BU “SOL”LARLA YÜRÜNMEZ!

 

Aydın olmak aynı zamanda aydınlatmaktır. Çevreden, olan bitenden haberdar olmaktır. Haberdar olmak yetmez, çözüm üretmektir. Gerekirse yazıya dökmektir.

Malumunuz, alışılagelenin dışında Türkiye, çözüm sürecine girmekle az da olsa birkaç ay olaysız ve ölümsüz geçti. Bu da başta basın yayın olmak üzere biz yazarları da etkilemişti. Basın ne anlatacaktı, hele haber kanalları 24 saati nasıl dolduracaklardı? Bizler ise neyi yazacaktık? Trafik kazalarını mı yazacaktık? Magazin dünyasına mı merak salacaktık? Bu yaştan sonra futbolla mı meyledecektik? Gerçi, o da tatile girmişti. Neyse ki Hızır gibi imdadımıza yetişen gençler, Gezi parkında bir intifada başlattılar. Böylece basın yayın, siyaset kurumu, yazarlar, çizerler rahat bir nefes aldı. Artık konuşacak ve yazacak bir olay değil, olaylar zinciri vardı. Meğerki bu tıkanıklık sadece biz de değil, dış basında da varmış. Öyle ki ABD’nin ünlü haber kanalı CNN International da, Gezi eylemleriyle yakından ilgilendi ve krizin zirveye çıktığı gün ‘Breaking News’ etiketiyle 8 saat canlı yayın yaptı. Bu, ABD’ de CNN’nin ABD’nin Bağdat’a girişinden sonraki en uzun canlı yayınıydı aynı zamanda.

Doğrusu hükümet Gezi parkı olaylarını, ilk başta birkaç sergerde gencin hareketi olarak algıladı. Hatta, polis teşkilatıyla, ilk günlerde azı dişlerini göstermek istediyse de anlaşılan fayda etmedi; bilakis yan etki yaptı. Olay, anti hükümet tarzı bir cephe aldı. Aslında Başbakan iktidarının ilk yıllarında, şairin;
 
“Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
insan bu yaşa gelince anlarmış.”
 

Şiirini ezberdi. Gerçi bu şiiri okuyalı kaç yıl olmuştu, belki de unutmuştu. Birileri bu şiiri kendisine hatırlatınca kısmen kendine geldi. Türkiye Cumhuriyeti siyasi geleneğine aykırı bir şekilde, kendisinden tut, bakanından valisine kadar, eylemcilerle bir diyalog içerisine girdiler, on saatlerce ikna görüşmelerini gerçekleştirdiler. Yok efendim, artık o ağaçlara dokunmayacağız, Atatürk Kültür Merkezini (AKM) yıkmayacağız, mahkeme kararına bakacağız, olmazsa halk oylamasına gideceğiz. Başbakan: “Eğer amacınız Gezi parkıysa zaten onu da hallediyoruz.” dese de eylemciler dillerinin altındaki baklayı çıkaramadılar. Yani eylemciler: “Bizim amacımız ağaç falan değildir” diyemediler. Hükümet de bilinçli bir şekilde ağaca endeksli konuşmaya pür dikkat etti.

 

Bir de “hıyar” sesini duyup tuz alıp koşan adam misali gibi, bizimkiler de olay sesini duyunca “Yoldaşlar ayaklanmış, haydi devrimci dayanışmaya!” deyip Gezi parkına koştular. Eylemci yoldaşlar onları görünce milliyetçilikten öte ulusalcı damarları tuttu. Bir anda çözüm süreci, PKK, Kürt, Kürdistan gibi kavramları ve DHKP/C operasyonlarını beyinlerinde canlandırdılar, bir yandan da Perinçek vb. gibi reislerinin hapislerde çürümeye yüz tuttuğunu, Öcalan’ın ise bizzat hükümet tarafından muhatap kabul edip görüşmelerin yapıldığını hatırladıkça, al görmüş boğaya döndüler ve saldırıya geçtiler.       
                                                                                                                                                                 Bizimkiler de özgün bir şekilde Gezi’den eve dönerlerken;

 

“Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.”

 

Diyerek, şiirin diğer bir kıtasını okuyorlardı.

 

Günün akabinde genç ama bir o kadar birikimli ve tecrübeli başkan Selahattin Demirtaş: “Bizim bu tür faşist yerlerde işimiz olmaz. Ve o parkta hiçbir gücümüz yoktur.” Dedi. Bu hal ta İmralı’nın “Gezi Parkı’na selam olsun” mesajına kadar devam etti. Eee, emir büyük yerden, yoldaşlar yine yalnız bırakılmamalıydı. Peki, ne oldu? Bu saldırılar hala devam etmektedir. 1 Haziranda BDP İzmir İl binasına taş ve şişelerle saldırı düzenlediler. Saldırıda binanın camlarının kırdılar. 12 Haziranda BDP bayraklarını indirdiler... Yerlerine Türk bayrağı astılar. 9 Haziranda Öcalan'ın posterini açanlara, alandaki diğer eylemcilerin tepkisi geldi. Gruba pet şişe atan eylemciler, "PKK dışarı" şeklinde slogan attı. 14 Haziranda İzmir’de, DİSK Genel Başkanı Kani Beko,  açıklama yaptığı sırada Göztepe taraftar grubu, eylemci kitle içerisinde yer alan ve Abdullah Öcalan posterleri açan BDP’lilere saldırıda bulundu. Bunlar, daha birkaç haber başlığı.

Peki, tüm bu saldırılara rağmen sizin orda ne işiniz var? T.C.’nin kuruluşundan bu güne 60 hükümet gelip geçti. 61. hükümet olan bu hükümet sizi ilk defa muhatap kabul etmiş bir müzakere sürecini başlatmıştır. Hal bu iken, yoksa siz bu hükümetin gitmesini mi istiyorsunuz? Kısacası muhatabınızı devirmek mi istiyorsunuz? Devirdikten sonra CHP’yi mi İktidar yapacağız. Yoksa geri sarmış bant gibi hep aynı nakaratları okuyan MHP’yi mi başa getireceğiz. Herhalde bir türlü %10 barajını aşamayan kendiniz iktidar olmayacaksınız. Yoksa siz Türkiye’yi iki dönemdir bir siyahîyi başlarına taç eden ABD mi sandınız.                       

Kılıçdaroğlu, daha 18 Mayıs 2013’te Aydın’da şöyle haykırmamış mıydı?: Aydın’dan bütün Türkiye’ye ilan ediyorum:

1-Hiçbir güç Recep Tayyip Erdoğan dahi anayasadan Türk sözcüğünü çıkaramaz.

2-Bir tek CHP’li, hiçbir güç anayasadan Türk Milleti kavramını çıkaramayacaktır. Recep Tayyip Erdoğan dâhil.

3-Mustafa Kemal Atatürk’ün kuruculuğu ve önderliği anayasadan çıkarmayacaktır. Buna hiçbir güç yetmeyecektir. Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları dahil.

4- Anayasanın ilk üç maddesi asla değiştirilemez. Onlara asla izin vermeyeceğiz. “ diyen zat için şunu soruyorum. Alevi olduğu halde Aleviler adına hiçbir girişimde bulunmayan, Kürt olduğu halde Kürtlüğünü inkâr eden bu zatın maiyetindeki partili zevatla Gezi’de yan yana ne işiniz var? Bilmem farkında mısınız? Siz “Gezi’deyken, Kürtler evlerindedir.

Bunları deyince hemen bütün dikkatleri üzerimize çekiyoruz. Hemen birileri, “Yoksa sen Ak Partili misiniz? diye soruyor. Ben de diyorum ki arkadaş, ben Ak Partili falan değilim ben “Hak” Partiliyim. Ben bildiğimi okur, anladığımı yazarım. Ben Kürtlerin, asalak gibi Kürt ulusal hareketinden geçinen, çoğu marjinalleşmiş, bir çoğunun son kullanma tarihi geçmiş, Kemalist, ulusalcı, Ergenekoncu, sadece daralınca Kürtleri bataklığa çağıran, sol argümanları kullanarak, Kürtleri bu güne kadar hep kullanan kişilerden uzak durmasını istiyorum. Ben “bu “sol”larla yürümektense yalınayakla yürümeyi yeğlerim” diyorum.[1] Çünkü, Bu “sol”ların tabanı sağlam değil, bu sollar çok yıpranmış, bu “sol”lar yağmura ve çamura dayanıklı değil, sizi yolda bırakır. Kısacası, “Bu ‘sol’larla yürünmez.”diyorum.

Galiba siz Avrupa solu ile bizim sol’u karıştırıyorsunuz. Bunlar sadece sesteştirler. Ne çabuk unuttunuz, daha o gün sol diye Avrupa’ya gönderdiğimiz “sol” larımızın çürüklüğünü fark ettiler ve bize hemen iade ettiler.

Eğer mevzuumuza avdet edersek, peki bu olayların aslı neydi? diye sorabilirsiniz. Kısaca söylemek gerekirse bu bir park meselesi değil bu bir çark meselesidir derim. Seksen beş yıldır bir şekilde dönen çark bu sefer Erdoğan’ın istediği şekilde dönüyor. Kendisine göre “dik duruşluğu”, birçok kimseye ve bu olaylar neticesinde anlaşılan Avrupa ve ABD’ye göre “dikliği” veya “dik kafalılığı” artık sorun yaratıyor. Belli ki şimdiye kadar bu çarka su dökenlerin bir kısmı suyu gönüllü dökmüyorlarmış, zoraki döküyorlarmış. Özellikle ülke içindeki “gökyüzünün başka renkleri” artık bu duruma dur ya da “êdî bes e” (artık yeter!) diyor. Başbakan “taşın sert olduğunu geç fark etse de” çözümü erken başlatmalıdır. Kıssadan hisse çıkarmalıdır. Gerek hükümet, gerekse Başbakan Erdoğan, asıl olarak çözüm sürecine odaklanmalıdır. O da, karşıtlarının bayrak ve vatan istismarcılıklarına kapılarak milli duyguları kabarmamalı, bayrak sevdasına kapılıp, bayrak kampanyasını başlatmamalıdır, milliyetçi söylemlerden uzak durmalıdır. Kısacası meydanlarda tek vatan, tek bayrak, tek devlet, diyerek iki de bir teklenmemelidir. Eğer asıl niyeti, Türkiye’nin Batı’sını ikna etmekse de, bu ülkenin bir Doğu’sunun da olduğunu unutmamalıdır.

Doğrusu, Türkiye’de Kürt hareketi hariç, hiçbir muhalif gücün bir alt yapısı veya halk ayağı yoktur. Bu tür hareketlerin devlete zeval verecek veya hükümetleri devirecek takatleri de yoktur. Onun içindir ki Hükümet, Kürt sorununa odaklanmalı, bu sorunu çözmeli ve Kürtleri bir an önce kazanmalıdır. Yoksa PKK’nin geri çekilmesi her ne kadar sevindirici görünse de, son üç ayda 2000 militanın PKK'ye katılması, PKK’yi daha da güçlendirmiştir. Anlaşılan PKK silah bırakmayacak, çözüm sürecini takip edecektir. Aksi takdirde muhtemelen önce Kürdistan’da halkı ayaklandıracak, hükümetin tüm güçlerini dikkatini şehirlerde toplayacak bu arada silahlı gruplarıyla özerklikle Suriye sınırından eski mevzilerine dönüş yapacaktır. İşte o zaman ülkede kaos olacak ve Ak Parti Hükümeti ilk defa oy kaybına uğrayacak, hatta iktidardan düşecektir. Artık Kürt sorunun çözümü başka bir bahara kalacaktır. Bu bir gerçek mi hayır, bu bir komplo teorisi, ama iyi biliniz ki her bilimsel hakikat önce bir tezle başlar.

 

HÜLASAYI KELAM, WESSELAM.

 

 

 

      20.06.2013
Ziyaeddîn EMBARÎ

 



[1] Acaba kürtçe’de “sol” ne demek

( Bu “sol”larla Yürünmez! başlıklı yazı EMBARÎ tarafından 20.06.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.