Oturduğu  koltukta  sağa sola dönüyor; bir taraftan elindeki sigarayı derin derin içip, dumanını ciğerlerinin en ücra köşesine gönderirken; nemli gözlerle duvarda asılı olan “anneliğin” resmine bakıyordu.Resimdeki kadını bu yaşına dek öz annesi olarak biliyordu. Ta ki gerçeği; noter  tasdikli olarak “anneliğin” yazmış olduğu vasiyetnamesi eline geçip okuyana dek…

 

Üniversitede iktisat tahsili  görmüş ,”yurt dışında iki yıl da mastır yapmıştı. Bu yaşına dek yokluk yüzü  nedir bilmiyordu.Ailesi ondan hiçbir şeyi esirgememişti.Babası da erkenden ölünce;annesinin o kadar taliplisi olmasına rağmen kocaya gitmemiş,yaşantısını biricik kızı olan Selin için feda etmişti.Kızı ile birlikte gülmüş,onunla birlikte ağlamıştı.Özel öğretmenler tutmuş,dört dörtlük olması için canla başla çalışmıştı.Selin de onlara layık bir evlat olmak  için elinden ne geliyorsa yapmıştı.Gecesini gündüzüne katarak derslerine çalışmış ve başarılı bir öğrenci olup okulda hocalarının gözüne girmişti.

 

Şimdi oturduğu koltukta annesi öldükten sonra okuduğu vasiyetnamesini tekrar anımsadı. Satır satır gözlerinin önüne geldi, ifadeler…

 

“  Selin,yavrum!..

 

Şu anda hastayım! Belki yakın bir zamanda ölüp gideceğim!Sen,bizim her şeyimiz; yaşama umudumuz,altın topumuz oldun.Seninle birlikte çocuk sevgisinin ne demek olduğunu öğrendik.Bizim yıllarca içimizde olan boşluğu senin gelişinle birlikte gidermiş olduk.Bu boşluğun insanda bıraktığı acıyı Allah’ım kimselere göstermesin!..Ben ve baban  bu acıyla yıllarca  yandık!Niye dersen? Duyduğumuz özlem çok derin ve aynı zamanda yüceydi.Evet şimdi itiraf ediyorum; bu özlem, “çocuk” özlemiydi.Şaşırdın değil mi?Kafan karıştı,ha!..evet artık gerçeği söylemenin zamanı çoktan geldi yavrum.Bu gerçeği benden öğreneceğin için sakın üzülme.Gök kubbe arasında bu zamana dek hiçbir şey gizemli kalmamıştır.Bunu böyle bilesin.

 

Evet!!!.Selin,yavrum!Yıllarca senden sakladığımız gerçekler:

 

Sen, bizim öz kızımız değilsin. Bizim çocuğumuz olmadığı için, seni annen doğurduğu zaman hastaneden para karşılığı almak zorunda kalmıştık.Bunları okuyunca tabi kafanda soru işaretleri belirecek haklı olarak,değil mi?”Benim gerçek annem,babam kim diye?”

 

Evet,kızım!Bütün gerçekleri söyleyeceğime söz vermiştim ya!.Bunu da saklamanın hiçbir anlamı yok.O zamanlar, annenin oturduğu varoşlardaki adresini almıştım,sadece.Annen,baban ne iş yaparlar bilmiyordum zaten.Öğrenmek de istemedim açıkçası.Önemli olan benim için “çocuk”tu.Seni hastaneden alıp gittikten sonra  aileni bir daha hiç görmedim.Sadece belki ilerde lazım olur diye adreslerini almıştım,o kadar.İşte adreslerini de yazıyorum:

 

Zeliha-Haydar Dermanlı

 

 

 

Fırtına caddesi, Akasya sokak.No: 7 Kilimli beldesi.

 

Zeliha ve Haydar senin gerçek annen ve baban. Onları gidip bulabilirsin kızım.

 

Şimdi sana bütün servetimi noter huzurunda bırakıyorum. Ne var ne yok hepsi senin.İlerde benim akrabalarımdan gelen olup da elindeki malı almaya çalışırlarsa noter vasiyetnamesini gösterirsin kızım.Seni çok sevdik,öz kızımız gibi…Allah’a emanet ol!...”

 

Zaman zaman aklına gelen bu vasiyetname ile sarsılıyordu. Gidip görecekti, öz annesini ve babasını! İçindeki ses, böyle diyordu çünkü!Her ne kadar içindeki fırtınalarla boğuşsa da gizemli bir güç onu o adrese doğru çekiyordu.Buna set çekmenin hiçbir anlamı yoktu…

 

Odasına giren nişanlısının :

 

-         Merhabalar, Selin’ciğim!  Sözlerini bile duymamıştı. O denli dalmıştı ki maziye.

 

-         A! Kusura bakma! Bir an dalıp gitmişim  çok derinlere!

 

Karşılıklı oturup birer soğuk meşrubat içtiler.

 

Selin, olup biteni bütün çıplaklığı ile nişanlısı Ayhan’a söyledi.Ayhan,böyle konularda çok duyarlı bir gençti.Uzun boylu yakışıklıydı da.Selin’le dört yıldır aynı okulda, okumuşlar aynı bölümü bitirmişlerdi.Şimdi yeni kurdukları fabrikanın başında harıl harıl üretim yapıyorlardı..İnsanlara ekmek vermekten oldukça mutluydular.Yakın zaman da da evleneceklerdi.Birbirlerini çok seviyorlardı.Ayhan’ın,Selin’den başkasında hiçbir zaman gözü  olmadı.O,aşkının kutsallığına inanıyordu.”İnsan,sevdi mi yürekten sevmeli,ihanet etmemeli” diye düşünüyordu.Zaten başkalarına da bir kez olsun isterikli olarak bakmamıştı bile.

 

Ayhan, nişanlısı Selin’ e:

 

-         Madem öyle, birlikte gidip köklerini bulalım, sevgilim!

 

-         Ben de öyle düşünmekteyim!

 

Arabalarına atlayıp, yarım saat sonra varoşlardaki adrese yanaştılar. Arabalarını boş bir alana park edip yürümeye başladılar. Hiç karşılaşmadıkları durumları görünce şaşırmaya başladılar.Kadınlar kapılarda dineliyorlar.genç kızlar yarı açık göğüsleriyle pencerelerden sarkmışlar,karşılıklı olarak yüksek sesle konuşuyorlardı.Konuşmalarının  arasında “çarrtt “diye  patlattıkları sakız, ortamın havasına karışıp kayboluyordu.Altın dişli erkekler,ellerinde kalın tespihlerle, şak şak diye tanelerini çekip,birbirlerine anlattıkları ilginç şeyler üzerine gülüyorlardı.Güldükçe,altın dişleri  parlıyordu.

 

İlerde taşların üzerine oturmuş bir kadın,onları görünce;önlerine doğru fırladı:

 

-         A be, beyceğizim ve hanımcağızım! Uj geldiniz bizim mıntıkamıza be ya!Ne lazım  sizlere emredin ayaklarınıza sereyim be;toz istersen alası,kiralık yosma isterseniz on sekizlik piliçlerimiz emrinizde.

 

Selin ve Ayhan, Çingen  kadının konuşmalarından bir şey anlayamadılar, anlamsız gözlerle kadını süzdüler bir süre.

 

Selin, kolunu kadının omuzlarına atıp:

 

-         Akasya Sokağı burası mı bacım?

 

Kadın, altın dişlerini göstererek öyle bir kahkaha attı ki,ardından da:

 

- Eskiden buranın adı akasya sokağıydı. Şimdi ise “fahişler sokağı” diye anılmakta.Birisini mi aradınız,hanımcağızım?

 

-         Evet! Zeliha ve Haydar Dermanlı denen kişileri.

 

Kadın,kısa bir süre sessiz kaldı.Kafasındaki dağınık saçlarını hoyratça kaşıdı.Sonra de her şeyi hatırlamışcasına:

 

- Hımm! Şu bizim fahişlerin anası olan Zeliha’yı mı dersiniz?Çocuğu falan iç yoktu onun.Çok eskiden para karşılığı hastanede doğum yaptıktan sonra sattığını sülerlerdi.O kadın,geçen sene kanserden  rametli oldu.Kocasına da zaten yıllar önce araba mı ne çarpıştı,tam bilemem incik…İşte şu baraka evi.Zeliha da öldükten sonra evini kimsecikler açmaz oldu.

 

Selin, evin numarasına baktı. Silik bir yedi numara gözüne çarptı.Başında yıldızlar dönmeye başladı.Köklerini bulmuş,gerçeği  öğrenmişti.Suskun kaldı.Ayhan’a yan gözle baktı.O da düşünceliydi.Bir an benim hakkımdaki düşünceleri değişti mi acaba diye :

 

-         Ayhan! Benim köklerimi böylece öğrenmiş oldun! Ben bir fahişe ve çingenenin kızıymışım!

 

Ayhan:

 

-         Hiç dert değil, sevgilim!Sen, köklerini inkar etmedin ya.Bu asaletin her şeye değer.Seni böylede çok seviyorum…

 

Selin ve Ayhan, birlikte karar verip, çok geçmeden ikinci bir tekstil fabrikalarını “fahişler sokağına” yakın bir bölgeye inşa ettiler.Ve orada ne kadar fahişe varsa erkekleri ile birlikte hepsini fabrikaya işçi olarak   aldılar.Okula giden çocukların eğitimlerini üstlendiler.

 

Beş yıl sonrasında her şey güllük gülistanlıktı. Hiç bir Allah’ın kulu ne fahişelik ne de  illegal yaşam tarzlarına tevessül etmediler.Çocuklar,okullarda başarılı olmaya başlamışlar,bu süre içinde üniversiteyi bitirip  avukat çıkan bile oldu.

 

 

 

 

 

( Fahişeler Sokağı!.. başlıklı yazı Ayhan Sarıkaya tarafından 10.06.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.