NOEL BABA BİZİM BABAMIZ DEĞİLDİR
2014 geldi hoş geldi, Noel Baba
artık Müslüman Mahallesinde salyangoz satmıyor, 90’lık tespih satıyor. Ah Noel
Baba, kapıdan bacadan düşte gel. Uyuduğumuz düşte gel. Sahi Noel Baba bizim
babamız mı? “Ho ho ho ho…” Hohlatın
bakalım cama, şimdi yazın bakayım cevabınızı.
Noel Baba’nın ne işi var bizim
mahallede, sokakta bacada ha! “Ho ho ho
ho…” Bütün vitrinlerde Noel Baba, bütün camlarda Noel Baba… Alışveriş merkezlerinden tutun da en ücra
bakkallara kadar girmiş. “Ho ho ho ho…”
Bu ne perhiz ne lahana turşusu… Hani Mevlana, hani Hoca Nasrettin, hani Hacı
Bektaş? Aslına hu nesline hu hikâyesine bakın isterseniz.
Aslına hu nesline hu!
“Ho ho
ho ho…” diyeceğinize bunu deyin bir zahmet!
Zamanın birinde bir hükümdar vezirine
şöyle bir emir vermiş: “Tebaamdan bana
Hızır Aleyhisselam' ı bulup getirecek bir kul var mıdır? Araştırılsın!” O
günden tezi yok memleketin dört yanına tellallar çıkartılmış ancak kimsenin bu
işe cesaret ettiği yok! Meğer devlet elinin erişemediği uzaklarda bir yerde pek
yoksul bir ihtiyar yaşarmış. Adamcağız uzun uzun düşündükten sonra eğer bazı
şartlar öne sürerek bu işe talip olursam ahir-i ömrümde birkaç zaman olsun
bolluk ve refah yüzü görürüm hükümdarın tebaası olarak bizi arayıp sorduğu mu var?
Hem ol ki talih yaver gider deyip sarayın yolunu tutmuş. Hükümdar, ihtiyara
kırk gün süre tanıyıp her tür isteğinin yerine getirilmesini ferman buyurmuş.
İhtiyar o kırk günde ne kadar
kendisi gibi fakir fukara varsa doyurmuş, yardımda bulunmuş, kırkıncı gün
sarayın adamları kapıya dayanmışlar ve “Buyur
efendi, gidiyoruz!” demişler. Zavallı ihtiyar, sayılı günlerin çok çabuk
geçtiğini bilerek emre rıza göstermiş. Yolda yanlarına bir fakir derviş
takılmış ve: “Bende sizinle geleyim ve
sarayı bir kez olsun göreyim.” demiş. İhtiyar buna da rıza gösterip huzura
varmışlar. Hükümdar ihtiyara bakmış; o hükümdara bakmış. Ortada ne Hızır var,
ne mazeret. Adamcağız durumu anlatacakken hükümdar ateş püskürür vaziyette en
büyük vezirine sormuş “Efendi, söyle bu
densize ne ceza verelim?”
“Hünkârım, bu adamı kırk katırın kuyruğuna bağlayıp sürütelim.”
“Aslına huuu… Nesline huuu!”
diye bir ses duyulmuş ihtiyarın yanına takılıp gelen fakir dervişten. Sultan
sesini çıkarmamış ve ortanca vezirine sormuş
“Söyle bre bu herife ne yapalım?”
“Bu herifi keşkek edip leşini köpeklere yedirelim.”
“Aslına huuu… Nesline huuu!” demiş yine fakir. Padişah ona sert
sert bakmış. Sonra aynı suali küçük vezire sormuş: Cevap: “Yüce sultanım! Bu zavallı ihtiyar zaten ömrünün sonuna yaklaşmış.
Yoksulluk ve devletin ilgisizliği yüzünden bir yalana tevessül etmiş. Kaldı ki
aldığı her kuruşu fakir fukaraya dağıtmış. Affetmek büyüklük alametidir.
Büyüklüğünüzü gösterip bağışlayıveriniz.”
“Aslına huuu… Nesline huuu!” demiş yine derviş. Padişah öfkeyle
sesin geldiği yana dönerek kükremiş: “Bre
sen kim olasın ve niçin hep aynı şeyi söyleyip durmaktasın? Padişah huzurunda
edep böyle mi olur?” Derviş hükümdarı saygıyla selamlamış ve söze başlamış: “Haşmetlû hünkârım! Senin büyük vezirinin
babası katırcı idi, onu için ihtiyarı katırlara sürütmek istedi. Ortanca
vezirinin babası keşkek dükkânı işletirdi. Etin artığını da köpeklere atardı. O
da babasının yaptığını uygun gördü bu ihtiyara. Şu küçük vezirine gelince, o
asil bir vezir ailesinden gelmektedir ve vicdanı bu ihtiyara devlet himayesiyle
mücazat etmesini gerektiriyor, babasından da öyle görmüştür zira. Hepsinin
sözleri, asıllarını ve fiillerini göstermektedir. Ben de o sebepten Aslına
huuu; nesline huuu!” diyorum. Padişahın merakı artmış. Hayret içinde bu
fakirin bütün bunları nereden bildiğini merak ederek sormuş: “Peki, derviş sen kimsin?” “Ya sen bugün kimi bekliyordun hünkârım?”
Sonra da önce küçük veziri ardından kendini işaret ederek: “İşte vezir; işte Hızır!” deyip ortadan kayboluvermiş.
Noel Baba, sana ne mutlu ki
bizden biri oldun haybeden. Sahi bizim Nasrettin Hocamız var tanır mısın
evvelden? Tabi sizinle ne alışverişi olabilir ki bizim Hoca’nın! Ama sizin
bizimle işiniz bal gibi de oluyor, ne haber? Onunda bembeyaz sakalı var, hafiften
tombikliği var. Senin Ren Geyiklerin varsa Hoca’mızın da eşeği var. Hem espride
üstüne yoktur, hem kimseyi yok yere öldüren bir medeniyetten değildir. Hem
sizin gibi “Ho ho ho ho…” dan değil “Aslına huuu, nesline huuu”
geleneğindendir.
Noel Baba, gökten üç elma pardon
üç ton bomba döken bir medeniyetin, tek dişi kalmış bir canavarın kendisini
sempatik gösterme halinden gayri bir şey değildir. Noel Baba bir Mevlana
değildir, bir Hacı Bektaş değildir, bir Yunus değildir. Hülasa Noel Baba bizim
babamız değildir, o kadar!
Camları
hohlatın bakayım yazın şimdi o hohladığınız cama “Noel Baba bizim babamız değildir” diye. Sonra işkembeden bir “Ho ho ho ho…” çekin şöyle tumturaklı
olsun hem de! Üstüne de tatlı niyetine
“Aslına huuu, nesline huuu” deyiverin bir zahmet. Ağzınız alışsın özünüze!
Küçük
yerlerde dahi hindiler yılbaşını bekliyorsa vay halimize! Hindiba, bir
bitkidir, yılbaşı bir lerzedir. Sakın ola ki bu aralar düşünmeyesiniz! Hindi
niyetine Noel Baba uğruna telef olmayasınız. Düşünene bir tekmede siz vurun
kampanyası, eski yılın son, yeni yılın ilk kampanyası… “Ho ho ho ho…” mu “Aslına huuu, nesline huuu” mu?
Bir yandan Haç, bir yanda Hilal!
Saç babam saç, al babam al! Yeni yılcı geldi hanım, torbamda hiç kimsenin
kullanmadığı ve kıllanmadığı bir yıl. Yeni yıl, el değmemiş beyaz bir mendil
nasılsa, öyle! Alın istediğiniz gibi sümkürün burnunuzu. “Ho ho ho ho…” Ren geyiklerim nerede yahu, biraz geyik yapacaktık
diye geyikleri kaçırdık. “Aslına hu
nesline hu!”
Noel Baba,
bizim babamız değildir ahali! Duyduk duymadık demeyin zinhar! Siz hiç Nasrettin
Hoca’yı andınız mı? Onun figürlerinden oluşan ürünleri aldınız mı? Mevlana’yı
Şeb-i Arus’ta ailece yâd ettiniz mi? Yunus’u bildiniz mi?
Sahi Peygamber
Efendimizi zikrettiniz mi bu kadar?
Aslına hu
nesline hu!