Her ferdin doğum vesikası olan bu başlıktaki kelimeler; rüzgarın dokunmasıyla kan pıhtısının şekillenmesinden başlar, fertle olan yolcuğu. Ve bu sihirli harfler uzun ve sıkıntılı yolculukta ferdin toprakla olan izdivacıyla görevini tamamlar. Fert toprakla olan şaşaalı izdivacının ardında; cümledeki kelimelerin yerini ve bazı kelimeleri değiştirir ama yeni oluşan kelimeler topluluğu ferdin pişmanlığına çare olmaz. Çare olmamasının sebebini daha sonra anlar ağlama eşliğinde. Şekillenen birey; zorunlu liman değişikliğinden dolayı kendini dünya denen ışıklı alemde görür. Burada yaşamanın ilk koşulu olan gölge imparatorluğuna sığınma ihtiyacı; gelen misafir için ilk sürpriz olur. Ama gelen misafir sanki olacaklara hazırlıklıymış gibi kendinden beklenen her şeyi harfiyen yerine getirir. Önceki limandan hazırlıklı gelen yolcular bu limanda özgür iradeleriyle bir varlık olma yolunda bunalımlı günler geçirirler başlarda. Bu bunalımlı günlerde özgürlüğün dikenli yolundan esaretin misk kokulu bahçesine geçme keşifleri yapılır. Güneş ışınlarının korkunç ısısı altında tanımadığı bir dünyaya anlam vermeye çalışır. Etrafında gördüğü her şeye karşı bir çekingenlik vardır. Bu çekinlik etrafına yabancı olmaktan gelen zorunlu büyüklük karşısındaki eziklikten oluşur. Birey; ağladığı ilk gün ile bebek olduğunu haykırır sanki tüm dünyaya. Bu ağlayış belki de anlamlandıramadığımız için bize anlamsız gelebilir. Ki zaten böyle oluyor. Ve bu ağlayışına eşlik eden, ağlayışını sonlandıran anne makamındaki kadına karşı bebeğin ilk tapınma duygusu uyanır. Bu tapınma; tapınma çeşitleri arasındaki en kuvvetli tapınmadır. Burada tapınılan varlığın somut mucizelerine şahit olunur. Bu dönemde anne makamı bebek için her şey oluveriyor. Bebek bu makamın dışında olan her varlığa duygusal yönden kapalıdır. Ağladığında yanı başında, onu susturmaya çalışan ve susmadığı zaman onunla beraber ağlayan makamdadır anne. Acıktığında yanı başında, onu doyurmaya çalışan ve sultanlara kısmet olmayan dünyanın en güzel içeceği kendinden bir parça olan kar beyaz sütüyle efendiler gibi onu doyurmaya çalışır. Hastalığında yanı başında, gecelerce nöbet tutan en tatlı uykularını feda eden makam-ı ala sahibi anne bebeğin rüyalarındaki tek kahramandır açılmayan gözlerinin arkasında. Belli bir süre sonra gözlerini güneşin hırçın ışınlarına inat açan ve güneşle alay eden bebek etrafındaki varlıklardan dolayı ilk tapınağına karşı şirk yollarına girer, bazen ilk taptığı varlığı beğenmez olur kendinden emin gözlerle. İlk bunalımlı arayışının karmaşık yapısı gittikçe genişlediğinin farkına varamamanın verdiği bunalımı yaşar. "Bir" olması gereken "bir"in yerini "çok" kelimesi aldığı için bebek olan bireyin bünyesi bunu kaldırmaz. Kaldırmadığı için de bebek olan fert çocukluk dönemine kadar olan zaman sürecinde büyük bunalımlar geçirir. Ve çocuk sokak arasında küfürler eşliğinde oyunlar oynar. Yabani çocuk denilir literatürde bu varlılara. Daha yabani olanları toplum dışlar kendi sırça köşklerinden. Bu çocuklar genellikle sahipsiz olurlar sokakların ana şefkatini saymazsak. Sokakların dışında bunlara kucak açan yoktur. Sokak çocukları olarak nam salan bu çocuk türü; içinde oldukları cehennemin sorumlusu olarak gördükleri toplumdan ellerinden geldiğince nefret eşliğinde öç olmaya çalışırlar. Bundan dolayı; bunları ya hırsızlık yaparken görürüz polis arabalarında ya da ellerinde silah veya bıçak aletiyle bir cinayet sahnesinde bunlara rastlarız. Onların yaşadıkları hayatı anlamak için onlardan olmak gerekir belki; ama onlara kendi bulunduğumuz yerden duygudaşlık yoluyla bir tanışma senfonisi yapabiliriz. Bence birçok insan için zor olacak bu yol ancak insan olmanın da yolu bundan geçer. Bunların içinde bulundukları durumdan ve yaptıkları eylemden biraz olsun kendine pay çıkarmak belki bunların kurtuluşu için bir ışık olur. Asıl konu ise bunların neye, kime taptıklarıdır. Cevap o kadar zor olmasa gerekir. Cevabı basite indirmek ise çok basit olmaması gerekir: Bunlara kim nefes denen yaşam kaynağını veriyor? Bunlara kim kucak açıyor? Bunları kim adam yerine koyuyor? Korkarım bunlardan kaçan, bunlara kulaklarını sağır eden, gözlerini kör edenler; cevap veremezler cevapların basitliğine rağmen. İkinci çocuk türü ise evcil olanlardır. Okula evin önüne gelen servis araçlarıyla giden okuldan tekrar bu araçlarla eve gelen, ceplerinde şişkin miktarda para olan, ellerinde her tarafa açık cep telefonu olan ve arkalarında bir dediklerini iki etmeyen adına baba dedikleri bir varlık bulunan bu çocuk türü birinci çocuk türüyle acaba ne kadar zıt kavran oluşturur? Evcil olan bu ikinci tür çocuklar doğal ortamdan tamamen ilişiği kesilmiş bir şekilde özgürlük adına esaret hayatı yaşarlar. Etrafı tellerle çevrili kapısında güvenlik elemanı bulunan dışarıdan kıskanç bakışlarla seyredilen gökyüzüne doğru yükselen kutucuklarda modern şekilde yetişirler. Bu çocuklar için bebeklik döneminde tapınak makamı olan annenin yerini cep dostu olan babalık makamı almıştır. Baba her ne kadar tapınak gibi görünse de bu tür çocuklara; babanın cep ısıtma sistemiyle babaya şirk olacak varlıklar bulurlar gençlik dönemine geçmeden. İki tür çocuktan birincisini gençlik dönemi olarak bilinen zaman diliminde çıplak gözlerle göremediğimiz için biz sadece ikinci tür üzerinde durmaya çalışacağız. Bu gençlik türü çocukluğun son demlerinde tapınak olarak gördükleri makamı tanıma kavramı içinde ondan uzaklaşma sinyalleri verdiğini söylemiştik. Çocukluk döneminde ve gençlik döneminin bir bölümünde istenen her şeye cevap veren makam bu dönemde tamamen zihinlerden silinmiştir. Fert bu dönemde ilk defa olarak kendini tapınma makamında görür zihnindeki esaret zinciriyle. Fert için anne ve özellikle babayı "tanımanın verdiği yabancılaşmayla" özgürlük yolundaki engeller olarak görülür. Bu dönemde birey için geçmiş diye bir şey yok. Geçmiş bu dönemde yok olduğu için geçmişi var eden değerler de yok olmuştur. Kendini evrenin orta yerinde gören fert kendince her şeyi kendine kul görür kendi parçalanmış kulluğunu görmeden. Herkesi kendine kul yapan bir görüşün sahibi fert: Kimseyi sevmez; ama herkesten sevilmeyi bekler. Kimseyi övmez: ama herkesten övülmeyi bekler. Kimseyi çekemez; ama herkesi at arabasında bekler. Beklemekten ve bekletilmekten bir hayli yorulan fert uyandığında elinde olan gençlik sihrinin kaybolduğunu görünce birden hatırlayamadığı geçmiş dönemler, zihnin derinliklerinde bir film şeride gibi geçer olur. Fert; sert, siyah bir taş arar mecnun olmuş kalbiyle. Birden karşında bir ayna görür ama aynada kendisi yok. Kendi yokluğunun dışında, belli bir amaca aracı oldukları için taptıklarını da görmeyince aynada yanıp ayna sahibine kul olur. Yanmak var, yanmak var… Odun yanınca kül olur Adam yanınca kul olur (Mevlana)
( Seni Tanımadığım Kadar Büyüksün başlıklı yazı ahmet--isozu tarafından 27.09.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu