F.  DEPREM  VE  EVLİLİK

             Artık  1956  yılına  girmiştik,  havalar  soğuk,  soba  yanıyordu.  Akşam  yemeğinden  sonra,  sobanın  kenarında,  kanapede  oturuyorduk. Bir  anda  ev  sallanmaya  başladı, deprem  olduğunu  anlamıştık.   Ben  korkudan  hemen,  kanepenin  altına  girdim,  Onu   yanıma  çekmeye  çalışıyordum. ‘Haydi  gel  şuraya’  diyordum.   Bir  taraftan  da  sobanın  devrilmesinden  korkuyordum..O  benden  daha  cesurdu (her  zaman  olduğu  gibi). Yanıma  gelmedi.  Allahtan,  sarsıntı  daha  fazla  sürmedi.  Hemen  saklandığım  yerden  çıktım.  Evin  içine  şöyle  bi   göz  attık.   Herhangi  bir  hasar  yoktu.  ucuz  atlatmıştık. Yalnızca,  mutfakta,  ocağın  üstünde,  küçük  bir  güğümümüz  vardı,  bacadan  bir  tuğla  düşmüş,  onun  bir  tarafını çökertmişti.

.             İnsanlar  evlerden,  sokaklara,  istasyon  caddesine  fırlamışlardı. Sanki  ana,  baba  günüydü,  hava  soğuk  ve  yerler  karlı  olmasına  rağmen  kimse  evine  girmek  istemiyordu.  Zaten  ortalık  aydınlanmış,  sabah  olmak  üzereydi.

             Üsse  gittikten  sonra,  İkmal  komutanına  durumu  anlattım.  Olurunu  aldım.    Büyük  bir  çadır  alıp   getirdim.    İstasyon  caddesine  yakın  boş  bir  arsa  bulup  çadırı  oraya  kurdum,  Korku  geçip  evlerimize  dönünceye  kadar  komşularla  o  çadırda   günlerce   yatıp  kalktık.  Bu  nedenle  de   ilerde  görüşebileceğimiz,  konuşabileceğimiz   ailelere  sahip  olduk

               Yasemin  ablama,   Eskişehir’e  getirdiğimden  bu  yana  evlenelim  diye  teklif  ediyor,  O  ise  bir türlü  kabule  yanaşmıyordu. Çok  güzel,  bilhassa  gözleri   iri   yeşil.  ve  şahaneydi.   Her  ne  kadar   bazen  sinirli  davransa  da  İyi  huylu,  karakterli  bir  insandı.  Birimize  yabancı  da  değildik.  Öz  Halamın  torunuydu.  Beykozdayken,  bir  gün  bana  sormuştu.  ‘’  Sevgilin  var  mı,  nasıl  bir  kız’’  diye..    Ben  de  ‘’  Şimdilik  yok!  Senin  gibi  temiz,  güzel,   iyi  huylu,  iyi  yemek  yapabilen  birini  bulursam  evlenirim.’  Diye  cevap  vermiştim  ve  ilave  etmiştim.   ‘’Onu  sana getirip,   iyi  yemek  yapmasını  öğretmeni  isteyeceğim’’  demiştim.   Bu  sözümü  unutmasına  imkân  yoktu. 

   Yanımda   kaldığı  sürece  de  güzelliği  ve  davranışlarıyla,  temizliği  ve  titizliğiyle  beni  kendine  hayran  bırakmıştı.  Yaşı  benden  büyüktü  ama,  her  hareketiyle  benim  aradığım,  anlaşabileceğim  bir  insandı.Ayrıca,  yufka  yürekliydi,  hassastı.  En  çok  da  çocuklarına  düşkündü.

              İşte  zelzeleden  sonraki  günlerde,  düşünmüş,  taşınmış,     Teklifini  kabul  ediyorum,  seninle  evleneceğim’’  demişti.   Bu  kararı  beni  çok  sevindirmişti.  Bu  kararımızı  tartışacak,  yargılayacak,  hatta  iyi  mi,  kötü  mü ? diye  soracağımız  kimsemiz  yoktu.  Bu  ikimizin  kararı  idi.  Çocuklara  gelince,  Onlar  zaten  beni  tanıyorlardı.  İkimiz  de  Onların  bu  kararımızı  kabulleneceklerini  düşünüyorduk.

               İş  evlenme  dairesinden  gün  almaya  ve  iki  şahit  bulmamıza  kalmıştı.   Hamdi  Ütğm.  Ve  Astsubay  Halil  Kunt   en  sevdiğim  ve  güvendiğim  insanlardı. Gandi  Hamdi  durumu  anlatınca,    ‘’yaşı  senden  büyükmüş,  yine   de   Allah  mutlu    eder’   diyerek  şahitliği  kabul  etti.  Hamdi  Yaseminin,  Halil  Kunt  da  benim  şahidim  olacaklardı.  Böylece  4-4-1956  yılında  ,Belediyenin  Evlendirme  dairesinde,  yalnızca  iki şahit  huzurunda   Evlendirme  memuru  önünde  imzaları  atıp  evlenmiştik.   Hamdi,  bu  durumu  ölümsüz  yapan  bir  de  fotoğraf  çekmişti.  O  sıra, Yalnızca  üç  kişinin,     ‘’Hayırlı  olsun,  Allah  sizi  mutlu  etsin,  ömür  boyu  bir  yastıkta  sağlıklı  ve  mutlu  yaşayın’’ diyen dualarını  alabilmiştik.

               İlk  ve  son   evlilik   hediyemizi  arkadaşım  Selahattin  Yılmazdan  almıştık.  Selahattin  benim  en  sevdiğim  arkadaşımdı,  Orta  okuldan  bu  yana  hep  beraberdik.  O  uçucu  olmuş,  Amerika’da  eğitim  görüp  dönmüş, yine  aynı  üsde  beraberdik.  Onun   nikah   şahidim  olmasını  çok  isterdim.  Ama  tatbikat  sebebiyle  başka  bir  üsse  intikal  etmişlerdi.  Pilotlar  bize  nazaran  çok  daha  iyi  maaş  alıyorlardı.  Bu  sebeple,  yine  pilot  olan  Yılmaz  Kürşat  arkadaşımızla  odun  pazarına  yakın  bir  ev    tutmuşlardı. Yasemini  İstanbul’a  gönderdiğim  zamanlar,  onları,  evlerinde  ziyarete  giderdim.  Bir  ara,  babası  rahmetli  olduktan  sonra,  annesini  de  getirtmiş,  dolayısıyla    Onu  da  tanımıştım.  Annesi,  Yaşlı,  zayıf,  namazında, abdestinde,    çok  efendi  bir  insandı.    Sela,  evlendiğimi  duyunca,  bir  hediye  almak  istedi.  Mantoluk  bir  kumaş  almak  istiyordu,  ‘Ama  kendisi  görüp  seçsin ‘ dedi.  Beraber  bir  mağazaya  gittik,  Yasemin  de  beyaza  yakın  ama  daha  koyu  çizgileri  bulunan  biraz  tüylüce  bir  kumaş  seçmişti.  Bir  terziye  verip  bedenine  göre  diktirmiştim.  Onu  senelerce  zevkle   giymişti..Sela yı  ( ki  ben  öyle  hitap  ederdim,)  Yasemin  de  çok  sevmişti.  Gerçekten  çok  efendi,  ve  anlayışlı  bir  insandı. (Kendisi,  uzun  seneler  bekar  kalmış,  sonradan  1965  yılında  Ankara’da   evlenmişti.  Biz  de  nikâh  ve  düğünlerinde  bulunmuştuk.  Gelin  hanımın  kulağına  eğilerek  şöyle   demiştim ‘  benim  en  çok  sevdiğim  arkadaşımı  sakın  üzme,  birbirinizi    ömür  boyu  sevin  ve  mutlu  olun’)

 

                      G. KADIKÖYDE TEK ODA

               1956 yılının yaz aylarını yaşıyorduk. Biliyordum ki, Yasemin,  Çocuklarını özlemişti.  Verdiğim  sözü  hatırladım  ve  Kadıköy’de  bir  ev  tutsak,  seni  oraya  göndersem  ister misin?’  deyince  gözleri  parladı  ve  sevinçten  boynuma  sarıldı..  Hemen  Bedia  yengeye  bir  mektup  yazdım..Kiralık  bir  yer  buluvermesini  istedim.   Bir  hafta  geçti,  geçmedi  cevap  geldi. Bedia  yenge  kendi  odalarından  birini   en  genişini   teklif  ediyordu.  Evleri,  Kadıköy,  Altıyol’a  yakındı.  Çocuklara  da  yakın  sayılırdı.  Yürüyerek  gelip,  gitmek  mümkündü.  Tekliflerini  kabul  ettiğimizi  bildiren  mektubu  hemen  gönderdik.

               Hem  Kadıköy’de,  hem  de Eskişehir’de   iki  evin  kirasını  ödeyecek  durumda  değildim.  Herkes  zaten  maaşların  azlığından  şikayet  ediyordu. Benim  gibi  küçük  rütbeli  subaylar  ne  yapsındı.  Bir çare  düşünmeliydim. Yasemin   Kadıköy’de  kaldığı  sürede,  buradaki  evden  çıkacak,  yine  üs  misafirhanesine,  bekar  arkadaşlarımın  yanına  dönecektim.

               İkmal  komutanından  bir  hafta  izin  aldım,  evin  kapısını  kapattım,  Yaseminle  beraber  İstanbul’un  yolunu  tuttuk.

               Bedia  yenge,  bize  vereceği  odayı  hazırlamıştı.  Geniş  bir  odaydı,  karyola,  yatak,  koltuklar  bile  vardı.  Mutfak,  banyo  ve  tuvalet  müşterek  olacaktı.

Bahçeye  çıkınca  bir  kulübe  gördüm. Zaten  bize  kiraladığı  odanın  bir  kapısı  da  bahçeye  açılıyordu. Kulübenin  ne  işe  yaradığını  sordum,  Bahçe  ile  ilgili  alet,  edevat  deposu  olarak  kullanılıyormuş.  İçinde  hem  su,  hem  de  lavoba  varmış.  ‘’Ama  şimdi  kullanılmıyor’ ‘ dedi.  Aklıma  bir   fikir  geldi,  anahtarını  istedim. ‘’ Şöyle  bir  bakmak  istiyorum’ ‘ dedim..

İçine  baktıktan  sonra  da  düşüncemi  tahakkuk  ettirmeye  karar  verdim.

               Hem  Yaseminle,  hem  de  Bedia  yenge  ile  konuştum (çünkü  evde  onun  sözü  geçiyordu)  Orasını  mutfak  olarak  kullanacaktık.  Bunun  için  lavobayı  değiştirmek,  yanına  bir  tezgah  koymak,  tel  dolabı  gibi  bir şeyler  ilave  etmek  gerekecekti.  Sıva,  badana  gibi  işleri  de  yaptırırsam,  gül  gibi  bir  mutfak  elde  etmiş  olacaktık.

              Geri  dönmeden  önce,  mutfak  işini  tamamlamış,  herkesten  de  bir  ‘aferin’  sözü   duymuştum.  Artık  çocukları  gelip,  gitmeye  başladığından dolayı   eşim,  hayatından   çok   memnun  görünüyordu.

              Ben  de  bu  memnuniyet   içinde  Eskişehir’e  dönmüş,  evi  boşaltmış,  eşyaları  ikmal  depolarından  birine  koymuş  ve  üs  misafirhanesine  taşınmıştım.  Halen  mutemetlik  görevim  devam  ediyordu. Arada  bir   Cuma  mesaiden  sonra   bekar  pilot  arkadaşlara  katılarak,,Yeşilköy'e  uçuyor,  oradan  kadıköy'e  geçiyor,  Pazar  öğleden  sonra  da   geri  dönüyorduk.

               Aradan  zaman  geçiyordu. Yine  uçucu  arkadaşlarla  Kadıköy'e  gittiğimde  Yaseminin   yüzünün  değişik  olduğunu  gördüm.  ‘Ne  oldu’  diye  sordum.  Hiç  sorma  dedi  ve  anlatmaya  başladı. ‘nasıl  öğrendiyse,  öğrenmiş, bir  gün  Muhittin (ağabeyim)  çıka  geldi.  Altında  bir  araba  ve  özel  şoförü  de  vardı. İzmirden  İstanbul’a  taşınmışlar.  Bir  de  bebeği  varmış.  Beni  evine  davet  etti. Adres  verdi,  Ben  de  merak  ettim,  bir  gün   Halide  ablayı  da  alarak   verdiği  adrese  gittim.  Bir  de  ne  göreyim, Oturdukları  daire  zemin katı   ve  pislik  içinde,  lağım  kokuyor.  Çok  üzüldüm,  daha  ziyade  çocuk  için.  Biliyorsun  Muhittini   pek   sevmem. Ne  istikrarı  vardır,  ne  de  sebatkârdır. ‘Buradan  hemen  çıkın,  bir  ev  buluncaya  kadar  da  benimle  kalın,!’  dedim.    Geldiler  bir  daha  da  çıkmak  bilmediler..  Çocuk  ciyak,  ciyak  ağlar,  karısı  ise  uyuşuğun  biri,    senin  anlattığına  göre,  Onunla  evlenmesi   de    ayrı  bir  hikayeymiş  ya! ,  Ayrıca    anasının   çocuğuna  bakacak  hali  yok,  Çocuk  ağladıkça,  beni  ve  bilhassa   küçük  kızım  Gülşeni   suçluyor,  ‘çocuğuma  bakmıyorsunuz’  diye. ‘Netice  de  çıkıp  gittiler  ama  sıkıntıdan  da  benim  yüzüme  felç  geldi.  Allah   Halide   abladan  razı  olsun,  O  olmasaydı,  doktor  bulup  bana  yardım  etmeseydi  yüzüm,  felçli  kalacaktı,  şimdi  biraz  düzeldi’’  dedi.  Ve  ilave  etti, ‘’Artık  Eskişehir'e  dönelim’’.

                             H.  ESKİŞEHİRDE  ÜÇÜNCÜ  EV

.,           Ben   Eskişehir'den  Yasemini  götürmek  maksadıyla  gelmiştim.  Buraya  gelmeden  önce  Eskişehir’in  en  güzel,  en  işlek  yerinde  bir  ev  tutmuştum. Tekrar    Yasemini  getirmek  istiyordum  Nitekim, şehrin  merkezine  yakın,  önünde  park ,  arkasında  Yurt  sineması,  ve  altında  pastanesi  olan,  cadde  üstünde , Nasip  apartmanında   bir daire  tuttum. Ama  teras  katındaki,   iki  daireden  biriydi  .  Yurt  sinamasına  ve  sinemanın   önünden  geçen  caddeye  bakıyordu.  Öbür  dairede  oturanlar    ise,  İkmal  merkezinden  emekli  olmuş  bir  sivil  memurdu,.   Remzi  bey.  Karısı  Kadriye  hanım. çocukları  olmadığı  için  evlatlık  olarak  aldıkları   15  yaşındaki  Saynur.  Ayrıca  diğer  katlardaki  komşularımızdan   biri  de  1nci  Hv.Kv. komutanlığında  görevli  kur.  Alb.  muzaffer  yıldızdı.  Genç  yaşındaki  karısı  ölmüş  9  yaşındaki  kızına  baktırmak  üzere,  Kadıköyd'e  oturan  ablasını   çağırmıştı.  Onlarla  da  ahbap  olmuştuk.

               İşte,  Kadıköy'e  gittiğimde  de  Yasemini  getirmiştim. Yasemin, ‘Kiraladığın  evlerin  en  güzeli  burası’  dedi. Biraz  dinlendikten  sonra,  terasa  çıkıp,  manzaraya  ve  parkın  görünüşüne  bakmak  istedi.  Bir  de  baktı  ki, teras  cüruf  dolu,  Kışın  kömür  yakan  apt.  sakinleri,  cüruflarını  terasa dökmüşlerdi.  Emir eri  aldırmayan,  eve  sokmayan  insan  şimdi  benden emir  eri  getirtip cürufları  attırmamı  bekliyordu,       Burasını  temizletip  herkesin   istifadesine  sunmak  istiyordu. Gerçekten  Onun  dediğini  yapmış,  bütün  apartman  komşularımızdan,,  büyük  bir  övgü  almıştık. Remzi  beylere  gelince,  Kadriye  hanımla  Yasemin  çok  iyi  anlaşıyorlardı,  dolayısıyla,  mesaiye  gittiğim  zaman  artık  gözüm  arkada  kalmıyordu. Bir  gün,  ben  üs’de  iken,  sana  telefon  var’  dediler. Telefondaki,  kardeşim Celâl idi. (ana bir,  baba ayrı)  asker olmuş, Muhabere Bölüğünde,  Eskişehir Yıldız Tepe’de imiş. ‘Size gelmek,  konuşmak istiyorum’  dedi. Adresi yazdırdım. ‘Pazar günü gel bekliyorum’ dedim.  

.            Asker kıyafetiyle eve geldi,  sarılıp öpüştük,  Yengesini de ilk defa görüyordu,  elini öptü. Zaten  efendi,  saygılı  bir  çocuktu.  Tayin  edildiği  yer  İzmit,  Yurt  içi  bölge  komutanlığı  imiş.  Köy  muhtarı  olan,   para  harcamasını,  sehafeti  çok   seven  babası,  oğlunu  uçağa  bindirip,  Ankaradan  İstanbul’a,  oradan da  İzmit’e  gitmiş.  Bölge  Komutanı  ile  konuşmuş,  oğlunun  Ankara'da  askerlik  yapmasını  sağlamaya  çalışmışsa  da,  Celal  Eskişehir'e,  yıldız  Tepedeki  Muhabere  Bölüğüne  gönderilmiş. Açıkçası,  benden  destek  istiyordu.  Yıldız  Tepe  Onun  için  uzak  geliyordu,  Karargah  ise  şehir  içinde, Odun  pazarı  semtinde  idi  ve   Celâl,   kendisinin  oraya  gönderilmesini  istiyordu ‘Bölük  komutanınızla  konuşacağım, inşallah  istediğin  olur’  dedim..  Beraber  öğle  yemeği  yedikten  sonra  da  birliğine  döndü.  Gerçekten,  bir  fırsatını  bulup,  bölük  komutanı  ile  konuşmuş,  yazıcı  olarak,  harargah'a  gönderilmesini  sağlamıştım..O  da  memnun  kalmıştı,  dolaysıyla  biz  de.

               Artık, ikmal  komutanlığında  bana  ihtiyaç  duyulmuş,  mutemetlik  görevim  sona  ermişti.  Benim  yerime,  bir  subay  kadar  bilgili,  ahlakça  da  efendi  olan  Astsubay  Feti  bu    için  görevlendirilmişti.

               1957  yılının  30  Ağustosunda,  Ütğm.liğe  terfi  etmiştim. İkmal  komutanlığımdaki  göreve  ilaveten,  tabldot  işleriyle  de  görevlendirilmiştim.  Aşçı  Yusuf  adaşımdı,  çok  şişman  olduğu  kadar,  çok  güzel  yemekler  de  yapardı. Tabii   erlerden  de  yamakları,  yardımcıları  vardı.  Her  ay  ödenen  ücretler  karşılığı,  komutan  dahil,  genellikle, herkes  öğle  yemeklerini  tabldottan  yiyordu. Tabii  bekar  olanlar,  bazen,  akşam  yemeklerini  de  tabldottan  yerlerdi.  Her  gün  öğle  yemeğinden  sonra  Yusuf  usta  ile  bir  araya  gelip,  ertesi  günün  menüsü  hakkında  konuşur, karar  verirdik.  Verdiğimiz  karar  gereği,  bir  sonraki  gün  için, ihtiyaç  duyulan  malzemeleri  satın  almak  üzere,  aşçı  Yusuf’la,  ilgili   astsubay,  şehre  inip  alışveriş  yaparlardı.

               Özel  günler  için,  özel  yemekler  de  hazırlanırdı. Meselâ,  haziran  ayının  birinci  günü,  Havacılar  Günü  olarak  kabul  edilmişti.  O  gün  üsse,  siviller  de  davet  edilir,  resmî  otobüslerle  getirilip,  götürülür,  uçuş  gösterileri  yapılır,  hatta,   sivillerden   isteyen  birkaç  kişi  de  uçurulurdu. Onlara  da  havacılığın,  uçmanın  zevki  tattırılırdı.   Hava  güzel  olursa, sanki  piknik  yapmaya  gelmişler  gibi,  misafirlere   de  özel  yemekler  sunulurdu.

               Eşim  de  böyle  özel  bir  gün  dolayısıyla,  ilk  defa  üsse gelmiş,  uçakları,  uçuşları,  uçucu  kıyafetleriyle  pilotları  yakından  görmüştü. Piknik  yapmamız,  hele  hele  Yusuf  ustanın   irmik  helvası,  çok  hoşuna  gitmişti.

( Zorlu Dönemeçler-2-b2-f-h başlıklı yazı coni tarafından 2/27/2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.