Günümüz insanı, zaman içinde arkeolojiyi tanımaya başladı.  Daha çok hazine bulmak, defineye rastlamak amacıyla tahrib edilen, sözde korunmaya alınan birçok alanın kaderi kâğıt üzerinde kalırken tarihî eserlerin günümüzde turizme endeksli korunma serüveni, bizim açımızdan olması gereken yerden oldukça uzaktır.

Günümüzde Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ülke sathında yer alan vakıflara gereği gibi yaklaşımlar sergilemesi, son on beş yıldır, sadece geçmişteki eksikliklerin tamamlanması olarak görülebilir. Elbette bir yapı harabiyet halinden kurtarılmakta da bu yapıya sahibkâr kılınması gereken ruh, ortada değil.

Onarımı yapılan hanın, hamamın, çarşının, ibadethanenin işlerliği söz konusu olmaz ise kazanıldığı söylenilen yapı, dört duvardan oluşturulmuş olma vasfından öte mana taşımaz.

Günümüzde Vakıflar’ın uhdesinde bulunan yapılardan birini ismen ve bulunduğu mekânla verelim: Diyarbakır Mervanî Mescidi.

Bu mescid, aslında bir camiî. Fakat, bulunduğu alanda Nebî Camiî (Peygamber Camiî) olduğu için yaklaşık seksen senedir, ibadete kapalı. Bu Mervanî Camiî, taşıdığı hususiyetle oldukça önemlidir. Çünkü Diyarbakır Kalesi’nin en önemli kapılarından biri olan Dağ Kapı(Harput Kapı-Ermen Kapı) üzerinde inşâ edilmiş. Silvan’da hüküm sürmüş Mervanî Saltanatının şehirdeki belki en önemli, inançla ilgili yegane eseri. Bu gün Mervanî Saltanatı’nın Diyarbakır Kale burçlarında birçok kitabesi bulunmaktadır. Dicle’nin altın gerdanlığı olan köprü de Mervanî onarımı ile günümüze ulaşmış.

Mescid’i uuzn zaman atıl durmuş, bir ara Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün uhdesine verilmiş, son dönemde de SODES kapsamında Diyarbakır Kuyumculuğu’nda özgün bir yeri olan Hasır Bilezik-Takı Kurs Atölyesi olarak kullanulmaktadır.

Yapının Mescid oluşuna dair kitabesi bulunmaktadır. Tarihen bu yapının Mervanî’den Osmanlı’ya kadar Mescid olarak kullanıldığı bilinmektedir. Fakat günümüzde mihrabı aslî özelliğinden yoksun, duvarları ezan sesine hasrettir.

Bir Mescid-Camiî aslî fonksiyonu dışında kullanıldığında ve bu kullanılan yabancı bir ülke ise sesimiz ayyuka çıkar da yüzyılın ihmali olan bu hata bizde mevcut iken neden düzeltilmez?

Yapanı ve yaptıranı kim olursa olsun, Mescid’in aslî özelliklerine göre kullanımı esas iken ve bu yapı Vakıflara bağlı bir mekân iken, yakınında cami bulunduğu için ibadete açılmıyorsa ne demeli?

Turizme kazandırılmak istenen her şehirde olduğu gibi Diyarbakır’da da böylesi ses getirecek yapılar vardır. Kiliselerin onarıldığı bir ortamda devlet olmuş bir saltanatın ibadethane olarak yaptırdığı mekân, aslî özelliklerine dönüştürülmediği zaman, “Vakıflar görevini yapıyor”  demek, bizim için, yaşadığımız şehirde ne yapılırsa yapılsın fazla bir anlam ifade etmiyor. Söz söze gelince,  “Mescidin durumu ortada duruyor.” denildi mi, insanı hiçbir şey aklamaz ve paklamaz.

Bu mescid’e ilişkin daha önce yayınladığımız bir metinle sizi baş başa bırakırken Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden elbette bir cevap bekliyoruz. Belki bu mescidin -Diyarbakır Kalesi üzerinde oluşu sebebiyle- sorumlusu, Vakıflar değildir. Vakıflar sorumlu değilse bunun sorumlusu Kültür ve Turizm Bakanlığı’dır. O halde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na büyük bir görev düşmektedir. Mekânın boşaltılarak, en azından bir tabela ile tanıtılması gerekir. Türkiye’de hiçbir kalede böyle bir mescidin varlığı söz konusu olamaz. Kale kapısı üzerinde duran Mescid, halen bir tabeladan yoksun ise ve başka bir amaçla kullanılıyorsa bunun savunmasını yapması gerekenlere çağrımız kaçınılmazdır: Tarihen sabit olan bu yapı, aslî özelliğinden soyutlanamaz!..

Mescid’e dair daha önce yayınladığımız bir şehir-gezi yazımıza yer verirken Şehir Tarihçiliği’nin ne denli önemli olduğuna da bir tespitle katkıda bulunduğumuzu sanıyorum:

DİYARBAKIR KALESİNDE MERVANİ MESCİDİ
Arada bir yazarken sırasını sürekli savdığım bu konuda artık Mervanî Mescidi’ni ele almanın zamanının geldiğine kanî ettim, kendimi. Geçen gün Dağ Kapı (Harput Kapı) civarında dolaşırken Mescid’in mihrabı yine “Buradayım” dercesine dikkatimi çekti. Cumartesi günleri sürekli seyr u sefer halinde olduğum Suriçi’nde ele almak istediğim  konuların hikâyesini, yapılarla bütünleştirip saatler boyu düşünür ve bu yapılarda yaşayanları düşler, olup biteni gözümde canlandırarak kendimce yazının iskeletini kurar, çevreden manasız bakışların hedefi haline gelmemek elde değil:

-Yigen herdır dalıp getmişsın?

- Sıcaklardan biraz muzdarib olduk. Dinleneyim istedim.

-Yok yok dalıp getmişsın…

Elbette dikkat çekici olur, insan. Hele insan sarrafına denk gelirsen işin metodu değişir ve sohbetler koyulaşır.

“Diyarbekir Şehir Gezi Yazıları” başlığı altında kitaplaştırdığım çalışmalarımı, daha sonra durdurmuş ve bu konuda daha iyi bir gözlem yapabilme adına ilçeleri köylerinin bir kısmıyla gezip dolaşma ihtiyacı hissetmiştim. On üç ilçeyi dolaşıp, onlarca köyü yerinde gördükten sonra şehir merkezini daha sağlıklı ele alacağıma kendimi ikna etmiştim.  Bu tarzda kimi yazılarımıza  da başlamış bulunmaktayız. 2000 Yılından beri bu çalışmamızı durdurmanın sebebi buydu:

-Saatlerce bakıp duruyorsun. Neden bakıyorsun?

Bana bu soruyu soran yaşlı adama Mervanî Mescidi hakkında soru sorsam eminim bilmeyecek. Yine merakımı gidermeye çalıştım:

-Burada bir camiî var. Onun için yazı yazacaktım. Ondandır bakıyorum.

-Sen Saad bin Ebi Vakkas’ı bileceksin. Yanında yatanlar da var. Burada Nebi Camiî var. Hiç bilmenem burada camiî olduğunu.

Kendisine Sa’ad bin Ebi Vakkas’a aid olduğu söylenilen mezarın aynı ismi taşıyan başka birine aid olmasının muhtemel olabileceğini, aynı şüphenin Malikî Ejder için de geçerli olduğunu ifade edince Yaşlı Adam ne işle meşgul olduğumu sordu:

-Ne iş yaparsın?

Burada kendimi ifade etmem oldukça güç. “Öğretmen” olduğumu söylesem inanmaz. “Gazeteci” olduğumu söylemem en iyisi:

-Gazeteciyim.

Bir televizyon kanalında uzun süre devam eden “Diyarbekirim” adını verdiğim programı izlediğini ifade ederek önünde durduğu kaçak tütün tezgahından yaprak uzattı. Tütünü sarmamdan acemî olmadığını anladı:

-İyi sarıyorsun. Programın devam etmiyor. Niçin?

Bana bakışı değişen Yaşlı, madem programı seyretmiş ve madem bı işe meraklıdır. O halde konuşma kıvamına gelmiştir:

-Ben, bu araştırmalarımı tamamlayayım ki yeni konulara gireyim.

Yatanlara okuduğum Fatiha’ya eşlik edince termosla gezip çay dağıtan ortacı, önümüze iki bardak bıraktı. Çayları yudumladık. Mervanî Mescidi’nin hikâyesini kendisine anlatınca durakladı. Dışa çıkık olan mihrabı işaret ederek, Diyarbakır Kalesi’nin üzerinde yapılmış olan mescid beraberinde buranın tek farklı yapı olduğunu söyledim.

Mervanî Mescidi İçin Tereddütlerimiz

Bu güne kadar elbette bilenler vardı, bu mescidi. Fakat kaynaklarda gereği gibi ele alınmamış ve bu özellik vurgulanmamış. Ne bir tabela ne bir levha… Buranın mescid olduğunu gösteren bir ibare yok. Bundan sonra yapılacak mı? O da meçhul… Çünkü ilgilenecek olanlar ortada yok.

Gelenekte ibadet amaçlı alanların başka bir biçimde kullanılması hoş görülmez. Bu yapı yıkılmış ve yıktırılmış olsa bile. Ne yazık ki Sultan Sa’sa’a Mescidi hem yıktırılmış hem de park haline getirilmiş ve bir dönem pastaneye, çay işletmeciliğine dönüştürülmüş, en son hazır giyim mağazasına dönüştürülmüştü. Ne gariptir ki bu yetmemiş. Kazılan alanda yapı temelleri ortaya çıkartılmış ve bu enkaz halinde öyle bekletilmektedir.

Mervanî Mescidi, esas özelliğine kavuşturulmayı beklerken öncesinde Galeri Müdürlüğü odası olarak kullanıldığını öğrendim. Şu anda üst kat kapalı olduğu için gidip inceleme fırsatım olmadı. Bir ara depo olarak kullanıldığı da belirtilenler arasında. Belki birbirine yakın camiî söz konusu olsa bile bu yapı eski işlevini kazanabilir.

İşin ilginç olanı da özellikle Ulusal Medya’da yapılması muhtemel haberlerin olabilmesindedir:

-Kalede Camiî açtılar!..

-Yüz metre ileride olan Camiî varken bu lüks neden?

-Bunda bir hinlik var!...

-Bir bu eksikti: Diyarbakır Surlarında Ezan sesleri!..

Belki de bizden önce bunu düşünmüş olan çıkabilir. Lakin ulusal medyada çıkabilecek bu tarz manşetler nedeniyle vazgeçmiştir.

Bilmeyiz, bundan sonra ne olacağını?  Biz gazeteci olmadığımız ve bu alanda yeterli bilgi sahibi olmaktan uzak olduğumuz için bu makalemizin haber oluşturulmaya değer yönü var mı yok mu eminiz bilmiyoruz. Yalnız bunun elbette kendince bir haber değeri söz konusudur. Bunun haber olup olmayacağı savıyla da yazmamaktayız. Çünkü esas amacımız bu değil.

Diğer Ülkelerde Olana Ne Buyrulur?

Bildiğimiz bu alanın eski işlevline sahip kılınması gerektiğidir. Bazen Kıbrıs’ta, Bulgaristan’da, Yunanistan’da ve öbür devletlerde camiîlerin başka amaçlarla kullanılmasını basınımız eleştirerek ecdad yadigârı olan mirasa sahip çıkmadığımızdan dem vurur. Bizim yaşadığımız bu şehirde tarihen kayıtlı, Osmanlı zamanında İmama ve Müezzine sahip olan bu mescitten beş vakit ezan okunarak namaz kılındığı ortadadır.

Ne Yapılmalı?

Denilebilir ki “Bu mescid faaliyete geçse de gelen cemaat az olacaktır. Bu yüzden açılmasına gerek yoktur.”

Yukarıdaki fikri de makul karşılıyoruz. Fakat en azından bu mescidin içi depo ise ve başka amaç için kullanılıyor ise esas şekline getirilerek, düzenlenip bir tabelaya sahip kılınmalı ve burcu ziyaret amaçlı gelenlerin burada bir ibadethane olduğunu bilmeleri gerekir. Şayet kasıtlı haberler yaparak “Burca Camiî dikildi. Bu nasıl mantık?...” anlayışı hortlar ve kendisine taraftar bulursa biz, bu işi ilim erbabı olarak yaptığımıza pişman edilir ve kaş yapalım derken göz çıkartmış oluruz.

İşin bu boyutunu da bildiğimiz için işi tüm yalınlığı ile anlatmaktayız. Bu mescidin ne zaman yapıldığını, yapanının kim olduğuna yer vermeyelim. İsteyenler araştırsın ve merak edenler bu konuda istedikleri bilgiye ulaşsın. Bizce İl Müftülüğü bu konuda hazırlayacağı plân ile gerekli olan sorumluluğunu Vakıflar bölge Müdürlüğü ile yerine getirir. İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’nün bu konudaki görevi nedir? Gerçekten bilmiyorum.

Diyarbekir Kalesi’ni yıllardır geziyor ve dolaştığım alanları yakından inceliyor, olması muhtemel gözden kaçan hususları araştırıyorum. Bu ilgi çekmesini beklediğim konuyu okura iletirken, oldukça düşündüm. Sonuç kaçınılmaz olunca ve gittikçe kendimi bir mesuliyet altında hissedince yazmadan edemedim.

İki Kaynakta Mescid Hakkında Bilgi

Yukarıda meraklı olan okurların kaynakları araştırmasını istemiştim. Kaynaklara ulaşmayanlar olabilir düşüncesiyle bildiğimiz bir kaynaktan konuya ilişkin bilgileri sizinle paylaşalım:”Mervaoğlu ebû Nasr Ahmed tarafından H. 447(m.1056) Tarihinde yaptırıldığı kabul edilen mescid, Dağ Kapısının iç kapı üzerinde idi.”(Şevket BEYSANOLU Diyarbakır Tarihi Cild 2 S 2239

Yazar’ın anlatımında bu mescidin adeta yerinde olmadığı anlamı çıkartılmakta ise de esaslı bir araştırma yapılmadığı ortadadır ve mescid, halen yerli yerinde durmaktadır.

Karacadağ Dergisi’nde Süleyman SAVCI’nın tercümesini yaptığı kitabe, şu şekildedir:” Allah’ın mescidlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve Allah’tan başkasından korkmayanlar doldurur.

Besmele: Burasının Yüce Allah’a ve o’nun Peygamberi Muhammed(S:A:V)’e yaklaşmak için değerli ve muzaffer emîr, efendimiz, İslâm’ın izzeti, dinin saadeti, devletin yardım ve desteği, milletin temeli, ümmetin asaleti, emîrlerin şerefi Ebû Nasr Ahmed bin Mervân(Allah onun izzetini daim kılsın, saltanatını sürdürsün ve düşmanlarını zelil kılsın) tarafından yapımı buyrulmuş ve masrafları gönüllü olarak kendisi   tarafından karşılanmıştır.

447 yılının Zilhicce ayında Ebû Nasr Muhammed b. Muhammed b. Cehîr(Allah makamını daim kılsın) tarafından yaptırılmıştır.”(agd Sayı:6-7  Syf:4 Kitâbe:12 Yıl: 1938 )

Bu mescidin hakkında günümüze kadar yazılmış bir makaleye rastlamadığımızı  belirtelim. Belki de bu mescid ilk kez, böylesi bir araştırmanın konusu olmaktadır. Mescid’e olan duyarlılığımızın sadece Diyarbekir ile ilgili çalışmalarımızın bir parçası olduğunu da belirtelim.

Yarın “Diyarbakır Kalesi’nde Mescid olduğunu yazan kişi şudur.” Şeklinde işi başka yönlere çekip amacından saptıran  bir yazı veya haber çıktığında, şimdiden bu kişi ya da kişilerin bilimsel ahlâktan yoksun, araştırmacı ruha aykırı ve kalem erbabı olma payından nasipsiz kişiler derecesinde olduğunu belirtelim. İşin bu yönünün, bizim yıllarca konuyu gündemimize almaktan alıkoyduğunu belirtmemize gerek var mı? Biz, bunu yazmasaydık, işimizin hakkını vermemek anlamı çıkardı ki bu dahi var olan doğruları ketm etmek manasını taşırdı. Bu yazıyı yazmakla artık bu sorumluluktan kurtulduğumuzu belirtelim.

Şimdi, bu mescidin varlığını ortaya çıkartmakla  yapılacak olanları beklemek lazım.

Önemli olan bu eserin gereği gibi kullanımı mı yoksa mescid tarzında düzenlenerek ziyarete açılması mı? Bize düşen görev, yapının bilinmesini sağlamaktır. Bu gerçekleştiğinde bizim bu yazımız ve yaptığımız araştırma, amacına ulaşacaktır.

Sonuç:Bu makalemizi okuyanların yanlış bir anlaşılmaya fırsat vermemek için bir bölümü yıkık olan Dağ Kapı’da Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü’nce onartıldığını, bu onarım sonrası şehrin ilk “Güzel Sanatlar Galerisi” olarak hizmete açıldığını belirtelim. Günümüzde iki kattan oluşan burç, Kültürel çalışmalara açık bulundurulmakta olup, aynı zamanda turizm danışma bürosu olarak hizmet vermektedir.

Bizim bu tarz çalışmaları hazırlamamızdaki amaç şehrin unutulmuş ve bilinmemeye yüz tutmuş yapılarını, hususiyetlerini ortaya çıkartarak, şehrimizi seyyah misali dolaşarak görüp bakamadığımız yönleri ortaya çıkarmaktır.

12.07.2011

( Diyarbakır Kalesinde Bir Mescid Var... başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 7/12/2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.