KIBRIS GERÇEĞİ
(2)
1959 Yılında üç devletin vesayetinde kurulan
Kıbrıs Cumhuriyeti Rumları tatmin etmemişti. Adada yaşayan 200 bini aşkın
Türk'ü ya öldürüp yok edebilseler ya da gemilere bindirip sürecek olsalar belki
o zaman rahat bir soluk alacaklardı.
İngiltere iki askeri üssünün telörgülerini
sağlamlaştırıp adadan çekilmişti ama ardında kan ve gözyaşı bırakmıştı.Rum
çeteler Türk köylerine saldırıyor her türlü imha ,baskı ve yıldırma yollarına
başvuruluyordu.
Türkiye garantör devlet olarak hava taarruzları
yapıyor, diplomatik girişimlerde bulunuyor ama netice alınamıyordu. ABD Başkanı
Johnson bile İsmet İnönü'ne yazdığı gurur kırıcı mektupta " Bizim verdiğimiz silahları
Kıbrıs'ta kullanamazsın" uyarısı yapıyordu. Hakikaten ordumuzun
elindeki,belindeki ayağındaki her şey
Amerikan'dı.Pilotlarımızın,kurmaylarımızın eğitiminden , kitaplıklardaki
talimnamelere kadar herşey ABD idi.
IV.Murad'ın dediği gibi " Yardım almaya
alışan buyruk almaya da alışır" bir durumdaydık. Adadaki katliamlar ve bu
"hay huy" içinde 1967 yılına gelindiğinde artık bıçak kemiğe
dayandığında Başbakan Süleyman Demirel baskılara dayanamayıp adaya asker gönderilmesine karar veriyordu.Çıkarma
gemilerimiz yoktu .Asker nakliye gemilerine bindirilip donanma desteğinde
Akdeniz'e açıldı .
Askerler cesur ve azimli idi ama daha yarı yolda
gemilerimize " geri dönün" emri verildiğinde subaylarımız
birbirlerine sarılıp gözyaşlarını tutamadılar . ABD 7. Akdeniz Filosu Türk donanmasının yolunu
kesmişti .
Kıbrıs Rum lideri Makarios bu tarihten sonra daha
değişik bir siyaset uygulamaya başladı . Kıbrıs'lı varlıklı Türk'lerin malları
baskı, tehditle , değerinden fazla para verilerek satın alınıyor , bir gecede
İngiliz pasaportu çıkarılıp ellerine verilerek İngiltere'ye
uğurlanıyordu.Toprağa bağlı fakir Türkler Rumlar için o kadar problem değildi .
Günümüzde İngiltere vatandaşı olarak çoğunlukla
Londra'da yaşayan asimile olmuş 150 bini aşkın Kıbrıs Türk'ü
vardır.İngiltere'deki TC göçmeni Türk sayısı 100 bin , Kürt sayısı da 50
bindir.
1974 Yılına gelinceye kadar geçen dönem içinde
Rumların Başkanı Papaz Makarios bu “sık-gevşet” politikasını ustalıkla
uyguladı. Fakat Yunanistan’daki askeri cunta adanın kendi başına buyruk siyasi durumundan memnun değildi . Nitekim
cunta bağlantılı Nikos Sampson bir darbe düzenleyerek yönetimi ele geçirdi.
Papaz adadan kaçıp İngiltere’ye sığındı.
Adadaki bu darbe ve yönetim değişikliği Türkiye
için kaçırılmaz bir fırsat oluşturdu . Londra Antlaşmasından doğan garantörlük
haklarını kullanmak üzere İngiltere ve ABD ile yoğun görüşmeler başladı.
Türk Silahlı Kuvvetleri bu defa daha donanımlı ve
eğitimli idi. Hava Kuvvetleri desteğinde
Girne sahillerine çıkarma
gemileriyle asker çıkarıldı. Adanın orta bölgesindeki Lefkoşa kuzeyindeki
Gönyeli bölgesine paraşütçüler inmeye başladı . Girne – Lefkoşa yolunu kontrol
eden St.Hilarion kalesi Kıbrıs Mücahit birliklerinin elindeydi . 20-22 Temmuz
tarihleri arasında yapılan bu harekatta Girne’de kıyı başı tutuldu. Boğaz’ın
kontrolu ve Lefkoşa kuzeyinde üslenildi
. ABD ve ve İngiltere’nin baskısıyla
Birleşmiş Milletlerden acele “ateş kes” kararı çıktı.
Türk birliklerinin askeri harekatı durdurulmuştu
ama durum çok kritikti . Düşmanın yapacağı bir karşı taarruz birliklerimizin
imhasına yol açabilirdi. 13 Ağustos’a
kadar süren görüşmeler bir sonuç vermedi. Komutanlarımız kuvvetlerimizin
konumundan çok rahatsız idi. Hükümete durum anlatıldı ve alınan gizli kararda
harekatın tamamlanabilmesi için Cenevre’de görüşmelere katılan Başbakan
Ecevit’e gizli parola bildirildi . Dışişleri Bakanı Turan Güneş’in kızının ismi
Ayşe idi. Telefon görüşmeleri dinleniyordu. Bu parola Türkiye’den giden bir görevli tarafından Ecevit’e
ulaştırıldı. 13 Ağustos 1974 tarihinde Cenevre’deki Dışişleri Bakanı Turan
Güneş , Ankara’da Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ile yaptığı
telefonda “ Ayşe tatile çıkabilir “
cümlesini sarfedince ikinci Kıbrıs Harekatı başladı. Lefkoşa’daki Yunan
Alayı Türk Alayına saldırdı. Magosa ele
geçirildi . Hatta öyle ki Türk tankları Larnaka’ya bile girdiler . İngiliz üs
arazisine giren Türk tanklarımız geri döndü. 16 Ağustos’a kadar devam eden bu
harekatın yankıları yine çok oldu ama istenen olmuş ve harekat bölgesi içinde bütünlük
sağlanmış ve adanın üçte biri Türk askerinin kontroluna girmişti .
Başbakan Yardımcısı Erbakan adanın tamamının
işgal edilmesi ve ondan sonra görüşme masasına oturulması konusunda ısrarcı
olmasına rağmen koalisyon hükümeti BM kararına uyarak harekatı durdurdu.
Adanın kuzeyi Türklerin eline geçerken sınırlar
da otomatikman çizilmiş oldu. Kuzey’deki Rumlar güneye göç ettiler. Anadolu’dan
Türk göçmenler getirilerek özellikle sınır bölgelerindeki terk edilmiş Rum
köylerine yerleştirildiler .
Batı dünyası Rumların ardındaydı. Bu harekat sonucu Yunanistan’daki Albaylar
Cuntası devrildi . Bu defa darbeci Nikos Sampson kaçtı ve Makarios tekrar adaya
döndü. Ama Kıbrıs artık fiilen bölünmüştü. Papaz mahzundu ama yine uluslar
arası arenada istediği gibi oynayabiliyordu.
1977 Yılı 3 Ağustos’unda ben Kıbrıs’ta iken
Makarios öldü. Adanın güneyindeki tüm kiliselerin çanları durmaksızın çalıyordu
.
Kuzeydeki devletin adı “Kıbrıs Türk Federe
Devleti” idi ama ortada bizim için bir Cumhuriyet yoktu. Olmayan Cumhuriyetin
“federe devleti” nasıl oluyordu ? 1983 Yılında Rum lider Kipriyanu ve Denktaş
arasında başlatılan görüşmeler yıllar yılı yılan hikayesine döndü. 1984 Yılında
Birleşmiş Milletler Türkiye’yi Kıbrıs’ta işgalci olarak tanımlayan kararı
yayınladı. Dünyadaki hiçbir devlet yeni adıyla Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’ni resmen tanımadı.