M.
NİHAT MALKOÇ
“Limon
çiçeklerinden daha aydınlık göğsün
Körfez suları gibi kabarıp alçalıyor.
Seslen bana dağların ardında kalan çocuk
Antalya’da
saatler şimdi kaçı çalıyor.”
(Yaz Sevdası -Baki Süha
Ediboğlu)
Medine’den bugünlere
şehrin serencamı…
“Şehir”
kelimesi “Medine” kelimesinin karşılığıdır bizde. “Şehirleşmek, kent hayatı”
şeklinde ifade edilen “medeniyet” de bu kelimeden türetilmiştir. Medeniyet
kavramını tam karşılamasa da günümüzde ‘medeniyet’ kelimesi yerine “uygarlık”
sözü de kullanılmaktadır.
Medenî
olanların yaşadığı yerdir şehir. Daha doğrusu düne kadar öyleydi. Zira dünden
bugüne dek medeniyetler hep şehirlerde inşa edilmiştir. Fakat zamanla
şehirlerde de bozulmalar olmuş, o eski medenîler mumla aranmıştır şehirlerin
cadde ve sokaklarında.
Günümüzde
insanların rağbet ettiği şehirler, insana ne çok benzerler. Onların da bir
bedeni, bir de ruhu vardır. Şehrin “ev, okul, cami, yol, köprü” gibi maddi
unsurları onun bedenini teşkil eder. Şehirdeki insanların birbiriyle olan
ilişkileri de onun ruhî yanını gösterir. Aslında şehir dediğimiz şey de bu iki
parçanın bütünleşmesinden oluşmuş bir organizmadır.
Şehirlerin
bir ruhu olduğu gibi, bir de dili vardır. Bu dil, şehrin medeniyetinin
tercümanıdır. Kadim zamanlarda oluşmuş bu dil,
her gün yeni kelimelerle zenginleşir; ifade kudreti artar. O dil, gün
gelir günlük güneşlik şarkılar, telden dile yayılan türküler söyler. Bu eşsiz nağmeler, moderniteyle gelenekselin
kaynaşmasıyla oluşmuş farklı seslerin ahengidir.
Ruhu ve
dili olan şehirlerde yaşamak en büyük bahtiyarlıktır. İşte ruhu olan
şehirlerden biri de her dem Akdeniz’le söyleşen, Türkiye’nin turizm başkenti
Antalya’dır.
Her şehir kendi türküsünü söyler gece gündüz, bir
ömür… Bazen gurbet, bazen sıladır türkülerin mızraptan yüreklere düşen tınısı.
Her kent kendi şarkısıyla hemhâl olur. Bu bazen hüzzam, bazen muhayyer, bazen
de sultân-ı yegâhtır gönülleri titreten…
Bir şehri sevmek, onunla hemhâl olmaktır
Bir
şehri sevmek, onunla hemhâl olmaktır. Onun kederini de, sevincini de ta yürekten
hissetmek, her şeyde paydaşı olmaktır. Bir şehri sevmek, onun bereketli
yağmurlarıyla hicran gözyaşlarını karmaktır. Bir şehri sevmek sevgiye derin mânâlar
yüklemektir. Bir şehri sevmek, onunla dönüşü olmayan yolculuklara çıkmayı göze
alabilmektir. Bir şehri sevmek, sevginin sebebini sevgide bulmaktır. Bir şehri
sevmek, benliğini o şehrin benliğinde eritmektir. Bir şehri sevmek, hasretin
közünde yanmayı göze alabilmektir.
Türk
şiirinin ve romanının yüz akı Ahmet Hamdi Tanpınar öyle sevmişti İstanbul,
Ankara, Bursa, Konya ve Erzurum’dan mürekkep “Beş Şehir”i. Onlara duyduğu muhabbeti iki kapak arasına
alarak ebedileştirmişti. Onun “Beş Şehir” dışında da sevdikleri vardı şüphesiz.
Fakat onlar için müstakil bir kitap yazmamış, onlara duyduğu derin hissiyatı
deneme, makale ve mektuplarında dile getirmişti. Bu şehirlerden biri de
Antalya’dır.
Usta
kalemi ve samimi kelâmıyla edebiyatımıza “Huzur” getiren, sanat dünyamızın ulu
çınarlarından Tanpınar, “Antalyalı Genç Kıza Mektup” adlı mektup türündeki enfes
yazısında edebiyata dair düşüncelerini enine boyuna dile getirmişti. Tanpınar
bu mektupta da belirttiği gibi babasının memuriyetinden dolayı(babası kadıydı)
liseyi 1918-1919’lu yıllarda Antalya’da okumuştur. Bu yüzden çocukluğunun bir
kısmı bu güzel şehirde geçirmiştir.
Antalya,
Ahmet Hamdi Tanpınar için çok mühim ve kadim hatıraların otağıdır. Tabir caizse
bir düşler meşceridir. Şayet o ölümsüz kitabının adını “Beş Şehir” değil de,
“Altı Şehir” koysaydı o altıncı şehir şüphe yok ki, çocukluğundan derin izler
taşıyan, Antalya olurdu. Zira Antalya onu “bir hülya adamı” yapmıştır. Buram
buram hasret kokan ilk şiirlerini, kâh (Ak)denize bakarak, kâh coşkun lodos
dalgalarını temaşa ederek bu büyülü coğrafyada tasavvur etmiştir. Tanpınar bunu
söz konusu mektupta şöyle belirtir: “Bulunduğunuz memleketin, belki de orada
doğdunuz, hayatımda mühim bir yeri vardır. Sizin sahillerinizde, o denize
bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az
verimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken ilk şiirlerimi tasavvur ettim ve
edebiyattan başka bir şey yapamayacağımı anladım. Yavaş yavaş bir hülya adamı
oldum.”
"Antalyalı Genç Kıza Mektup" ve Huzur'un huzursuz adamı
Tanpınar
1901’de
İstanbul'da doğan Ahmet Hamdi Tanpınar, babasının görevi gereği 1916 yılının
sonbaharında Antalya’ya geldi. Antalya Sultanisi’nde öğrenimine devam eden
Tanpınar, o günlere dair anılarını “Antalyalı Genç Kıza Mektup” ve “Huzur”
romanında anlatmıştır. İnsanın çocukluk yıllarında yaşadıkları öyle kolay
kolay unutulmaz. Çocukluğa dair hatıralar hafızalara kazınır. İşte Tanpınar’ın
Antalya’ya dair hafızasına kazınanlar:
“Antalya'ya
1916 sonbaharında geldik. Epeyce büyümüştüm. Tek başıma, geceleri deniz
kıyısında veya kayalıklarda, Hastahanebaşı'nda gezmek hakkım vardı. Karanlık
epeyce inip de kayaların gölgesi beni korkutana kadar orada kalırdım. Denizin
iki manzarası beni çıldırtırdı. Biri bu kayaların sahile bakan yerinde sabah ve
akşam saatlerinde durgun denizin ışığıyla dipteki taş ve yosunlarla aldığı
manzara, biri de öğle saatlerinde güneş vuran suyun elmas bir havuz gibi
genişlemesi. Bunlar benim muhayyilem için büyük manaları olan şeylerdi. Bu
manalar sade güzel değildiler, bana bir türlü çözemediğim bir hakikati veya
sırrı anlatıyorlardı. Bir gün İstanbul'a tahsile gönderecekleri gün,
Hastahanebaşı'na giden bu manzara ile bir daha karşılaştım. Fakat büsbütün
başka şekilde. Dostlarım Ali Kemahlı ile Nail'in evlerine gidiyordum. Bu evle
yandaki evin arasındaki boşluktan yine güneşin bütün bir saltanat içinde
dinlendiği durgun denizi gördüm. Hiçbir şey insana bu kadar yakın ve buna
rağmen ezici şekilde güzel olamazdı. Manzara, söylediğim gibi, benim için yeni
değildi. Gideceğim evin denize bakan herhangi bir yerinden Nail ile dama
oynadığımız taraçadan da görebilirdim. Fakat o anda yeni bir şey gibi
görüyordum. Bir iki dakika büyülenmiş gibi bu manzaraya baktığımı hatırlıyorum.
Denizin ve aydınlığın dersi miydi? Böyle olsa bile o anda zihnimde herhangi bir
vuzuh yoktu. Sadece mühim bir şey olduğunu biliyordum. Zaten gördüklerimi zihnî
hayatıma nakledebilecek bir bilgim yoktu…./…1921 yılında tekrar Antalya'ya
tatil için döndüğüm zaman bir gün yine Hastahanebaşı yolunda iki evin arasında
tekrar güneşle birleşmiş, güneşin havuzu ve sarayı olmuş bu su ile karşılaştım.
Manzara sadece muhteşemdi. Fakat bu güzellik bana acayip bir ölüm düşüncesi
arasından geldi. Hiçbir şey bu kadar insana yakın, buna rağmen bu kadar ezici,
ondan ayrı olamazdı.”
Bir
huzursuzluğun romanı Huzur’da Tanpınar’ın Antalya’ya dair izlenimlerini roman
kahramanlarından Mümtaz’ın kişiliğinde dile getirdiği görülür. İşte o
satırlardan birkaçı:
“Mümtaz
geldiğinin daha ikinci günü bir yığın arkadaş bulmuştu. Evin çocuklarıyla
beraber çıkıp geziyorlar, portakal bahçelerine, Karaoğlan’a gidiyorlardı. Hatta
şehrin dışındaki cevizliğe kadar uzanmışlardı. Mümtaz sonraları Kozyatağı’nı bu
cevizliğe benzettiği için sevmişti. Fakat ekseriya gündüzleri Mermerli’de veya İskele’de
deniz kenarında vakit geçiriyorlar, akşama yakın Hastaneüstü’ne çıkıyorlardı.
Mümtaz burada, yoldan denize kadar inen büyük kayalar üstünde oturup akşam
saatlerini geçirmeyi severdi. Bey Dağları’nın üstünde güneş, sanki kendi
ölümünün ayinini ve kendi yaldızdan ve koyu lacivert gölgelerden lahdini
hazırlıyormuş gibi, bu dağların kıvrımlarına altın ve gümüş zırhlar geçirir,
sonra alçalan ve arkaya devrilen kavis, bir altın yelpaze gibi açılır, büyük
ışık parçaları şuraya, buraya ateşten yarasalar gibi uçar, kayaların üstüne
asılırdı. Bu bir mevsim gibi bereketli, velut saatti. Çünkü gündüzleri, sadece
yosunlu, rüzgârın, yağmurun sünger gibi delik deşik ettiği taş parçaları olan
kayalar, bu saatte birdenbire canlanırlar, birdenbire, kudretleri ve cüsseleri
insanın çok üstünde, talih gibi susan ve yalnız varlıklarının içimizdeki
aksiyle konuşan bir yığın hayal varlık, Mümtaz’ın etrafını alırdı.”
Geçmişle
bugünü kucaklayan rüya şehir: Antalya…
Antalya,
denizle söyleşen, Beydağları’yla yüzleşen, zamanın iç içe geçtiği, geçmişle
bugünü kucaklayan bir rüya şehirdir. O, geçmişin özlemlerini geleceğin
umutlarıyla aynı potada yoğurur. Gelenekselle modern olanı barıştırır.
Beydağları’na Karacaoğlan’dan, Dadaloğlu’ndan türküler söyler. Bulutları
yorgan, yağmuru gözyaşı edinir kendine.
Yüzünü
(Ak)denize, sırtını Beydağları’na dönmüş büyülü bir masaldan uyanmış peridir
Antalya. Dalgalar kıyıları döverken,
rüzgâr tarar Akdeniz’in lüle lüle saçlarını…
Hayat
hep dinamiktir Akdeniz’in gözbebeği Antalya’da. Gün dipdiri yirmi dört saattir bu sevda ve muhabbet şehrinde… Bu şehir
hep iri ve diridir zaman koridorunda. Bir yanı uyusa öbür yanı uyanıktır.
Zamana direnen ve vakti kuşatandır deniz gözlü şehir. Bir şehri
yaşanılır kılan her ne varsa burada fazlasıyla mevcuttur. Sılanın bile özlemini
duymazsınız bu müşfik topraklarda. Zira hiç kimse bu şehrin gurbet olduğunu
söyleyemez; gurbet olsaydı dünyadan ve ülkemizden bu kadar insan keyfi olarak
buraya akmazdı.
Maviyle
yeşilin bütünleştiği Antalya, memleketin kardan kıştan buz tuttuğu demlerde
karın yüzüne hasrettir. Ruhları okşayan munis bir iklimi vardır bu şehrin. Bir
selâm sıcaklığında karşılar sizi bu sevda yüklü şehir; öyle sever, öyle bağrına
basar. Bir anne şefkatini bulursunuz bu şehrin kollarında. Onunla uyumak
istersiniz son uykunuzu.
Maviyle yeşilin bütünleştiği Antalya
Geçmiş
zamanı gergefinde nakış nakış işleyen bir şehirdir Antalya. Cevabı kendi içinde
olan bir bilmecedir. Asude muhabbetler gövermiştir gönül saçaklarında. Akdeniz’ın
her geçen gün daha bir parlayan yıldızıdır bu mavi gözlü şehir. Medeniyet
yarışında dörtnala giden yağız attır o... Rakiplerine Akdeniz’in dönemeçlerinde
tebessümle el sallayandır.
Ketumluğun
can sıktığı demlerde sözleri çoğaltandır Antalya. Burası sevginin, muhabbetin ve aşkın
harmanlandığı diyardır. Bir masaldan fırlamış ağırbaşlı bir bilgedir sanki.
Yüreklerin kasvetine merhemdir. Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin hülâsasıdır.
Akdeniz’in
incisi, gönlümüzün birincisidir Antalya. Bu şehir mâzi, bu şehir hâl ve bu
şehir gül yüzlü istikbaldir. Akşamları gurup vakitlerinde batan güneşine doyum
olmaz bu gizemli aşk şehrinin. Hiç sabah olmasın istersiniz bu şehrin şefkatli
kollarında.
Antalya
hiç uyanmak istemediğimiz bir uykuda gördüğümüz doyumsuz düştür. Bu rüyanın
yorumu hayra delalet eder şüphesiz. Yarınlarımız bu rüyada canlanır; uyanır
derin uykusundan. Şehir okşar başınızı bir anne şefkatiyle. Geceye dağılan
şehrayinler çocuk yanımızı emzirir. Yarısı yırtık bir siyah beyaz resimde
tebessümü donmuş silik hatıralar, kalan hüzün artığı ömrün dibacesi olur. Şehre
dair düşler ve düşünceler yeknesak hissiyatı kanatlandıran bir barış güvercini
gibi süzülür zamanın sonsuzluğunda. Zamana tanıklık eder cadde ve sokakları.
Kuytularında yankılanan ses, sessiz çoğunluğun gül renkli avazı olur.
Sözün
özüdür Antalya… Miş’li geçmiş zamanlardan şimdiki zamanlara çekilen yekpare bir
kalıptır. Heykeli dikilmiştir yürek meydanlarına. Kalpler onunla atmaktadır
günün her saatinde. Gönül tahtında fermanlar ve hükümler onundur.
Hülyalarımızın bahçesinde açan nazenin bir güldür, sevdaya tutulanların kalp
çarpıntısıdır. Güvercinlerin kanadında yemyeşil bir benektir. Antalya hayatın
ta kendisidir. Mahzun ve mağrur yüreklere yazılan bir şiirdir.
Bacasız
sanayinin merkezi: Antalya
Turizme
“bacasız sanayi” demeleri ne de anlamlıdır. Kanımca hoş bir dolaylamadır bu.
Zira turizm bir ülkenin kalkınmasında motor güç mesabesindedir. Hem bu bacadan
kirli atıklar yükselmemektedir. Dört mevsimi aynı anda yaşayabilen ender
memleketlerdendir bizimkisi. Böyle bir ülkede yaşamak ilâhî bir lütuf ve ihsandır.
Kadrü kıymetini bilelim.
Antalya,
turizm potansiyelinin büyüklüğüyle ülkemizde bacasız sanayinin merkezi sayılır.
Bu şehrin fabrika bacalarından değil, otel bacalarından kalkınmaya dair umutlar
yükselmektedir. Şehrin turizm arterleri her geçen gün ülkemize adeta döviz
basmaktadır.
Türk
turizminin başkenti Antalya’da dünyayla yarışacak düzeyde güçlü bir turizm
altyapısı mevcuttur. Antalya’da, “Oteller Bölgesi” olarak tabir edilen Lara’da
birbirinden lüks ve konforlu oteller zengin müşterilerini beklemektedir. Konforda
sınır tanımayan bu lüks oteller, hizmet kalitesinde de dünyayla yarışacak
seviyededir. Yatak sayısı her geçen gün katlanarak artmaktadır. Otellerin
mimarileri de farklı iklimlerden esintiler taşımaktadır.
Türkiye'nin
en büyük kum plajlarından birine sahip olan Lara, ince kumlu plajı, sığ ve
tertemiz denizi, yeşilin her tonunu görebileceğiniz çam ormanları ile
tatilcilerin uğrak yeridir. Buranın şehir merkezine beş, havaalanına on dakika
uzaklıkta oluşu, turistler için bir tercih nedeni olabilmektedir. Lara
Plajı’nda denize sıfır konumdaki otellerde konaklayanlar için Akdeniz yürüme
mesafesindedir. Üstelik bu otellerin hemen hepsinde havuz ve aqua park gibi
seçenekler mevcuttur. Genellikle “tatil köyü” ve “tatil oteli” kategorisinde
bulunan Lara otelleri “Her Şey Dahil” seçeneğini tercih edenler için son derece
idealdir. Buradaki turizm tesisleri yeme içme üniteleri, çocuk parkları, kır
kahveleri, diskosu, futbol sahaları, lunaparkı, sergi alanları ile tatilcilerin
bütün ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde tasarlanmıştır.
Antalya’nın göze ve gönle hitap eden turizm mekânları…
Antalya,
günün yirmi dört saatinde yaşayan, dinamik bir şehirdir. Burası birçok
milletten insanın gelip dostça, kardeşçe ve medenice yaşadığı bir uygarlık
yurdudur. Burası “gezelim eğlenelim, kâm alalım dünyadan” diyen rindane
insanların bir araya geldiği dünya cennetidir. Onun içindir ki Antalya’da kavga
ve gürültü yok, hoşgörü ve sükûnet mevcuttur.
Bu
kadar insanı aynı paydada buluşturan Antalya’nın parmak ısırtan doyumsuz
güzellikleri vardır. Bu şehir eşsiz güzelliklerini bütün insanlarla
paylaşmakta, paylaştıkça da bu emsalsiz güzellikler çoğalmaktadır. Dilerseniz
bu güzel mekânları bir hatırlayalım.
Antalya’nın
Konyaaltı ilçesi Akdeniz ikliminin en tipik yansımalarının olduğu yerdir.
Türkiye’nin tatil başkenti olarak nitelendirilen Antalya’nın batı ucunda yer
alır Konyaaltı... Mâzisi milattan önce otuzlu yıllara dayanan bu bölge, Likya
döneminde “Olbia” adıyla anılmaktaydı. Şehrin batısında falezlerin son bulduğu
yerde Antalya’nın en güzel plajlarından biri olan Konyaaltı Plajı bulunur.
Konyaaltı, Antalya Körfezi’nin en iç
noktasında, koy’un batısında yer alır, Kepez ve Muratpaşa’ya komşudur. Harika
bir doğası vardır. Tatilin olmazsa olmazları olan kum, deniz, güneş burada
kusursuz bir üçlü teşkil eder.
Karpuzkaldıran,
yazın Antalya’nın “iğne atsan yere düşmez” diye tabir edilen yerlerinden
biridir. Burası aslında askerî dinlenme ve eğitim tesisidir. Bu sebeple çok iyi
muhafaza edilmiştir. Bölgedeki deniz suyunun aşırı tuzlu olmasından dolayı on
kilo civarındaki karpuzların bile suda batmamasından dolayı “Karpuzkaldıran”
isminin buraya verildiği rivayet edilir. Burası adeta cennetten bir köşedir;
huzurun yegâne sığınağıdır.
Antalya
deniziyle, güneşiyle, kumuyla ve palmiyelerle süslenmiş geniş ve ferah bulvarlarıyla
bir dünya cennetini andırır. Burası denizin ve güneşin tadını çıkarmak
isteyenler için ilk tercihtir. Dünyada bu kadar temiz denizi Antalya şehrinden
başka hiçbir yerde bulamazsınız. Turizm başkentine de yakışan budur. Öte yandan
kıyının yeşiliyle denizin mavisinin bu kadar yakınlaştığı ve birbirine
karıştığı ikinci bir mekân bulmak müşküldür.
Antalya’nın
planlı bir yerleşimi vardır. Ulaşımı kolay bir şehirdir. Cumhuriyet Meydanı bu
şehrin merkezî noktalarından biridir. Denize bakan bir balkon hükmündedir.
Kepez;
Antalya’nın gülen yüzüdür, bedene hayat veren belleğidir adeta. Gece gündüz
huzur soluyan şehrin kollarında uyuyan nazenin bir bebek gibidir. Kepez’de atar
Antalya’nın zamana direnen zinde kalbi. Kente buradan fasılasız yirmi dört saat
kan ve can pompalanır adeta. Gelenekselle modernitenin uyumunu ve ihtişamını
görürsünüz şehrin her köşesinde.
Kültür
turizminin başkenti sayabileceğimiz Antalya, müzeleriyle de ünlü bir şehirdir.
Antalya Müzesi, Antalya Kent Müzesi, Suna-İnan
Kıraç Kaleiçi Müzesi, Atatürk Evi Müzesi bu şehrin kültürünün ve mâzisinin
günümüz aynasına düşen muhteşem akisleridir.
Akseki,
Aksu, Alanya, Demre, Döşemealtı, Elmalı, Finike, Gazipaşa, Gündoğmuş, İbradı,
Kaş, Kemer, Kepez, Korkuteli, Konyaaltı, Kumluca, Manavgat, Muratpaşa ve Serik
olmak üzere birbirinden güzel on dokuz ilçesi vardır şirin Antalya’nın. “Aksu,
Döşemealtı, Kepez, Konyaaltı ve Muratpaşa” merkezî ilçeleridir bu güzide
şehrin.
Antalya değerleriyle ve değerlileriyle bir bütündür
Şehirler,
üzerinde yaşayan sakinlerinin omzunda yükselir. Şehrin dili de, gülü de
müdavimlerinin eseridir. Şehirler, içlerinde yaşayan gayretli insanların mümtaz
eseridir. Antalya da, bu kente gönül verenlerin omzunda yükselmiştir aydınlık
çağlara… Daha mamur bir kent için, gecesini gündüzüne katmıştır Antalya
paydasında buluşanlar… Bir dünya kenti, bir turizm divası olan bu kentin
kimliğini, onun içinde yaşayanlar belirlemiştir.
Antalya
değerleriyle ve değerlileriyle dünden bugüne, bugünden yarına koşar adımlarla
yol almaktadır. Onun bu kutlu koşusuna şehrin dinamikleri olan aydınlar da
eşlik etmektedir. Bunlar arasında Abdülhamit devri sadrazamlarından “Yeğen
Mehmet Paşa”, bu şehrin tarihî eserlerini talan etmeye kalkanlara engel olan Antalya
Sultanisi Türkçe-Farsça Öğretmeni “Süleyman Fikri Bey (Erten)”, Çanakkale
Savaşı’nda 27. Alay’da savaşan dünya savaş tarihinde bir ilki başararak, 7.7
inçlik dağ bataryasının bir uçak gemisini 36 dakikada sulara gömmeyi başaran
komutan olarak tarihe geçen “Mustafa Ertuğrul”, Antalya’nın ilk mimarı “Tarık
Akıltopu”, bilge mimar sıfatıyla anılan “Turgut Cansever”, hayırsever işadamı
“Ömer Duruk”, CHP’nin eski genel başkanlarından ve ağır toplarından “Deniz
Baykal”, Antalya ve çevresinin tarihi ve folkloru üzerine araştırmalar yapan
“Hüseyin Çimrin” mevcut Dışişleri Bakanı “Mevlut Çavuşoğlu”, Atatürk’ün Diyanet
İşleri Başkanlığına getirdiği “Ahmet Hamdi Akseki”, Türkiye Cumhuriyeti’nin
altıncı Diyanet İşleri Başkanı olan “Hasan Hüsnü Erdem” Türkiye Cumhuriyeti’nin
8. Diyanet İşleri Başkanı olan “İbrahim Bedrettin Elmalı”, “Hak
Dini Kur’an Dili” isimli Kur’an tefsirini yazan “Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır”,
Antalya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni
kuran “Müftü Yusuf Talat Efendi”,
“Çil Müftü” namıyla tanınan Antalya
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti üyelisi “Ahmet Hamdi Efendi”, bütün hayatını Antalya’da dine ve din
hizmetlerine adayan “Osman Hafız Çandır” sayılabilir.
Antalya bir şiir, bir bestedir dudaklarda. Bir şehir
şiir gibi güzel olur da onun şairleri olmaz mı? Şiir güzelliğindeki Antalya’nın
birbirinden güçlü şairleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Kaygusuz
Abdal, Fıtnat Hanım, Abdal Musa, Ümmi Sinan, Vahap Ümmi, Arif Rüştü Görgün,
Hamit Macit Selekler, A. Rahim Balcıoğlu, Osman Yüksel Serdengeçti…”
Kaleiçi’nde
tarihin izinden yürümek…
Büyülü
bir coğrafyanın zamana vurduğu kadim mühürdür Kaleiçi… Helenistik, Roma,
Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin müşterek eseridir Kaleiçi, nam-ı
diğer Attalia… Milattan sonra 130 yılında Roma İmparatoru Hadrianus adına
yaptırılan Üçkapılar’dan girilir zamana ve moderniteye direnen bu sıra dışı
iklime. Tarihî dokusunu muhafaza ederek bugünlere gelebilen Kaleiçi, şehrin
gülen rüyasıdır kesme taşlarda. Ceddin bu şefkat iklimine girenler, sanki
zamanda yolculuğa çıkmış gibi hissederler kendilerini.
Tarihin
yorgun nabzı atar mâzinin aynası Kaleiçi’nde. Zaman sonsuzluğa akar gibidir
burada. Yirminci asrın ilk senesinde Sadrazam Küçük Said Paşa tarafından II.
Abdülhamit şerefine yaptırılan Saat Kulesi, bugün de ihtişamını muhafaza ederek
zamanın kutlu tanığı olur. Burada zamanın içinde mi, yoksa dışında mı olduğunuzu
anlamakta güçlük çekersiniz. Kesme taştan yapılan bu zaman kulesi, nice
buluşmalara, nice can yakan ayrılıklara şahitlik etmiştir. Taşlar taş olmaktan
çıkıp yufka bir yüreğe dönüşmüştür kim bilir?
Kale
Kapısı’ndan Kaleiçi’ne giden güzergâhta yer alan, zemini kesme taşlarla
döşenmiş Uzun Çarşı’da; halıcılar, dericiler, seyyar tezgâhlar umutla bekler
müşterilerini. Rengârenk hediyelik eşyalar gözlerinizi kamaştırır. Ne
alacağınıza karar vermekte güçlük çekersiniz. Nice acı tatlı öyküler saklıdır
bu kadim sokaklarda. Yüksek taş duvarlarla çevrili dar sokaklar, modernitenin
can sıkıcı metalik havasından uzak tutar sizi. Ceddin “İnsanı yaşat ki devlet
yaşasın” sözüyle özetlediği bir medeniyet ikliminde doyasıya soluklanırsınız.
Kaleiçi’ndeki
cumbalı eski Antalya evleri bambaşka bir güzellik kadar mekâna. Baharla
birlikte açan limon çiçeklerinin mis kokusu portakal ve turunç ağaçlarının
kokusuna karışır. Bu rüya ikliminde kaygılardan azade uyumak istersiniz son
uykunuzu.
Kaleiçi’nde
taşın ve ahşabın görkemini ve sıcaklığını yansıtan geleneksel mimarimizin yüz
akı evler sarıp sarmalar sizi. Bu evleri görünce, aşırı güvenlik önlemleriyle
adeta modern bir hapishaneyi andıran bugünkü modern sitelerde yaşamadığınıza
şükredersiniz. Kaleiçi’nde bir Osmanlı mahallesinde olmanın emniyetini ve nostaljisini
yaşarsınız doyasıya.
Antalya’nın düne bakan mütebessim yüzüdür Kaleiçi
Kaleiçi
deyip geçmemek lâzım. Antalya’nın düne bakan mütebessim yüzüdür bu masum
mekân. Burada her evin müstakil bir
bahçesi vardır. Bu bahçelerde uzayıp giden ağaçlar, mekânı daha insanî ve
yaşanılır kılar. Kadim mahalle kültürünün günümüze yansıyan izlerini görünce
burada doğup büyümenin bir bahtiyarlık olduğunu daha iyi anlasınız.
Kaleiçi’nde
olmak, büyülenmek için yeterli bir sebeptir. Zira on dakikalık zaman diliminde
yüzyıllardan yüzyıllara zaman ötesi yolculuklar yaparsınız bu kadim diyarda.
Mâzi, hâl ve istikbal arasında nice köprüler kurulur bu esrarlı coğrafyada. Bir
ayağınız Roma’da, bir ayağınız Bizans’ta, bir ayağınız Selçuklu ’da ve bir
ayağınız da Osmanlı’dadır sanki.
Tarihî kimlikleriyle dikkat çeken
Kaleiçi’ndeki butik oteller misafirlerine ev rahatlığını aratmaz. Antalya’nın
bacasız sanayisine hizmet eden bu butik otellerde kendinizi misafir değil, ev
sahibi gibi hissedersiniz. Anadolu’nun birbirinden güzel yüzlerce damak
lezzetini içinde barındıran zengin mutfağı, mutfağınız olur. Mideniz bayram
eder adeta. Mızrabın telle vuslatı, ruhunuzu adeta kanatlandırır. Burada
başınızı koyduğunuz yastıktan daracık sokakların egzotik siluetini seyre dalar,
mekânın ruhaniyetini içselleştirirsiniz.
Kaleiçi’ni dolaştığınızda, Bursa’dan sonra
burada da ikinci bir zaman olduğuna dair vehimlere kapılırsınız. “Ne içindeyim
zamanın/Ne de büsbütün dışında” dizeleri hissiyatınıza tercüman olur. Takvimle
ve saatle ölçülemeyen muayyen ve yekpare bir zamandır bu…
Kaleiçi
geceleri, eğlencenin zirveye çıktığı sıra dışı zaman dilimidir. Eğlencenin
doruğa çıktığı bu gecelerde Akdeniz’in mavi nefesini ensenizde, dalgaların
musikisini kulaklarınızda hissedersiniz. Burada geceler zifiri değildir. Bir
ucu aydınlığa açılır. Eğlenerek geçirilen her gece, nice umutları gönül
heybesine dolduran sabahın müjdecisidir.
Kaleiçi’nde
pencerenin perdelerinden süzülüp içimizi ısıtan güneşin ilk ışıklarıyla yeni
bir güne ve yepyeni umutlara “merhaba” demek, hazların en güzelidir. Güneşin
doğduğu saatlerde Kaleiçi’ndeki Kırk Merdivenler’den inip Yat Limanı’na varmak,
burada birbirinden güzel yelkenlileri, sandalları ve yatları seyre dalmak,
ömürde bir kere de olsa yaşanılması gereken doyumsuz bir keyiftir. O demlerde
güneşin masmavi sulara akseden ziyası, ilâhî bir fırçadan çıkan latif bir
manzara oluşturur. Limandaki balıkçıların umutla ve iştahla (Ak)denize
açılışlarına şahit olmak bu tablonun devamı niteliğindedir. Ötede Mermerli
Plajı’nda masmavi suların seyrine dalmak, bu eşsiz tablonun finalidir sanki…
Selçuklu'nun
bâkiyesi: Yivli Minare ve Külliyesi
Antalya’nın
belli başlı sembollerinden biri olan ve zamana adeta meydan okuyan Yivli
Minare, Kaleiçi’nin ruhunu barındırır kesme taşlarında. Çinili tuğlalardan inşa edilen 45 metrelik
bir minareye sahip olan bu on üçüncü yüzyıl Selçuklu eserinin müşfik gölgesinde
dört mevsim huzur solursunuz. Sükûnetin dinginliğini yaşarsınız doyasıya.
Antalya’nın
ilk İslâm eserlerinden biri olan Yivli Minare’nin kaidesi taştan, gövdesi tuğla
ve firuze renkli çinilerden yapılmıştır. Sekiz yivli olan bu minare adını da bu
yivlerden almıştır. 38 metre yüksekliğe sahip bu minareye doksan basamaklı bir
merdivenle çıkılır. Yivli Minare bu masal şehre kuşbakışı nazar eyler; şehre
manevî bir soluk aldırır.
Antalya’ya
tarihî bir atmosfer katan Kalekapısı’ndaki külliye içerisinde Yivli Minare’yle
birlikte Yivli Camii, Gıyaseddin Keyhüsrev Medresesi, Selçuklu Medresesi,
Mevlevihane, Zincirkıran Türbesi ve Nigar Hanım Türbesi bulunmaktadır. Külliye
içerisindeki minarelere bakınca “Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;/Ben
de bir vârisin olmakla bugün mağrurum” mısralarının dudaklardan dökülmesi işten
bile değil.
Kaleiçi,
mâzinin diliyle konuşur, bugünün fânilerine ebedî hakikatleri haykırır. Milattan
sonra ikinci yüzyılda vücut bulan Kesik Minare hüzünlendirir sizi. Antik Bizans
ve Selçuklu mimarisinden izler taşıyan bu kadim eser, bir zamanlar tapınak
olarak da kullanılmıştır. Daha sonra II. Beyazıt’ın oğlu Sultan Korkut
tarafından camiye çevrilmiştir. Ağır bir yangın geçiren bu cami, bugünkü mevcut
hâliyle hayli dikkat çekmektedir.
Alt
kısmı kare, üstü silindir biçimli Hıdırlık Kulesi, Roma döneminden izler taşır.
Anıtmezar olarak bilinen bu yapı, vaktiyle deniz feneri olarak da hizmet
etmiştir. Falezlerin üzerinde bir biblo gibi duran bu tarihî yapı, görkemli
duruşuyla varlığını hissettirmektedir.
Suyun coşkulu hâli, şelâleler şehri Antalya
Dünyanın
sayılı turizm merkezlerinden biri olan Antalya, tabiatın cömert ve mütebessim
yüzünü sergiler ziyaretçilerine. Antalya’da su hayatın öznesidir. Akdeniz’in
mavi suları bu şehre bir tablo güzelliği katar. Yüce Allah suyunu bol vermiştir
bu şehrin. Hayatın olmazsa olmazı olan suyun bir bakıma başkentidir Antalya.
Zira bir şelâleler kentidir burası. Burada suyun coşkusuna kaptırırsınız
kendinizi. Ruhunuz su sesiyle uyanır derin uykusundan. Su sesi en tatlı ve en
munis bir musiki yerine geçer bu güzel ve bereketli topraklarda.
Antalya,
suların görsel bir şölene dönüştüğü eşsiz bir doğa harikasıdır. Bir şehirde
ancak bu kadar çok şelâle olabilir. Antalya’nın mevcut güzelliğine güzellik
katan Kurşunlu, Düden, Manavgat, Karpuzkaldıran ve Uçansu şelâleleri
birbirinden güzeldir. Bu mekânlar ruhumuza inşirah neşvesi katar. Şehrin
gürültüsünden bunalanlar suyun sükûnetinde arındırırlar muğlak zihinlerini. Hayat
da suyla birlikte sessiz ve derinden akıp gider.
Kurşunlu
Şelalesi bir tablodan fırlamış gibidir. Suları 18 metre yükseklikten dökülen
Kurşunlu Şelâlesi iki kilometrelik bir kanyonun içinde yer almaktadır. Antalya-Isparta
karayolunun üzerinde bulunan bu şelâle, doğal ormanlık alanlarıyla da
piknikçilerin gözdesidir. Hafta sonlarında tabiatla kucaklaşmak isteyenler için
iyi bir alternatiftir burası.
Karstik
bir çöküntünün oluşturduğu Düden Şelâlesi, Antalya’nın bir başka görülmesi
gereken yeridir. Düden Şelâlesi, Antalya’nın berrak pınarıdır. Şelâle suyu
yirmi metre yükseklikten dökülerek görsel bir şölen sunmaktadır. Şelâlenin etrafındaki bitki zenginliği,
burayı adeta bir botanik bahçesine dönüştürmektedir. Şelâlenin suları küçük bir
dere oluşturarak sekiz kilometre boyunca süzülerek akmakta, sonra da Lara
bölgesinde kırk metre yükseklikteki falezlerden muhteşem bir görüntüyle denize
dökülmektedir.
Manavgat
Şelâlesi, Antalya’nın şelâleler zincirinin en gösterişli halkasıdır. Manavgat
Nehri üzerinde bulunan bu ünlü şelâle, gören gözlere ve işiten kulaklara huzur
ve sükûnet bahşetmektedir. Yüksekliği 3-4 metreyi geçmeyen bu şelâle,
genişliğiyle benzerlerinden ayrılmaktadır. Kentin keşmekeşinden bunalanlar bu
şelâlenin etrafındaki piknik alanlarında gözlerini ve gönüllerini doyurmakta,
stres atıp rahatlayarak evlerine dönmektedir.
Uçansu
Şelâlesi Antalya’nın Serik ilçesine bağlı Akçapınar Köyü’ndedir. Şelâle
sularının döküldüğü noktada oluşan gölette yüzmek ve rafting yapmak mümkündür. Uçansu
Şelâlesi’nde hayatın bütün yorgunluğunu berrak sulara katıp ondan rahatça kurtulabilirsiniz.
Akdeniz’in
incisi Antalya’daki bir başka şelâle de Düden suyunun Antalya travertenlerinden
Akdeniz’e döküldüğü noktada oluşturduğu Karpuzkaldıran Şelâlesi’dir. Suyun falezlerden dökülmesiyle oluşan bu
şelâle, son derece hoş bir görüntü oluşturmaktadır.
Büyük Türk gezgini Evliya Çelebi, Seyahatname’nin
Bursa bahsinde “Velhasıl Bursa sudan
ibarettir” demişti. Acaba bu ünlü seyyahımız Antalya’nın coşkun şelâlelerini
görebilseydi bu sıfatın Antalya’ya daha çok yakışacağını düşünmez miydi? Kim
bilir?...
Demre’de zamana tanıklık etmek…
Demre
Çayı’nın beslediği bereketli bir ovada kurulan Demre, Likya’nın en önemli
şehirlerinden biri olarak bilinir. Şehrin kadim tarihi milattan önce beşinci
yüzyıla kadar gider. Bu tarihî şehrin bugünkü ekonomisi tarıma dayalıdır.
Buradaki tarihî mirasın ortaya çıkarılması turizmi canlandırmıştır. Demre
Hıristiyan dünyasının hep ilgisini çekmiştir. Hıristiyanlar için büyük bir
önemi olan Saint Nikola(Noel Baba) Kilisesi ve mezarı özellikle yılbaşına yakın
günlerde Demre’ye olan ilgiyi fazlasıyla artırmıştır. Kilisenin bahçesindeki
Noel Baba Heykeli ziyaretçilerin dikkatlerini üzerinde toplayan önemli bir
tarihî eserdir.
Bunun
yanında kaya mezarlarıyla da ünlü olan ve milattan önce beşinci yüzyılla
tarihlenen “Myra Antik Kenti” yabancı turistlerin ilgisini Demre üzerine
çekmiştir. Buradaki antik tiyatro Roma dönemi tiyatrosunun karakteristik
özelliklerini yansıtan görülmeye değer tarihî bir mirastır. Buradaki antik tiyatro
sahnesi iyi korunarak bugünlere gelmiştir.
Demre
demek biraz da Kekova demektir. Demre’de Kaleköy ile Üçağız açıklarında yer
alan küçük kayalık bir adadır Kekova. Tarihin tabiatla bütünleştiği harikulâde
bir yer olan Kekova, insan ömründe bir kez de olsa mutlaka gezilip görülmesi
gereken bir doğa cennetidir. Dört buçuk kilometrelik bir yüzölçümü olan bu
adada kimse yaşamamaktadır. Fakat burada pansiyonlar ve kafeler mevcuttur. Burası
mavi yolculuğun önemli duraklarından birisidir. Bakan gözlere bayram ettiren bu
büyüleyici doğa cenneti; eşine az rastlanan, şahsına münhasır bir mekândır.
Buradaki antik kentin büyük bir bölümü sular altında kalmıştır. Bu adacığın
kuzey tarafında ikinci yüzyılda depremlerle yok olan antik “Dolkisthe” kentinden kalma
batıklara rastlanır. Burası tarihî ve tabiî öneminden dolayı sit alanı ilân
edilmiştir.
Antalya’nın tarihî hafızası: Antik kentler…
Antalya,
doğal güzelliklerinin yanında antik kentleriyle de turizm kentleri arasındaki rakiplerine
açık ara fark atmaktadır. Şehrin tarihî zenginliklerinin belkemiğini teşkil
eden, mâziden hâle köprü olan bu antik kentler özellikle yabancı turistlerin
ilgi odağı olmaktadır.
Düden
ve Aksu akarsuları arasında kurulan Perge bu antik kentlerden sadece biridir.
Bulunan bir kitabeden anlaşıldığına göre burası Truva Savaşı’ndan dönen
Kalçhas, Mapsas ve Riksos adlı kişiler tarafından kurulmuştur. Fakat bu tarihî
kent Büyük İskender’in buraya gelişiyle tarih sahnesine çıkmış, Helenistik
çağda önem kazanmıştır. İskender’le anlaşma yapıldığı için Perge herhangi bir
zarar görmemiş, günümüze intikal etmiştir. Denizden uzakta yer aldığı için
korsanların yağmalarından etkilenmemiştir. Tiyatronun yakınındaki stadyum en
iyi korunmuş yerlerinden biridir. Buranın tarihî görüntüsü insanı mâzinin
derinliklerine, tabir caizse zamansızlığa götürmektedir. Perge’de kendinizi bir masalın içindeki olağanüstü bir kahraman gibi
farklı ve güçlü hissedersiniz. Gördüklerinizin masal mı, hakikat mi olduğunu
anlamak için teninizi çimdikler veya nabzınızı kontrol edersiniz. Sonra da
karar verirsiniz.
Alanya-Antalya
karayolunun üzerinde Serik ilçesinin sekiz kilometre doğusunda yer alan
Aspendos, milattan evvel onuncu yüzyılda Akalar tarafından kurulan antik bir
kenttir. Buradaki antik tiyatro, milattan sonra ikinci yüzyılda Romalılar
tarafından kurulmuştur. Bu açıkhava tiyatrosu, en iyi korunan tarihî eserler
arasındadır. Tiyatronun mimarı Aspendoslu Theodorus’un oğlu Zenon’dur. Her yıl
binlerce yerli, yabancı turistin gezdiği Aspendos Antik Tiyatrosu konserler,
tiyatrolar ve sanatsal etkinlikler için günümüzde de kullanılmaktadır.
Güllük Dağı’nın
tepesinde doğal bir platform üzerine kurulan Termessos, yine Antalya’nın antik
kentlerinden biridir. Roma ve Grek kentlerinin aksine Termessos, Anadolu’nun içlerinden
gelen Solymnler, tarafından
kurulmuştur. Termessos’un, huzur
veren ve el değmemiş görünümüyle diğer antik kentlerden daha farklı ve etkileyici
bir havası vardır. Doğal ve tarihî zenginliklerinden ötürü, şehir adını taşıyan
Milli Park kapsamına alınmıştır. Termossos’un
diğer önemli özelliği de güney, batı ve kuzeyinde bulunan mezarlıklardır. En
ilginç olanları kayaya oyulmuş mezarlar ile tapınak biçiminde inşa edilmiş ve
lahit mezarlardır. Şehrin görülebilen bir diğer kalıntısı da günümüze erişen sur
duvarlarıdır.
Tarihin nabzı atar Antalya'nın antik kentlerinde...
Sillyon Antik Kenti, Perge’nin kuzeydoğusunda, denizden
içerde, ova ortasında, yayvan biçimli yalçın ve yüksek bir tepe üzerinde
kuruludur. Sillyon kentinin Troia savaşından sonra kurulduğu
sanılmaktadır. Bizans döneminde piskoposluk merkezi olan Sillyon, Selçuklu dönemini de
yaşamıştır. Tepenin hafif eğimli batı yönü Helenistik çağlardan kalma surlarla
çevrilidir. Bu surları kuleler, kapılar ve kente çıkılan yollar
tamamlamaktadır. Kentin kapısı, tepenin batı yanındaki surlar üzerindedir.
Olympos, Antalya’nın güneyinde Phaselis’ten sonra ikinci önemli liman
kentidir. Olympos limanı tarihte korsan yatağı olarak bilinir. Antalya’nın güneyinde, Olympos antik kenti yakınlarında
efsanelere konu olmuş ilginç bir doğa olayı kendini gösterir. Çakaltepe olarak
anılan yükseltinin güney yamacından devamlı olarak alev yükselir. Yeraltından
çıkan doğal gazın havayla temas etmesi sonucu alev alması, özellikle geceleri
ilginç bir görüntü oluşturur. Yamaçtan çıkan bu doğal gaz nedeniyle burası “Yanartaş-Çıralı” olarak bilinir.
Phaselis Antik Kenti, Antalya-Finike sahil yolu
üzerindedir. Antik kaynaklardan Phaselis’in
Rodoslu kolonistlerce kurulduğu anlaşılmaktadır. Üç limana sahip olan Phaselis’te toprak üstünde görülen
kalıntıların hepsi Roma dönemine aittir.
Arycanda,
Elmalı-Finike karayolunun tam yarısında Arif köyü yakınında Aykırıçay’ın batı
yamacında yer alır. Limyra Kralı
Perikles dönemine ait sikkeler, ele geçen en eski belgedir. İskender’in
egemenliğinde kalmış olan şehir, daha sonra Ptolemaiosların ardından
Seleukoların eline geçmiş; Apemea barışından sonra ise Rodos’un kontrolüne girmiştir.
Limyra, Antalya’nın Finike ilçesinin kuzeydoğusunda
Toçak Dağı eteğindedir. Milattan evvel 5. yüzyıldan beri var olduğu bilinmektedir.
Asıl etkin dönemi milattan önce 4. yüzyılın ilk yarısındadır. Lykia Birliği’ni
kurmak isteyen Perikles’in Limyra’yı
başkent olarak kullandığı bilinmektedir. Büyük İskender’in Pers hâkimiyetine
son vermesinin ardından sırasıyla Helen’in, Ptalemaioslar’ın, Lysimakhos’un,
Suriye Krallığının yönetimine geçmiştir.
Alanya:
Güneş, kum, mavi deniz…
(Ak) denizin
kıyıcığında, turistlerin çok rağbet ettiği bir turizm cennetidir Alanya. Bu
huzur ve sükûn beldesi nice doyumsuz güzellikleri barındırır içerisinde. Bir
zamanlar şehirdeki korsanların başkalarının bakmasına bile kıyamadığı ve
müsaade etmediği bir güzellikler diyarıdır burası. O korsanlar ki koca Roma
İmparatorluğunu belli bir süre de olsa oyalamış, şehirlerinden uzak
tutmuştur. Alanya’yı düşmanlardan gözü
gibi sakınmışlardır.
Antik
çağlarda korsanlara, Bizans döneminde ise derebeylerine yurt olan Alanya,
tarihî süreç içerisinde “uç/çıkıntı” anlamına gelen “Korakassa” ile “güzel/hoş”
anlamına gelen “Kalonoros” gibi birçok isimle anılmıştır. Daha sonraları şehre
egemen olan Selçuklular I. Alaeddin Keykubat isminden mülhem olmak üzere şehrin
adını “Alâiye” koymuşlardır. Bu isim, zaman içerisinde “Alanya” şekline
dönüşmüştür. Artık bir turizm markası olmuştur.
Antalya’nın
çok uzağına düşer Alanya. Akdeniz’in masmavi sularıyla söyleşen Alanya, görüntü
itibariyle küçük bir yarımadayı andırır. Bu naif şehir Roma, Bizans, Selçuklu
ve Osmanlı için bir kale vazifesi görmüştür. Şehrin kuzeyindeki Toros Dağları
şehre heybetli bir görünüm kazandırır. Şirin Alanya, zamanın beşiğinde bir çocuk
saflığıyla sallanır durur.
Selçuklunun
Akdeniz’e açılan kapısıdır güzel Alanya. Kaldırımlarında tarihin ayak sesleri saklıdır
bu şehrin. Şehre 178 sene boyunca sahip
olan Selçuklunun, Konya’dan sonraki ikinci başkentidir. Başta görkemli kalesi
ve tersanesi olmak üzere şehirdeki birçok eser o döneme aittir. Bu güzel şehir
1471 senesinde Osmanlı egemenliğine dâhil olur.
Güneşin
kendisine âşık olduğu, dört mevsim boyunca peşini bırakmadığı şehirdir Alanya.
İki ebedî dost olan denizle güneşin aşkı ve serenadı görülmeye değerdir burada.
Özellikle gurup vakitlerinde bu iki aşığın ateşin busesine şahit olursunuz. Gökkuşağının
yedi rengi tek renge dönüşür aşk paletinde. Kendinizi zamanın kıyıcığında,
zamansızlığın göbeğinde hissedersiniz. Masmavi suların hüzünlü gözleri kan
çanağına döner o demlerde.
Nisanda
portakal çiçeklerinin o eşsiz kokusuyla mest olursunuz sevdakâr Alanya’da. Bu
güzide şehrin dağlarında eksik olmaz anemon çiçekleri. Aşkın kendisidir bu
şehir; hayatın gün gibi aşikâr öznesidir. Burada sokakların tarihi zamanın
gergefinde dokunur altın ipliklerle. Dün bugüne, bugün yarına karışır.
Yarınlara dair umutlar çoğaldıkça çoğalır.
“Türk
rivierasının incisi” olarak nitelendirilen Alanya, tabir caizse bir tatil
metropolüdür. “Güneş, kum, mavi deniz” üçlüsü dört mevsim turizmin
hizmetindedir. Dünya turizminin ilgi odağıdır burası. Akdeniz’in en gözde
turizm merkezlerinden bir(incis)i olan Alanya, bu özelliğini her geçen gün
pekiştirip taçlandırmakta; arayı daha da açmaktadır.
Şehre hâkim
bir tepede konuşlanan ve Akdeniz’in en görkemli kalesi olarak bilinen Alanya
Kalesi, bu şehrin mâziye bakan yüzü, tabir caizse kötü bakışları savan nazar
boncuğudur. Bu heybetli kale Selçuklu ve Osmanlı’nın da gözbebeğidir. Alanya’yı
bir uçtan bir uca çepeçevre saran kadim surlar zamanın mücessem hâlini
yansıtır. Zamana tanıklık eden bu kadim ve heybetli surlar hâlâ dimdik ayakta
durmaktadır. Altı buçuk kilometre uzunluğundaki bu surlar şehrin tarih menşeli turizmine
hizmet etmeye devam etmektedir.
Alanya Kalesi sınırları içerisinde Selçuklu
döneminden kalma Süleymaniye Camii, Alanya’nın manevî yüzünün tanığıdır. Minarelerden
yüreklere akan ezanların okunduğu muhkem bir mabettir. Taşlara giydirilen ruhun
cisimleşmiş hâlidir. Hayattır, candır.
Şairlerin dilinde Antalya
Bir
şiir kadar güzel ve içlidir Antalya. Nice şairlere ilham kaynağı olmuş bu
şehrin cadde ve sokakları. Nice hayatlar yaşanmış bu uygarlık beldesinde.
Şiirlerinde Antalya’yı konu edinen onlarca şair vardır şüphesiz. Bu şairlerin
şiirlerinde ebedileştirdiği Antalya, bütün bu övgülerin hakkını vermektedir. Birkaçına
değinelim dilerseniz... Antalyalı şairlerden Hamit Macit Selekler “Antalya”
isimli şiirinde şöyle der: “Yollarına düştü bir gün;/Anavatan Körpe çocukların
geçti yollarından;/Kopmuş gibi hepsi bir İlkbahardan;/Ne güzel bir akşamüstü
kızların.//Yüzlerinde ümit ve ay ışığı/Ellerinde birer buğday başağı/Atlayıp
geçerek sanki eşiği/Bu yıl on dördüne bastı kızların.//Anadolu kırıp
çerçevesini,/Açtı Akdeniz’e penceresini/Doldurdu yaklaşan güz gecesini/Sevinçle
çağlayan sesi kızların.”
Şiirlerinde
Antalya’ya olan özlemini ve sevgisini dile getiren bu şehrin bağrından çıkmış
şairlerden Baki Süha Eyüboğlu ”Yaz Sevdası” şiirinde şöyle diyor: “Akdeniz kıyıları portakal bahçeleri/Uzakta
balıkçılar yelken yelken üstüne/Seni düşünüyorum senin beyaz ellerin/Gözlerimi
kapıyor ıslak melteme karşı./Bir harap tekne gibi
rüzgârların//Kayalara çarpıyor başıma hatıralar/Kumların üzerinde unuttuğum
günler/Yırtık bir yelken gibi parçalıyor dalgalar.//Limon çiçeklerinden daha
aydınlık göğsün/Körfez suları gibi kabarıp alçalıyor./Seslen bana dağların
ardında kalan çocuk/Antalya’da saatler şimdi kaçı çalıyor.”
Son
söz niyetine…
“Hayatta değişmeyen tek şey değişimdir”
derler. Geçen zamanla birlikte Antalya da çok değişti, dönüştü; bugünlere gelindi.
Değişimin getirdiği güzellikler yanında, alıp götürdüğü güzellikler de oldu.
Antalya’nın ilk mimarı olarak tarihe geçen Tarık Akıltopu şehrin değişiminin
sancılarını şöyle şiirleştiriyor: “Portakal çiçeği kokan/Benim bir Antalya’m vardı/Ene,
abu, gari diye konuşan/Birbirini tanıyan, kucaklaşan/Ne portakal çiçeği kokusu/Ne
agam’ı, abu’su kaldı/Ne birbirini tanıyan/Nerde benim Antalyam/Nerde benim
Antalyalım.”
Türk turizminin payitahtı Antalya’yı ve
Antalyalıları çok seviyoruz…