Aslında bu gün kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlamak için birkaç dize yazmayı düşündüm. Sonra kalemi elime alınca bir iğnenin deliğinden gördüğüm ışığa doğru yol aldığımı gördüm. Herkesin görmediği bu mini mini delik benim için özel bir çıkış kapısıydı. Zaman tünelinde geriye adım atıyordum. Uzun kış gecelerinde idareye alınmış fanuslu gaz lambasının loş ışığında bir gözü mavi, diğeri de yeşil olan kedim kucağımda birbirimiz ısıtırken, onun horultusu kulağıma en tatlı ninni gibi geliyordu. Annemin dizinde kedim kucağımda uyur uyanık yatarken, yanan kuzinenin hava alması için yapılmış açık bırakılan küçük kapısından saçılan kıvılcımların ateş böceği gibi ortamı aydınlatmasının gizeminde annemin her akşam benim kolum kadar büyük koca pilli Grundıg marka radyodan dinlediği arkası yarın piyesleri gibi anlattığı parça parça masalarda buldum kendimi.

Elektriğin henüz olmadığı, sokakları kışın lapa lapa yağan karın, yazın ise yıldızların aydınlattığı bir zamanda, unutulmuş Anadolu kasabasında tek aydınlık lambam karanlık gökyüzünün zirvesindeki iğne deliği büyüklüğündeki bir ışıktı. Ne merdiven vardı nede tırmanacak bir ip ve ağaç dalı. Sadece dinlediğim masaldaki fasulye ağacının dalları vardı. O nasıl dayanıklı fasulye ağacıydı öyle ! Annem anlattığı masal bitirince mutlaka her akşam çıkardım. İncecik fasulye dalı kırılmazdı. Daha çabuk çıkayım diye kışın tabaklarda fasulyeleri çimlendirirdim. Baharda ise çiftlikte annemin bana özel yaptırdığı mini bahçeme bol bol fasulye ekerdim. Ne ben çıkmaktan yoruldum ne fasulyenin dalları kırıldı ve hiç düşmedim.

Bizim bahçedeki dut ağacının dalına çıktım. .Dal kırılınca düştüm ve kolum kırıldı. Oysa o gün 23 Nisan Bayramı kutlamak için annem beni süslemişti. Üzerimde renk renk krepon kâğıtlarından fırfırlı elbisem, başımda annemim yine krepondan yaptığı çiçeklerle taç ile tam bir kelebeğe benziyordum. Ayağımda yeni yeni piyasaya çıkan renkli naylon karikalarımla uğur böceği gibi uçuyordum. Bayram yerine kırıkçıya götürdüler ve kolumu bağladılar. O güzelim elbisem param parça oldu Bütün renklerin boyası vücudumu boyadı. Kır çiçekleri gibi renkli bir bedenle dolaştım durdum. Şiirimi de okuyamadım. İçimde uhde kaldı.

Aradan yıllar geçti bir şans yüzümüze güldü ve ilçeye lise açıldı. Kışın karanlıktan korktuğum ve o ışığın kaynağını bulmak için meraktan tırmandığım fasulye dallarının yerine, yarınlarda güneşi yakalamak için, okulun sıralarında ve kitap sayfalarında zirveye ulaşmak istedim. Tırnaklarım kırıldı sert toprağı kazarken. Üniversitede okuyabilme heyecanı yaşarken babamın ille de evlendirmeye kalması benim tüm dünyamı yıkmıştı. Fasulye dalı kadar da mı dayanıklı olamayacaktım? Rüzgârda eğilen ve kırılmayan bir erik dalı kadarda mı olmayacaktım?

Aklınıza gelebilir ‘Bu ne lahana turşusu, bu nasıl perhiz.’Diye. Ankara’da kitap fuarı açılınca hoşuma giden birkaç kitap satın alırken, bana ısrarla bakan :
-‘Ne olur beni de beni de al diyen ‘Şüküfe Nihal isimli kitaba gözüm takıldı. Edebiyatı severimde, hayatımı geçindirmek için hep kendi konumla ilgili kitaplar okumuştum. Diğer okuduklarımda ilgi duyduğum roman veya konulara göre değişirdi.

ŞÜKÜFE NİHAL adını hiç duymamıştım. Çünkü o kadar çok yazar var ki (yazan çok da okuyanların sayısı her yıl daha da azalıyormuş. Kütüphanelerin mekânı İstanbul ve Ankara’ da ki okuyucu kitleri Çorum kadar yokmuş) Bir çok meşhur yazarı ve zorla meşhur olmak için benim krepon elbisemin renkleri gibi renkten renge giren yazarlar zaten Tv ler de reklamlardan söyleşilerden tanır olduk. Şüküfe Nihal ‘i nereden bilecektim.Bizim Hikâyeler net. Ailesinin sevgili meraklı yazar ve okuru Mustafa Filizman yazınca aklımda kalmıştı. Bu kitabı aldım ve okumaya başladım. Cumhuriyetin yetiştirdiği son derece kültürlü bir aileden gelen ve çok iyi bir eğitim alan, birkaç yabancı dil bilen, Osmanlı’nın geniş sınırlarında babasının görevi gereği bulunan devrin şair ve yazarları ile daha on, on iki yaşlarındayken diyalog kuran eşsiz bir hanım efendi ve yazarmış. Onun gibi bir kalburüstü bir aileden gelmiyordum. Kendi çapında eğitimli onurlu, gururlu katı gelenekleri olan bir ailem vardı. Onun gibi imkânlarımda yoktu. Onunla aramda tek ortak nokta buldum. Ben evlenmemek ve okumak için kendimi çok zorladım. Verdiğim mücadeleyi ve aştığım zorlukları bilirim. O da düzenli bir eğitim almak, üniversiteye devam etmek ve edebiyatçı olmak için o kadar çok düşünmüş ki çaresizliğini kabullenmeyip intiharı bile denemiş. Bu beni çok etkiledi. O’nun bileklerinde jilet izleri kalmıştı, benimde yüreğimde ki yara izleri…

Çocuk ŞÜKÜFE NİHAL başarıdan başarıya koşmuş zirveye ulaşmış. Cumhuriyet Türkiye’sinin önemli yazarı ve şairi olmuştu. Kendini unutturmuş, unutulmuş. Bu ayrı bir platformda değerlendirilmeli. Ancak önemli olan şey yaşam ve idealler için verilen mücadeledir. Şimdiki kızlara bakıyorum bin bir bahanelerle evde oturup ya koca bekliyorlar, ya da okulu yarım bırakıyorlar.

Hangi zor şartlarda olursak olalım sarp kayalarda filizlenen çam ağacı olalım, yol boyu çiğnemiş taşlaşmış toprakta, dökülmüş asfaltları delen bir filiz olalım. Ama çocukça yüreğimizde ki umut ve beklentilerimizi asla kaybetmeyelim. Gün battı, akşam çabuk olup yılları devirdik diye yaşlandık mı?

Sevgili Şükufe Nihal hanımefendi, babasının sevgili küçüğü, sendeki yalnızlığı bende, bendekini de sende buldum. Sadece kendimle ve hayatın hızı ile yarışan ben, umarım bize Cumhuriyetin kızı olarak verdiğin güzel eserlerden çok şey öğrenirim, öğreniriz. Sana gönül borcum var. Çocukça düşlerinde ki şiirini yazarak seni selamlıyorum yürekli çocuk ,cesur yazar, şair ve yalnız kadın:

Hangi baykuş ruhumu/ kemirdi didik didik?
Ömrümü hangi anı/ var harap edilmedik.
Bir duvarda genç babam/Bir yanda çocuk resmim.
Güldüm acı acı/ Dedim:Bu kim, ben kimim),
Güzel çocuğum, bugün,/Ne kadar yaralısın!
Tükenmez hazanların/ Bir kırılmış dalısın!

Bende beni sana anlatayım mı çocuk yüreğimde Şüküfeciğim:

Deli ucuk,çekirgelerle konuşan,
Kurbağa ile zıplayıp yarış yapan ,
Gölgesinde bile renk arayan mavi ya da lila gibi,
Eğilip de derede su içerken gölgesiyle kavga eden,

Balıklara kanat takıp uçuran,
Çizgilerde sek sek oynayan,
Çiçeğin ille de özünü arayan,
Çeşme başında ki güzellere çalım satan,

Sanki hepsi dağ ceylanı suya inen,
Yaşamaktan ziyade,
Hava su ve bitki gibi, olup soluyan,
Telaşa memuruyum ben,
Saflığını kaybetmemek için işi,
Deliliğe vuran gerçek zır deliyim,

Aydınlığı herkes gökte,
Gece lambasının ışığını tavanda ararken,
Ben yerde arayan biriyim,
Tabutun içinde ölüyü bile delirten aceleci biriyim ben,
Ne sen seni, nede ben beni düzeltebiliriz,
Yaşama karşı yeni mücadelem ile.
Günümü hoş ediyorum işte!

Hadi gel hadi çıkalım dal dal çiçekli ağaçlara….Hepimizin çocuk yüreğimizdeki bayramımız kutlu olsun.Şükufe Nihal hanımefendi sizden sonra bizlere bıraktığın eserleriniz için sana olan gönül borcumu ödemek için yazdım…

( Sana Gönül Borcum Var başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 23.04.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.