Miraç Gecesi Hadiseleri .kuran Ve Hadisler Işığında İzahı..

Miraç Gecesi Hadiseleri

Kur’an ve Hadisler ışığında izahı.

   *

Arapça'da merdiven, yukarı çıkmak, yükselmek anlamlarını dile getirir. İslam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göğe yükselerek Allah'ın huzuruna kabul edilmesi olayı. Mirac olayı hicretten bir yıl ya da onyedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşir. Olayın iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında isra adını alır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı Kur'an'da anılmaz, ama çok sayıdaki hadis ayrıntılı biçimde anlatılır.

Hadislerde verilen bilgiye göre Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe'de Hatim'de ya da amcasının kızı Ümmühani binti Ebi Talib'in evinde yatarken Cebrail gelip göğsünü yardı, kalbini Zemzem ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu. Burak adlı bineğe bindirilerek Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer bazı peygamberler tarafından karşılandı. Hz. Peygamber (s.a.s) imam olarak diğer peygamberlere namaz kıldırdı.

Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve yanında Cebrail olduğu halde göğe yükselmeye başladı. Göğün birinci katında Hz. Adem, ikinci katında Hz. İsa ve Yahya, üçüncü katında Hz. Yusuf, dördüncü katında Hz. İdris, beşinci katında Hz. Harun, altıncı katında Hz. Musa ve yedinci katında Hz. İbrahim ile görüştü. Cebrail ile birlikte yükseliş Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürdü. 

Cebrail, "Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarım" diyerek Sidretü'l Münteha'da kaldı. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan itibaren Refref adlı başka bir binekle yükselişini sürdürdü. Bu yükseliş sırasında Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabını müşahede etti. Sonunda Allah'ın huzuruna kabul edildi. Kendisine ümmetinden Allah'a şirk koşmayanların Cennet'e gireceği müjdelendi, Bakara suresinin son ayetleri verildi ve beş vakit namaz farı kılındı. Yeniden Refref ile Sidretü'l-Münteha'ya, oradan Burak'la Kudüs'e, oradan da Mekke'ye döndürüldü.

Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayını anlattı. Olayı duyan müşrikler yoğun bir kampanya başlatarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i suçlamaya, alaya almaya başladılar. Bu kampanya bazı müslümanları da etkileyerek şüpheye düşürdü. Olayın gerçek olup olmadığını araştırmak isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana ilişkin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sınadılar. 

Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdiği bilgilerin doğruluğu müslümanları şüpheden kurtardıysa da müşriklerin inatlarını kırmaya yetmedi. Mirac olayı inatlarını ve düşmanlıklarını artırarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karşısındaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)'ce "Sıddîk" lakabıyla onurlandırıldı. Hz. Ebu Bekir olayı kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyeceğini soran müşriklere "O söylüyorsa şüphesiz doğrudur" cevabını vermişti.

Ahad hadislere dayansa da Mirac olayının gerçekliğinde tüm müslümanlar birleşmişlerdir. Bilginlerin büyük çoğunluğuna göre ise uyku durumunda ve rüyada değil, uyanık iken gerçekleşmiştir. Fakat bu görüşü savunanlar da Mirac'ın yalnız ruhla mı, yoksa hem ruh, hem de bedenle mi olduğu konusunda ikiye ayrılmışlardır. Sonraki Kelamcıların büyük çoğunluğuna göre mirac olayı uyanıkken hem ruh, hem de bedenle gerçekleşmiştir.

Mirac olayının gerçekleştiği gece müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayılmış ve bu gecenin ibadetle ihyası gelenekleşmiştir. Osmanlılar döneminde, camiler kandillerle donatıldığı için Mirac kandili olarak anılan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayını anlatan ve Miraciye adı verilen şiirlerin okunması, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.

*

Allah'ın kudretine göre bu vasıtalara gerek yoktur. Yüce Allah'ın dilediğini bir anda herhangi bir yere ulaştırmaya gücü yeter. Fakat bütün bunlar, ayetlerini göstermek ve ikramını ortaya koymak cümlesinden sayılır.

Çünkü ayette geçen "Ona ayetlerimizden gösterelim diye" (İsra, 17/1) ifadesi gereğince İsra'nın hikmeti ayetleri (alametleri) göstermektedir.

Demek ki Allah’ın hikmeti bazı binitleri uygun görmüştür. Bu hikmetin bir kaç cihetini şöyle açıklayabiliriz:

a. Hz. Peygamber (asm) bir insandır, melek değildir. Miraca çıkarken, insanların bir temsilcisi olarak çıkmıştır. Bu da onun beşeriyetiyle / insanlık vasfıyla huzura çıkmasını gerekli kılar. İnsan ise ancak harika da olsa -sebepler dairesinde- bir araçla böyle iki aylık bir mesafeyi (Mekke’den Kudüs’e) katedebilir. Burak, bir binit olarak Hz. Peygamber (asm)'in bu insanlık vasfına uygun bir harikalar harikasıdır.

b. Hz. Peygamber (asm)'in Burak’a ve Refref’e binmesi, onun hem bedenen hem ruhen isra ve miraca yükseldiğinin bir işaretidir. Çünkü ruhun böyle binitlere ihtiyacı yoktur. Nitekim ölenlerin ruhu da bu tür binitlere muhtaç olmadan yukarılara çıkar. Demek ki, Burak ve Refref aynı zamanda, Hz. Muhammed (asm)’in miracının hem ruh hem de bedenle birlikte yapıldığının bir işaretidir.

c. Hz. Peygamber (asm)'in mirac hadisesini anlatan Necm suresi, İsra suresinden daha önce indiği halde, Kur’an’da tertip itibariyle İsra suresi daha önce zikredilmiştir. Çünkü insanların zihinleri tanıdık oldukları alanlarda daha iyi çalışır. Bu sebeple, önce Mekke’den Kudüs’e olan seyahat kısmı olan İsra hadisesine yer verilmiştir.

İşte Burak’ın olması da bu hikmete uygundur. Çünkü insanlar bir kimsenin hiçbir araç olmadan kısa bir zamanda uzun bir mesafeyi katetmesini akıllarına sığıştıramazlar. Bir binitin varlığı -olağanüstü de olsa- yine de insanlara böyle bir yolculuk ihtimalini düşünme fırsatını verir. Çünkü genel olarak o günkü Mekkeliler, Kudüs’e yaya değil, deve veya at gibi binitlerle yolculuk yaparlardı. İşte Burak, Mekke müşriklerine bu düşünme fırsatını sağlamıştır.

d. İsra’da Burak, Miraçta Refref varlığının önemli bir hikmeti de Hz. Muhammed (asm)’e verilen değerle ilgilidir. Onu huzuruna davet ederken, Hz. Cebrail (as) gibi en büyük bir meleği davetçi olarak gönderen Allah, onu bir binite bindirip dizginini Hz. Cebaril’in eline vererek huzuruna alması, hem (Burakla) yeryüzü, hem de (Refrefle) gökyüzü sakinlerine, Elçisinin, kendi katındaki kadr-u kıymetini göstermesi, miracın yalnız ona tahsis edilmesiyle özdeşleşen bir ihsan ve ikramdır. 

e. Burak kelimesinin berk (yıldırım) maddesinden türemiş olduğu apaçıktır. Peygamberimizin hadisinde onun tanımlanmasına göre, “ayağını gözünün (gördüğü yerin) son noktasına basar." Bu ise şimşek ve elektrik süratini anlatır. Biz bu prensiple İsra'nın süratini bir dereceye kadar düşünmek ve böyle bir nakliye vasıtası üzerine binenin elektrikten etkilenmeyerek hiç sarsılmaksızın tam sükunet ve huzur içinde mesafeyi katlayabileceğini düşünebiliriz. Ve bu şekilde Burak ve Mirac vasıtalarının özel olarak tahsisine bir hikmet yönü de düşünebiliriz. (bk. Elmalılı, Hak Dini ilgili ayetin tefsiri)

Alusi'nin naklettiğine göre, Resulullahın İsra gecesi biniti beş tane idi:

Birincisi, Beytü'l-Makdis'e kadar Burak.

İkincisi, dünya göğüne kadar Mirac (manevi asasnsör).

Üçüncüsü, yedinci göğe kadar meleklerin kanatları.

Dördüncüsü, Sidre-i Münteha'ya kadar Cibril'in kanadı.

*

Cebrâil (a.s.) her şekle girebilir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) onu biri vahyin başlangıcında Hıra'dan Mekke'ye gelirken, diğeri Mirâc'dan dönüşte Sidretü'l-Münteha'da olmak üzere iki defa kendi aslî şekliyle görmüştür. (es-Saâtî, el-Fethu'r-Rabbânî, VIII, 5).

Cebrâil (a.s.) bazan da insan kılığına girerek Rasülullah (s.a.s.)'a vahiy getirirdi. Bu durumda çoğu kez yakışıklı ve genç bir sahabî olan Dıhye el-Kelbî (ra)'nin sûretinde görünürdü. (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX / 35).

Dıhye, sima olarak sahabelerin en yakışıklılarından olup, beyaz tenli idi. Kaynaklar ittifakla, bazen Cebrail Aleyhisselamın onun kılığında göründüğünü nakletmektedirler. Durumu öğrenen sahabeler bazen Peygamber Efendimizin (s.a.s.) yanında oturan kişinin Cebrail (as) veya Dıhye (ra) olduğu hususunda tereddüt ediyorlardı.

Cebrail Aleyhisselamın insan suretinde sahabelere görünmesi Peygamber Efendimizin (s.a.s.) bir mucizesi olarak gerçekleşmiştir. Bir başka önemli husus da nurani varlıkların insanlar gibi belli kayıtlar altında bulunmadıklarından ötürü aynı anda muhtelif yerlerde görülebilmeleridir. Mesela, Cebrail Aleyhisselam Dıhye suretinde Peygamber Efendimizin (s.a.s.) yanında bulunup sahabelere görünürken, aynı zamanda başka bir hizmeti de ifa edebilmektedir

Dıhye (ra), Peygamber Efendimizin (s.a.s.) vefatından sonra Hazreti Ebubekir (ra) zamanında Suriye seferine katıldı. Hazreti Ömer (ra) zamanında, Yermük Savaşı'na kumandanlık yaptı. Suriye'nin fethedilmesinden sonra Şam'a giderek Mizze semtine yerleşti. 670 tarihinde Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Cebrâil (a.s.) İsrâ ve Mirâc hadîsesinde Rasûlullah (s.a.s.)'a Mekke'den Kudüs'e ve oradan Sidretü'l-Münteha'ya kadar eşlik etmiştir. (Buhârî, Bed'u'l-Halk 6; Salât 1)

*

Kâbe kavseyn: KAVS, Ma'lûm ki yay demektir. KAB de yayın kabzasiyle giriş mehalli olan iki köşe aralığına denir ki bir yayda iki kab bulunur. Bu ma'nâ ile ba'zıları burada kalb tarikıyle bir kavsin iki kabı demek olabileceğini söylemişlerdir. 

Yayın kabzasiyle kirişi arasında da kab denilebildiği söylenmiştir. Mızrak, değnek, arşın, boy, kulaç, adım, karış, parmak uzunluk ölçüsü olarak kullanılmış olduğu gibi kavs de öyle bir uzunluk ölçüsü olarak kullanılmıştır. Hicaz dilinde kavsın zira' ma'nâsına geldiği ve İbni Abbastan burada bu ma'nâya olduğu da söylenmiştir. Buna göre « kâbe kavseyn » iki arşın kadar demek gibi olmuş oluyor.

Lâkin burada daha güzel bir yorum nakledilmiştir. Şöyle ki Araplar cahiliyyede bir ittifak kurmak üzere anlaşacakları zaman iki yay çıkarır birini diğerinin üzerine koyarak ikisinin kabini birleştirir, sonra ikisini beraber çekip onlarla bir ok atarlar. Bu onların her birinin rızası diğerinin rızası, kızgınlığı diğerinin de kızgınlığı olup, aksi mümkün olmayacak şekilde söz birliği ettiklerini gösteriyordu.

Bu anlamda kab, mikdar ma'nâsına değil, iki kavsin birlik manzarasını gösteren kabza ile giriş arası demek oluyor.

Görülüyor ki bu ma'nâ hem diğerinden daha fazla bir yakınlık tasvir ediyor, hem de ma'nevî bir yakınlığı gösteriyor. Ayetteki “ev” ifadesi hattâ daha yakın ma'nâsına bir yükselişi ifade eder. 

Bu manevi yakınlaşmanın kiminle olduğu farklı anlaşılmıştır.

1. Peygamberimiz Hz. Cebrail’e yaklaştı ve ondan vahiy aldı.
2. Peygamberimiz Hz.Allah’a öyle yaklaştı ki, vahyi ondan, Cebrail dahil hiçbir vasıta olmadan aldı. (bk. Hamdi Yazır, Necm Suresinin 9. Ayeti)

Ayette geçen "kâbe kavseyn" makamını "imkân ile vücup ortası" diye tefsir etmektedir. Buna göre Peygamberimiz bütün mevcudat ve mahlukat alemlerini geçmiş ve onları arkasına almıştır. Fakat vücup alemi Allah’a ait bir sıfat olduğundan ve Allah vacibu'l vücut olduğundan, o aleme bir mahlukun girmesi mümkün olmamıştır. İşte bu ikisinin ortasına "kâbe kavseyn" demektedir. Bu makamda Allah’ı görmüş ve ondan vahiy almıştır.

*

"Sidretü'l-müntehâ", son sidre demektir ve izâfi bir terkiptir.

Münteha: İsm-i mekân ya da mimli mastar olan bu kelime, "nihayet sidresi" veya "son sınır sidresi" anlamını ifade eden bir isimdir. Sidre, ağaç demektir. Kamus Tercemesi'nde sidre ile ilgili şu bilgiler vardır.

"Sidr"in kesri ve n sükunu ile okunur. Nebk ağacına verilen bir isimdir. Buna Arabistan kirazı da denir ki, Trabzon hurması da aynı nevidendir. Bu kelimenin müfredi sidre, çoğulu, siderât, sidirat, sider ve südür şeklinde gelir. Adı geçen bu ağaç, iki çeşittir. Birisi büstânî (bahçeye mahsus)dir ki meyvası hoş olup yapraklarıyla da yıkanılmaktadır.

Diğeri de berrî (toprağa mahsus)dir ki bunun meyvası tatsızdır. Her ikisinin de gölgesi gayet koyu, hoş ve hafiftir."

Bu kelime de ayrıca bir hayret mânâsı da vardır. Seder ve sederat göz kamaşmak ve hayran olmak demektir. Bunun binâ-i nev'isi de bir nevi hayrete düşmeyi ifade eder. Bu sebeble müfessirler sidretü'l-müntehâyı, her iki mânâyı da gözeterek tefsir etmişlerdir. Bu konudaki farklı yorumları şöyle sıralamak mümkündür:

1. Sidretü'l-müntehâ, yedinci semada bir hadise göre de altıncı semada Arş'ın sağ tarafında bulunan bir nebk ağacıdır ki müttakilere vaad edilen cennetin nehirleri, (bk. Muhammed, 47/15) onun altından çıkar. Hz. Peygamber (s.a.v)'in meyvasını tacın püsküllerine, yapraklarını da fil kulaklarına benzeterek tavsifde bulunduğu bu ağaç hakkında şunları söylediği rivayet edilmiştir:

"Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yetmiş sene yol alsa yine katedemez. Bir yaprağı ümmetin hepsini örter." 

"Öyle bir ağaç ki bir binici onun gölgesinde yüz sene gitse katedemez. Bir yaprağı bütün ümmetin üzerini örter."

Bu haberler, söz konusu ağacı, mahlukatın cisim ve boyutları bakımından aldıkları son şekil, ve emir âleminin sınırına dikilmiş bir ağaç, bir "oluşum ağacı" olarak göstermektedir. İbnü Mes'uddan gelen bir rivayette onun şöyle dediği görülür:

"Sidretü'l-müntehâ, cennetin uc kısımlarında bulunan bir yerdir. Üzerinde ise Sündüs ve İstebrak'ın etekleri vardır." 

Keşşâf'da da "Sidretü'l-müntehâ sanki cennetin bitiş noktasındadır." şeklinde bir ifade vardır. İbnü Abbas ve Ka'b'dan nakledildiğine göre Sidretü'l-müntehâ, arşın altında bulunan bir ağaçtır ki, melekler, nebiler ve mahlukat içinde bulunan âlimlerin ilmi sonuçta ona ulaşır. Ondan ötesi ise gaybdır, Allah'tan başkası bilemez. Dahhâk'tan yapılan bir rivayette de şöyle denilir: "Allah'ın her emri ona ulaşır..." Görüldüğü gibi bütün bu sözler, müntehâ kelimesinin ifade ettiği anlamı açıklayıcı mahiyettedir. 

2. Fahreddin Râzî de tefsirine ikinci sırada kaydettiği bir görüşte şunları söyler: "Sidre, "rakib" den "rikbe" gibi bina-i merre olarak alınırsa bu takdirde sidretü'l-müntehâ, hayret-i kusuâ (en son hayret) mânâsını ifade eder." Yani akılların, daha fazla hayret tasavvur edilmeyecek derecede hayrette kaldıkları bir makamda, Hz. Peygamber hayrete düşmedi, şaşmadı, kendisini kaybetmedi ve gördüğünü gördü, demektir. Ancak yine de Râzî, sahih olarak, ilk verdiği rivayeti kabul etmektedir.

3. Ebu's-Suud'un da bu konuda şöyle dediği görülür. "Ve sonunda senin Rabbine varılacaktır." âyetine göre müntehâdan maksat, Allah'tır. Bu yüzden Sidretü'l-Müntehâ da, mülkün mâlikine izâfeti kabilinden "Allah'ın sidresi" mânâsını ifade edebilir."

KUR’AN-I KERİMDE İSRÂ VE Mİ’RAC

Feyiz ve bereketin coştuğu mübarek gecelerimizden biri de Mi'raç Gecesidir. Miraç ,bütün süfli duygulardan, beşeri hislerden ter temiz bir kulluğa, en yüce mertebeye terakki ediştir. Resulullahın ( a.s.m.) şahsında insanlığın önüne açılmış sınırsız bir terakki ufkudur.

Bu ulvi seyahat, mucizelerin en büyüğüdür. Mi'raç mucizesi Kur'ân-ı Kerimde âyetlerle anlatılmış ve varlığı inkâr edilemeyecek bir şekilde ortaya konmuştur. Bir bütün olarak ele alınması gereken isrâ ve mi’rac mucizesi, biri İsrâ diğeri Necm süresi olmak üzere Kur’an-ı Kerim'de iki sürede geçmektedir.

1. İsrâ Süresi:

"Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir." (İsrâ, 17/1)

2. Necm Süresi:

"O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Onu muazzam kuvvetlere, üstün bir akıl ve dirayete sahip Cebrail öğretti ki, kendisine gerçek suretiyle görünmüştür. O, ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hattâ daha da yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah'ın kuluna vahyetti. Onun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi onun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki, onu bir kere daha hakikî suretinde, Sidretü'l-müntehâda gördü ki, onun yanında Me'vâ Cenneti vardır. O zaman Sidre'yi Allah'ın nuru kaplamıştı. Göz ne şaştı, ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabbinin âyetlerinden en büyüklerini gördü." (Necm, 53/4-18)

Yukarıdaki ayetlere baktığımızda, birincide yani İsrâ süresinde Hz. Peygamber (s.a.v)’in Mescid-i Haram yani Mekke'den Mescid-i Aksa yani Kudüse götürüldüğünü görüyoruz. Bu bölüme İsra denmektedir.

İkinciye yani Necm süresinde ki ayetlere baktığımızda ise Hz.Peygamber (s.a.v)’ın Sidretü'l-müntehanın yanında, Cennetü'l-me’vanın yakınında Cebrail Aleyhisselamı bir kez daha gördüğü, hem de yeminle anlatılmaktadır. Bu ise mi’raçtır.

- Mi'raç nasıl oldu?

Mi'raç, Receb ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakk'ın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.

Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miracını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.

Bir rivayette Hz. İsa'nın doğduğu yer olan Betlaham'a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü's-Sahra'nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Mi’raca yükseldi. 

Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Âdem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler.

Mi'raç hadisesi Ebu Hureyre, Ebu Zer, Ebu Said-i Hudri, Enes b. Sa'saa tarafından bizzat Rasülüllah (s.a.v.)'den rivayet edilmiştir. Bu rivayetler, Buhari, Müslim ve Nesai gibi Kütüb-ü Sitte'nin meşhur kitaplarında mevcuttur. Biz, bu değişik rivayetleri birleştirerek nakledeceğiz.

Peygamberimiz (s.a.v.), şöyle buyurmuşlardır:

''Bir gece, halam ümmü Haninin evinde (bir rivayete göre Kâbe'de) iken Cebrail (a.s.) geldi.

''Ey muhterem Nebi! Yargılayıcı olan Rabbin huzuruna varmak için kalk, melekler seni bekliyor.'' dedi.

“Göğsümü göbeğime kadar yardı. Kalbimi çıkarıp, iman dolu bir altın tasta yıkadı. Tekrar yerine koydu. Bundan sonra katırdan küçük ve merkepten büyük, beyaz renkte Burak adında bir hayvana bindirildim. Bu hayvan, her adımını, gözün görebildiği son noktaya atıyordu. Bir anda Mescid-i Aksaya geldik, Cebrail Burakı, bütün peygamberlerin, hayvanlarını bağladıkları bir halkaya bağladı. “

“Mescitte diğer peygamberlerin ruhları temessül etti. Bize selâm verdiler. Ben de selâmlarına karşılık verdim. Cebrail bana,

''Öne geç ve nebilere iki rekât namaz kıldır.'' dedi. Ben de imam olup namazı kıldırdım.

Cebrail bana biri süt, biri şarap dolu iki kap getirdi. Ben sütü içince ''yaratılışına uygun olanı seçtin.'' dedi. '' 

Ebu Said-i Hudrinin rivayetine göre, Peygamber Efendimiz şöyle devam ettiler: 

''Bundan sonra bir Mi'rac (merdiven) getirildi ki, ben ondan güzel bir şey görmedim. O mi'rac, ölülerinizin, ölürken gözlerini diktikleri şeydir. Ölülerin ruhları da bu merdivenden yukarı çıkar. Cebrail beni bu merdivenden HAFAZA kapısına kadar çıkardı. Yeni dünya semasına kadar bir anda geldik. Burada Cebrail, semanın açılmasını istedi ve orada şöyle bir konuşma geçti. İçerden soruldu:

- Sen kimsin?
- Ben Cebrail’im.
- Yanındaki kim?
- Muhammet (s.a.v.)
- Yaa! O, resul olarak gönderildi mi?
- Evet. “

“Hemen kapıyı açtılar ve beni selâmladılar. Bir de ne göreyim semayı muhafaza eden İsmail isminde müvekkel büyük bir melek yanında yetmiş bin melek ve o meleklerden her birinin yanında da yüz bin melek var.”

''Bunlardan ayrılınca; bünyesi yaratılışından beri hiç değişmemiş bir adamın yanına geldim. Kendisine zürriyetinin ruhları arz edilince; mümin ruhu ise, ''Ne güzel, ne hoştur!.. Bunun kitabını İlliyyin'de kılın!'' diyor; kâfir ruhu ise, ''Ne kötü ruh, ne fena rayiha!.. Bunun kitabını Siccil'de kılın'' diyor.''

'Ya Cebrail, bu kimdir' diye sorduğunda ''Baban Âdemdir.'' diye cevap verdi. O, bana selâm verdi ve 'Hoş geldin ey salih nebi, ey salih evlât'' diye karşıladı.''

''Burada bana Cehennem gösterildi. Orada, çeşitli şekillerde azab gören kavimler gördüm. Dudakları deve dudağı gibi bir kavim gördüm ki, başlarına birtakım memurlar konmuş, dudaklarını kesiyorlar. Bunların kim olduklarını sorunca Cebrail, yetim malı yiyenler olduklarını söyledi. “

“Yine orada cife (pislik) yiyen zinakârlar, kendi etlerini yiyen gıybetçiler, yerlerde ve Firavun hanedanının ayakları altında çiğnenen faizciler, baş aşağı ayaklarından asılmış, zina eden ve çocuklarını öldüren kadınlar gördüm.''

''Sonra ikinci semaya çıktık. Orada Yusuf (a.s) ile buluştuk. Yanında ümmetinden kendisine tabi olanlar da vardı. Yüzü ayın on dördü gibiydi. Onunla da selâmlaştık.''

Peygamber Efendimiz, üçüncü semada iki teyze zade Yahya ve İsa (a.s.) ile; dördüncü semada idris (a.s) ile, beşinci semada Harun (a.s) ile ve altıncı semada Hz. Musa (a.s.) ile görüştü. Onların da hepsi ''Hoş geldin ey salih kardeş, salih nebi'' dediler.

Resul-i Ekrem, anlatmaya devam ediyor:

''Daha sonra yedinci semaya geçtik. Orada İbrahim (a.s) ile buluştum. Sırtını Beytü'l Mamura dayamış; beni selâmladı. ''Hoş geldin ey salih nebi!.. Hoş geldin ey salih evlât'' dedi. Burada bana denildi ki, ''işte senin ve ümmetinin mekânı.'' Sonra Beytü'l Mamura girdim, içinde namaz kıldım. Bu beyti her gün yetmiş bin melek tavaf eder ve bir daha kıyamete kadar tavaf için bunlara sıra gelmez.''

Peygamber Efendimiz, burayı anlatırken şu âyet-i kerimeyi okudular:

''Rabbinin askerlerinin (adedini) ancak Rabbin bilir.'' (Müddesir, 74/31)

Peygamberimiz yedinci semada gördüklerini anlatmaya devam ediyor:

''Burayı gezerken bir ağaç gördüm ki, bir yaprağı bir ümmeti bürür. Ağacın kökünden bir memba akıyor ve ikiye ayrılıyordu. Cebrail'e bunu sorduğumda dedi ki: 'Şu rahmet nehri, şu da Allah (c.c)'ın sana verdiği Kevser Havzıdır.' Rahmet nehrinde yıkandım. Geçmiş ve gelecek günahlarım affedildi. Sonra, Kevser yolunu tutarak Cennete girdim. Orada göz görmedik, kulak işitmedik, beşerin hayal ve hatırına gelemeyecek olan şeyler gördüm."

Resul-ü Ekrem, lâhut aleminin bu en yüksek yerinde Refref denilen bir vasıta ile Allah'ın dilediği yere geldi. Bir rivayette, Peygamberimiz şöyle buyururlar:

''Sidre'den sonra öyle bir yere yükseldim ki, kaza ve kaderi yazan kalemlerin çıkardıkları sesleri duydum. Arşın altına geldiğimde, Arşın üstüne baktım; ne zaman var, ne mekân, nede cihet. Rabbimin şu lâhuti sesini işittim; 'Yaklaş ey Muhammet!" Ben de kâbe kavseyn miktarı yaklaştım."

"Rabbimin ilhamı ile şunları okudum: 

'Ettehiyyatü lillâhi, vessalâvatü, vettayibatü' Bunun üzerine Allah (c.c) şu mukabelede bulundu: ''Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi veberekâtühü'' (Ey Nebi, selâm sana olsun, Allah'ın rahmeti ve bereketi de sana olsun. Ben tekrar; 'Esselâmü aleyna ve alâ ibadillâhissalihin (Selâm bizim ve Allah'ın salih kullarının üzerine olsun) dedim. “

Sonra bu hadiseye baştan beri şahit olan Cebrail ( a.s) eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve rasülühü' Ben şahadet ederim ki, Allah birdir. Ondan başka ilah yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammet, Allah'ın kulu ve elçisidir.) dedi.''

Rasülüllah Efendimiz, Rabbinden birçok vahiyler alarak, aynı yollardan geri döndü. Hz. Musa ( a.s)’nın yanına gelince; Hz. Musa, ''Allah sana neler emretti?'' diye sordu. Peygamberimiz de "elli vakit namaz"la emr olunduğunu söyledi. Hz. Musa, ''Ya Rasûlâllah, elli vakit namaz çoktur. Bu, senin ümmetine fazla gelir, yapamazlar. Rabbine iltica et de hafifletsin.'' dedi.

Bunun üzerine Hz. Muhammet (s.a.v) tekrar geri dönüp namazın hafiflemesini istedi. Önce on vakit kaldırdı. Peygamberimiz Hz. Musa ( a.s) nın yanına gelip durumu bildirince; Hz. Musa, bunun da çok olacağını söyledi. Bu minval üzere Peygamberimiz birkaç kere geri dönerek Rabbine iltica etti. Böylece; namaz beş vakte kadar indirildi.

Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü...

*

KANDİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bütün kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gereken önemli birtakım af ve mağfirete nail olma, ecir ve sevap kazanma, manevî terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza-i İlâhiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler hâlinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta yarar var:

1. Kur'ân-ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur'ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah'a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.

2. Peygamber Efendimiz (sas)'e salât ve selâmlar getirilmeli; O'nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.

3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli. 

4. Tefekkürde bulunulmalı; "Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah'ın benden istekleri nelerdir?" gibi konular başta olmak üzere, hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.

5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı ve şimdinin ve geleceğin plân ve programı çizilmeli.

6. Günahlara samimi olarak tövbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede bulunulmalı.

7. Bol bol zikir, evrad ve ezkarda bulunulmalı.

8. Mü'minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.

9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.

10. Kişi kendine ve diğer mü'min kardeşlerine hattâ isim zikrederek dualar etmeli.

11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.

12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.

13. O gece ile ilgili âyetler, hadîsler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.

14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; vaaz ve nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilâhî ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.

15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.

16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Cenab-ı Hakk'a niyazda bulunulmalı.

17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.

18. Hayattaki manevî büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e-mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.

19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.

"Mübarek gecelerin ihyası ile ilgili hususi bir ibadet mevcut değildir. Namaz, tilavet-i Kur'ân, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir...

Mübarek gecelerde kılınan bazı hususi namazlar sünnette mevcut değildir; muteber bir rivayete de istinad etmezler. Bu, 'O gecelerde namaz kılmak mekruhtur.' anlamına gelmez. Teheccüd ve nafile namazları teşvik eden rivayetler çoktur.

Bunların mübarek gecelerde yapılması elbette daha faziletlidir." (bk. Canan, Kütüb-ü Sitte, 3/289).

Kandil gecelerine ait olduğu kaydedilen namazları da ayrıca kılmakta bir beis yoktur; sevaptan hâli değildir.

*

Peygamber Efendimiz (sas)'in hadisleri yalnız Buhari ve Müslim'de geçen hadislerden ibaret değildir.

 “Ben mi’racdan daha güzel bir şey görmüş değilim.”20

diyen Peygamberler Sultanı, mi’rac yüceliklerinden âdeta bir vefa duygusuyla geri dönerken yanında ümmetine çok büyük hediyeler getirmiştir.

Birincisi: Beş vakit farz namazı getirmiştir. İhsan şuuruyla kılınan namazlar, ümmetin mi’rac asansörleri olacaktır.

İkincisi: “Âmenerrasûlü” diye bilinen âyetleri getirmiştir. [Bakara, 2/285–286]. 

Üçüncüsü: İsra sûresi’nin 22–39. âyetlerinde21 bahsedilen on iki adet İslâm prensibini getirmiştir.22 

Dördüncüsü: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölen kimselerin günahlarının affedileceği ve Cennet’e girecekleri müjdesini getirmiştir.

Beşincisi: İyi amele niyetlenen kişiye onu yapamasa bile bir sevap; eğer yaparsa on sevap yazılacağı; fakat kötü amele niyetlenen kişiye onu yapmadığı müddetçe hiçbir günahın yazılmayacağı; ancak işlediği zaman da sadece bir günah yazılacağı müjdesini getirdi.

Bir diğer hediye de Mi’rac Gecesi Allah ile karşılıklı selâmlaşma ve sohbetlerinden bazı sözleri getirmiştir ki "et -Tahiyyâtü" diye meşhur olan bu sözler, bütün namazlarda teşehhütte otururken okunmakla Mi’rac'da Allah ile Habibi (sas) arasındaki o kutsî sohbeti hatırlatmakta ve benzerî bir mükâlemeye namaz kılanı mazhar etmektedir.

Camilerde cemaatle kılınan akşam ve yatsı namazları ve okunan Kur'ân’larla kıvamını bulan ruhlar, daha sonra evlerine çekilmeli, evlerindeki mescid–i haram mesabesindeki odalarından seccade "burak"ına binerek ilham cebrail’i eşliğinde ihlas mescid–i aksa’sına varmalı; orada gözyaşıyla karışık bir kâse mânâ sütü içtikten sonra secdelerin mi’racıyla yükselip âyetlerin kanatlarında ruhunun mülk ve melekût semalarına yelken açmalı.

Her rek’atta âdeta bir kat yukarılarına doğru yücelmeli, kendi kemal sidre–i müntehalarında pervaz etmeli, nihayet insanda arş–ı azam mesabesindeki kalbin derece–i ufkuna urûç ile tâ kâbı kavseyne ulaşıp

“et–tahiyyâtü”nün sırrıyla huzur–u kibriya’da sünûhât ve ilhâmât ötesi bir nevi mükâleme–i İlâhiye ve müşahede–i Rabbâniyeye mazhar olmalıdırlar.

Miraç Kandiliniz mübarek olsun

Bu mübarek gecenin feyzi üzerinize, rahmeti geçmişinize, bereketi evinize, nuru ahiretimize sıcaklığı yuvamıza dolsun. Yüce Allah'ın rahmeti ve mağfireti üzerinize olsun. 

Bu mübarek gecede dualarınız kabul, günahlarınız affedilsin inşallah.

 

Selam ve dua ile...

 

İlyas KAPLAN

( Miraç Gecesi Hadiseleri .kuran Ve Hadisler Işığında İzahı.. başlıklı yazı redfer tarafından 6.02.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.