Her kula helal, Bahtıkaralı’ya haram.

            Bir yer var biliyorum uzakta ama çok uzakta…

            Şikâyet edilsek de ispiyonlansak da karalansak da o mekân bizim mekân!

            Türkiye’de bir ilçe; ilçelerden bir ilçe…

            Adı karalardan bir kara “Bahtıkara”…

            Elindeki hazineleri çarçabuk harcayan müsrif bir “insan” tüccarına benzetiyorum hep. Mal, mülk, eşya, nesne vesaire her şeyi kaybedebilir, gönderebilir, kırabilir, atabilir, satabilirisiniz. Lakin yetişmiş bir insana bu muameleyi gösterirseniz akıbet kaçınılmazdır.

            Adı Bahtıkara olan bu şirin mekân baktınız tahtı kara olur bir gün.

Ne kadar duyarsız ve bana dokunmayan yılan bin yaşasın modunda yaşıyoruz ki başımıza bazı musibetler fert fert geldikten sonra aklımız başımıza geliyor.

            Her koyun kendi bacağından asılacaksa, herkes kendi menfaat dairesine göre hareket edecekse, haksızlığa göz yumup hiçbir şey olmadan yaşayacaksa ve her şeyi bir sünger gibi emip içine çekecekse, edilen haksızlıkları, yapılan yanlışları dile getirmeyecekse ne olacak bu “Bahtıkara”mızın hali pür melali?

            “Bahtıkara” ile ilgili eleştiriler hoşa gitse de gitmese de hiç de olumlu değil.

“Bahtıkara” senin kaderin yavrularını yemek üzerine yazılmamış, sen timsah değilsin ki gözyaşı dökesin.

            Bir hikâye anlatacağım sizlere, sizlerde bu hikâyedeki mesajı dostlarınıza iletirsiniz inşallah. “Bahtıkara”nın da aşk derecesinde seveni var. Yanlışlarını düzeltmeye aday olanları var. Meftunları var bir sevgili olarak bakan, fanatikleri var bir takım tutar gibi hem de. Bu kaza bir tek sizin babanızın kazası değil tahtı sakat olanlar diye hitap edesim geldi bir an, fren lütfen.

Bir zamanlar Bursa’da kendi halinde bir vatandaş, Arap Şükrü muhitinde bir çeşme yaptırmış, üzerine de bir kitabe eklemiş: “Her kula helal, Müslüman’a haram.” Kitabeyi okuyan bazı kişiler, bozulup, vaziyeti Kadı’ya şikâyet etmişler. Adamı yakalatıp huzuruna getirten Kadı Efendi, öfke ile gürlemiş: “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca bir şehirde sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla. Olacak iş midir bu? Nedir sebebi, aklını mı yitirdin be adam?”
            Adam, boynunu büküp cevap vermiş: “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır.”
            Kadı Efendi, iyice küplere binmiş: “Ne delili, ne ispatı be zındık? Sen alenen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir.”
            Bir yandan da merak edip sormuş: “Peki sebebin ne imiş bakalım bre adam.”
 “Sebebini bir tek Padişahımıza söylerim.”  Adam karga tulumba saraya götürülüp Padişahın huzuruna çıkarılmış. Padişah merakla sormuş:

“De bakalım. Bu nasıl iştir ki, hem çeşme yaparsın, hem de Müslüman’a haram yazarsın?”
“Delilim vardır efendimiz, lâkin ispat ister.”
“Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”

“O zaman boynum kıldan incedir .”
“Eeee?”
“Sultânım, herhangi bir havradan bir hahamı tutuklatın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak?”  
Zaptiyeler, bir hahamı yakalayıp götürmüşler. Olayı duyan bütün Museviler hemen sarayın kapısına akın edip, bağırıp çağırmaya başlamışlar:
“Hahamımız masumdur, ne gerekirse deyin yapalım, isterseniz ağırlığınca altın ödeyelim.”  Bir hafta geçince haham serbest bırakılmış.
            Adam, Padişah’ın huzurunda diz vurmuş:
             “Efendimiz, bu defa aynı işi, herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız.”  Zaptiyeler, aynı şekilde bir papazı derdest edip yaka paça götürmüşler. Bu sefer, olayı öğrenen bütün Hıristiyanlar sarayın kapısına yığılmışlar: “Papazımız masumdur, onu bırakın bizi alın.”  Bir hafta sonra papaz da serbest bırakılmış.
            Adam, yeniden Padişah’ın huzuruna çıkmış:  “Son bir isteğim daha var zat-ı âlinizden. Payitahtımızın en sevilen, en sözü dinlenilen, en itimat edilen âlimini aldırınız camiden.”  Zaptiyeler, bu kez Ulu Cami’nin yaşlı imamını tam da Cuma hutbesinin ortasında alıp, yaka-paça götürmüşler. Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “Ne yapıyorsunuz, hiç olmazsa namaz bitene kadar bekleseydiniz” diye tek kelâm etmemiş. Aradan bir hafta geçmiş, “Nerede bu imam, nicedir hali?” diye ne gelen olmuş ne de giden.
            Yaşlı imamın yerine aptal ve ne konuştuğunu bilmeyen cahil bir kişi tayin edilmiş, ama ahali halinden gayet memnunmuş. Derken, yaşlı imam hakkında söylentiler dolaşmaya başlamış:
“Tüüüh, biz de onu yıllarca adam zannetmiş, hoca bellemiştik.”
“Kimbilir ne halt etti de öyle yaka-paça tutup camiden götürdüler.”
“Vaah vaaah, acırım arkasında kıldığım onca namazlara.”
“Sorma kardeş, sorma...”

Kadı’nın aracılığı ile olup bitenleri takip eden Padişah, bir hafta sonra adamı huzuruna almış: “Peki, ne olacak şimdi?”
“Hocadan özür dileyip helallik alın efendim.”  Padişah, huzuruna çıkarılan yaşlı hocanın elini öpüp helallik almaya çalışırken, adam sormuş: “Ey ulu hünkârım, şimdi siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”  Padişah acı acı gülümsemiş: “Ne suyu bre, hava bile haram, hava bile.”

            İşte dostlar, “Bahtıkara”yı hep bu hikâyedeki Müslümanların haline benzetirim.

Herkese helal Bahtıkaralı olana haram!

Gerisini varın siz tahayyül edin bir zahmet.

Kimi, neyi, niçin kastediyorum deyu…

Bahtıkara’nın en sevdiği şarkı; “Kimler geldi kimler geçti.” Say say bitmez, gidenler gitmiştir kalan ölüler zaten bizimdir.

Bahtıkara’nın gözyaşları; “Timsah gözyaşları…” Kendi çocuğunu yer sonra ağlar. Garaibül hayretül vaziyet!

İlkesi: “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” Zaten yaşıyor. Her gün birileri zehirleniyor. Son kişiyi de kaybettikten sonra tarih olacaksınız.

Sevdası; “Biz gidenleri çok seviyorduk.” Bir an önce gitmeleri için her türlü iftirayı attınız, karalamayı yaptınız, doğrudur.

Tesellisi: “Sizler gönlümüzün vesairesisiniz.” Gönlü bu işe karıştırmayın, karalığınız sinmesin bir duman gibi… İsletmesin orayı da… Gönlümüz tok bu laflara!

Biz ne sevdalılar gördük Bahtıkara’m!

Biz ne sevdalılar gördük kâğıttan.

Hiçbir beklentimiz yoktu senden oysa, biz seni fakir bir gencin aşkıyla

sevmiştik ve inan ki hiç zenginleşmeden öyle sevecektik sonsuza değin.

Kimsenin tavuğuna kış demeyecektik asla!

            Biz seni öylesine sevmiştik, nedeni yok…

            Makamla havalananlardan değildik, makam aracı ile uçanlardan…

            Biz seni yalansız harbiden sevmiştik.

            Heybemizde olanı harcayarak, heybemizi doldurarak değil!

            Kaybedeni var mı bu aşkın? Bunu da orada kalanlar söylesin!

            Kazananı var mı bu oyunun?

( Her Kula Helal Müslümana Haram başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 4.07.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu