Adam şiirden kaçmış gibiydi. Bir şiirin ana temasıydı, başkahramanıydı da ete kemiğe bürünmüş ve kaçmıştı şiirinde içinde. Bu yüzden pınar pınardı sözleri. Avuç avuç içilen, buz gibi, tertemizdi sözleri. Ölçülüydü yürüyüşü, uyumluydu özü sözü. Dur durağı vardı öyle yabani değildi. Güzelleme ustasıydı.

“Bir ceylan gözlüye ram oldu canım

Gecem gündüzüm haram oldu canım” diye başlardı. Peşine düşmüştü hayalinin, ardına düşmüştü ceylanının. Pınar pınar, gurbet gurbet dolaşıyordu, izin sürüyordu ol cananın!

Bu onun hikâyesiydi. Şiir sözlü adamla şiir gözlü güzelin anlatısıydı. Var mı böyle aşklar bugünün dünyasında? Var mı böyle kalpler, böyle özlemler, böyle gözlemler aşk dünyasında?

Bir güzele vuruldum vurulalı

Bir güzele tutuldum tutulalı

Ne anamı tanırım ne babamı

Bir güzele kapıldım kapılalı” Benliğini yerle bir etmişti âşık. Yele vermişti gururunu, sele vermişti onurunu, ele vermişti aşkını! Yürü be âşık, kim tutardı seni? Yolun aydınlıktır, baharlara gebedir ömrün, meyvelere müjdedir sözün. Ol güzel olsun olmasın sen esirgeme bir çift güzel sözün.

“Onun ardına düştüm düşeli yaralıyım

Onun aşkına kapıldım kapılalı gamlıyım

Gayri hep haraptır ömrüm sanki saralıyım

Onun bir sözüne dahi mest oldum olalı” Almıştı sazı eline dertli dertli vuruyordu teline. Her tel canından bir teldi adeta, inledikçe inliyordu, adamın yüreği göğsüne sığmıyordu, taşıyordu.

Zülüflerini hayal ediyordu ol güzelin, ömrüne tuzak olan perçemini, ayaklarına bağ olan kâkülünü, ömrünü doladığı ve çözmek istemediği lüle lüle saçlarını aklına getiriyordu ol afeti devranın. Adam sazı çaldıkça sermest oluyordu, adeta ilanı aşk ediyordu. Sazın her tınısı onun yüreğinin tınısıydı.

Ol güzelin iri ve yeşil gözlerini düşlüyordu. Gamzeleriyle yüreğinde açmış olduğu gizli yaraları ifşa ediyordu, izlerini gösteriyordu canında açmış olduğu. Gözleri üzerine çevrilmiş ve basılmaya hazır olan bir tetikti ol maralın. Adam göğsünü açmış o gözlere isabet tahtası etmişti. Maşuk yarım bakışla dahi onun ömrünü harap edebiliyorsa kim bilir tam bir bakışla tarumar etmez miydi geri kalan ömrünü aşığın!

Sitemi vardı kapalı yollara, sitayişi vardı, şikâyeti… Askerin silahı vardı, hâkimin kalemi,  semanın yıldızı vardı, yerin güzeli… Şairin ise sazı vardı bir de sözü… Buydu tek silahı, öldürmezdi ama zehrederdi adamı, kederi görünmezdi ama mahvederdi yüreği, tek tüneği sevgilinin eviydi. Bu yüzden yolcuydu ona!

“Sana ulaşan yollar kapalıydı, dağ dağdı

Sana gelinen yollar sapalıydı, bağ bağdı

Sana çizilen kader kördüğümdü aşikâr

Sana örülen tuzak düğümlüydü, ağ ağdı” İzler sevgilinin yakında olduğunu işaret ediyordu. Dert daha da artıyordu. Sözler daha da batıyordu cana. Yana yakıla yola düşüyordu âşık!  Ahları semayı yakıyordu bir akşam vakti, kızıl kızıldı ufuk!

Buldu bulacaktı da ne olacaktı? Geçip karşısına ilanı aşk edecekti. Desti izdivacına talibim diyecekti. Namı almış yürümüştü ondan önce. Köy köy, mezra mezra anlatılageliyordu hikâyesi. Sözleri dillerdeydi. Mecnun anca bu kadar namlıydı, Kerem anca bu kadar tanınıyordu, Tahir anca bu kadar biliniyordu.

Şairdi adam, âşıktı, söz ehliydi, gönül adamıydı, kalp müşterisiydi. İşi gücü güzeli aramaktı, onun peşinden koşmaktı, onu düşlemekti. Gerdana dizilen inci kolyeler gibi onun uğruna sözler dizmekti geceler gündüzler boyunca.

“Sedef olmuştun sen bana

İnci olmuştum ben sana

Sancı olmuştum hep sana

Ak gerdana benim şimdi” diyordu adam, satır satırdı sözleri, içini kesiyordu, canını acıtıyordu.

Kapısına gelmişti ol dilberin. Bir akşam vaktiydi. O fettanın eşiğine gelmişti. Bir kapı çalımlık ötedeydi, bir seslenimlik! Bir nefeslik duydu duyacak! Adam kokusunu alıyordu ol şuhun, misk-ü amberdi. Havada yâr kokusu vardı belki de yar! Yaklaştı âşık, yüreği göğsünü şişiriyordu körük gibi. Körkütüktü âşık! Bu dakikadan sonra kütüktü.

Sesler geliyordu o evden. Ağyar ile ülfetteydi maşuk kim bilir! Cümbüş vardı içeride, meşkteydi ol güzel, belliydi. Kapıyı çalamadı âşık, yüreği açamadı âşık! Tanıyordu bu yürek yakan sesi, biliyordu bu dalga geçen sözleri. Dondu da kaldı olduğu yerde! Taş kesildi, can! Ol haspadan şu sesler geliyordu ayan beyan:

“Meğer bana âşık ola bir şaşı

Sen git de anana sırtını kaşı

Bilmez misin be adam benim yaşı

Sen boşu boşuna bu aşkı taşı” Adam vuruldu o an. Mecali kalmadı ayakta durmaya. Sol yanı kanadı birden, kanı aktı beyaz gömleğinden. Sazı kırıldı, teli koptu o an! Meğer bu aşkı ezelden içmiş ola! Meğer kaderi önceden yazılmış ola gele başa! Meğer kaderi külliyen keder ola! Ah be âşık, reva mı bu dert sana! Zehroldu şifa sana! Dert oldu safa sana! Güzelleme ustasıydı terfi etti, ağıt ustası oldu.

Yıkıldı hemen. Bir dağ acısı oturdu yüreğine, kalkamadı bir daha, bir ölüm ağırlığı çöktü kara gözlerine açamadı bir daha. Vuruldu bir söz mermisiyle yüreğinden hem… Gözlerinde nem vardı “Ömrümde nem kaldı?” diyordu yarım can ile. Yâr eğlencede, can işkencedeydi. Canan definedeydi, âşık definde! “Ondan başka kimim vardı?” dedi son bir can ile. Ömrünü tamam etti az sonra âşık!

 

 

( Aşık başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 21.07.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.