır; kendilerine göre oynamalar yapılır 50
kelimelik mektubun üzerine. Sizin kaleminizden çıkan mektup ulaşana değin
adresine karalamalara, eklemelere, küfürlere, hakaretlere maruz kalır. Mahkeme
ile ilgili hayırlı neticeler dilekleri dahi üzeri çizilerek sansürlenir.
Mektupların çoğu eşi Berrin’eydi, mahremine…50 kelimeyle… Ona olan
özlemini nasıl ifade edecekti? Onu nasıl teskin edecekti, çocuklara neler
diyecekti? Her şeyi nasıl yazacaktı?
Umudunu mu kırıklıklarını mı sevdiğini mi hasretini mi? Ne kadarını
yazabilecekti 50 kelimeyle! Onu sevdiğini nasıl ayan beyan yazacaktı. Hem son
derece mahcup bir yaratılışı vardı Menderes’in.
Son mektubu ulaştırılmadı dahi.
Oğlunaydı.
Ülkesini asla kötülemedi Menderes bu 50 kelimelik mektuplarında. 16 ay boyunca
her türlü hakarete, sövgüye, darbe, sansüre ve insanlık dışı uygulamaya maruz
kalmasına rağmen kötülemedi ülkesini. Ve herkesi sabaha karşı idam edenler onu
öğle vakti alelacele darağacına çektiler. Tarih 17 Eylül 1961’di.
İşleri vardı; korkuları, tedirginlikleri… Menderes ölse belki
rahatlayacaktı vicdanları. İdam ettikleri Menderes’in şahsında kocaman bir ‘vatan
millet hizmet’ düşüncesiydi. Bir davayı idam etmişlerdi.
Zulme uğrayanlar var bu topraklarda. Mektuplar bu zulmün kanıtı. Söze
pranga vurulmaz, fikre kelepçe takılmaz. Anlat derdini ama sınır “50 KELİME”,
anlatabilirsen tabiki!
Yazamadığınız içinizde kalan her cümle mahvedecek sizi. Çocuğunuza,
eşinize, dostunuza yazamadığınız onca şey sizi boğacak yağlı iple birlikte. Bir
mahpusa 50 kelimeden fazla mektup yazdırılmıyor. Topu topu 50 kelime… Eşine,
çocuğuna seslenebileceği 50 eşsiz kelime…
Neler düşünülür, neler sığdırılır o 50 kelimeye. Soldan sağa, yukarıdan
aşağıya… Yazmak hiç bu kadar dolu olmaz. Sayfalarca his sırayı bekler kontenjana
girmek için, kelimelere anlam üstüne anlam yüklenir işte o zaman.
Bu ülke 50 kelimelik mektupları
unutmasın.
İdamlarını, darbelerini,
hapislerini, alaşağı etmelerini unutmasın!