Sami Hoca Ateistken Nasıl Müslüman Oldu?

Doçent hoca her zamanki gibi güler yüzüyle ve her zaman olduğu gibi tıklım tıklım dolu olan amfiye girdi.
Hayret bir şeydi. Hoca anatomi hocasıydı ama derslerine diş hekimliği, eczacılık, hukuk ve iktisat fakültesi öğrencileri de katılıyorlardı. Bugün de öyleydi.
Hoca kürsüye geldi ve eline bir mandalina alarak konuşmaya başladı:
“Prostat bezi mandalina büyüklüğündedir. Kapsülü mandalinanın kabuğuna benzer.”
Sonra mandalinayı soydu, kabuğunu ve iç kısmını öğrencilere gösterdi. Mandalinayı işaret parmağına taktı, “Uretra bu şekilde prostat bezinin içinden geçer.’’
Daha sonra mandalinayı dilimledi ve ön sırada oturanlara ikram etti.
Hocanın her dersi böyle neşe içinde geçiyordu. Öğrencileri gülerek öğreniyorlardı pek çok yeni bilgiyi.
Bir gün bir kadavrayı bayağı bir kesip parçaladıktan sonra sormuştu:
‘’Eli var, ayağı var, her şeyi var ama kesiyoruz, parçalıyoruz gıkı çıkmıyor. Normalde bize karşı koyması gerekir ama kılını bile kıpırdatamıyor. Peki bu kadavrada eksik olan şey nedir? ’’
Sonra sorusunu kendi cevapladı: ‘’ Bir zamanlar varlığına inanmadığım ruh... Evet gözümüzle göremediğimiz, elimizle tutamadığımız için varlığını kabul etmediğimiz, benim de yakın zamana kadar varlığını reddettiğim ruh... İşte bu eksik. O sebeple de üzerinde bir sürü işlem yaptığımız halde gıkı çıkmıyor/ çıkamıyor.
Sonra öğrencilere ‘’ Yazın çocuklar ‘’ Dedi ve başladı Rudyad Kipling’in ‘’ Eğer’’ şiirinin Türkçesini yazdırmaya...
“Eğer etrafındakiler itidallerini kaybettiği ve kabahati sana yüklediği zaman, sen itidalini koruyabilirsen; bütün insanlar senden şüphelendiğinde, sen kendine güvenebilir ve onların şüphelerini de hoş görebilirsen;
Eğer sen bıkıp usanmadan beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan; veya hakkında yalan söylenir de sen yalan söylemezsen; veya senden nefret edilse de sen nefrete kapılmaz, bununla birlikte ne pek fazla doğruluk, ne de ukalâlık taslamazsan;
Eğer hayal kurabilir, fakat kendini hayallere kaptırmazsan;
Eğer düşünebilir, fakat düşüncelerinin kölesi olmazsan;
Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır, bu iki sahtekâra da aynı biçimde davranabilirsen;
Eğer söylediğin gerçeği, aşağılık insanlar budalaları tuzağa düşürmek için çarpıttığı zaman, onu işitmeye katlanabilirsen;
Yahut uğrunda hayatını vakfettiğin şeylerin yıkılışını seyredebilir ve iki büklüm, yıpranmış aletlerle onları tekrar yapabilirsen;
Eğer bütün kazançlarını ortaya yığıp, kısmetini bir defalık yazı tura oyununa bağlayabilirsen ve kaybedince ilk başladığın yerden tekrar başlayıp, uğradığın kayıp hakkında tek kelime söylemezsen;
Eğer ayak takımıyla düşüp kalkıp, faziletini koruyabilir; yahut krallarla dolaşır da halkla ilişkini kesmezsen;
Eğer ne dost, ne de düşmanlar seni incitip gücendiremezse;
Bütün insanlara değer verir de hiç birisi için aşırı gitmezsen;
Eğer sende kalp, sinir ve adale olarak tek bir şey kalmamışken, onları işe yarasın diye zorlayabilirsen; ve sana dayan diye seslenen iradenden başka bir güç kalmadığı zamanda dayanabilirsen;
Eğer, bir daha dönmeyecek olan 1 dakikayı, aşılan zamana değer 60 saniye ile doldurabilirsen;
Senin olur her şey, dünyayı senin olmuş bulursun;
Bundan daha fazlası da var evlâdım: Adam olursun!”
Evet... Görüldüğü gibi sıra dışı bir hocaydı bahsini ettiğim profesör. Ben Sami Biberoğulları olarak bu hocayı hiç tanımadım. Hatta düne kadar varlığından da haberdar değildim. Dün tamamen tesadüf eseri bir yerde hayat hikayesine rastlayınca ilgimi çekti ve okumaya başlayınca kendime çok yakın buldum. Çünkü ben de ders anlatırken kupkuru bir anlatım yerine araya espriler, fıkralar sıkıştırarak dersi neşeli bir şekilde işlemeye çalışmışımdır hep.
Ancak beni bu hocaya çeken bir başka sebep daha vardı. Bu rahmetli profesörün adı da Sami idi.
Evet... Profesör Dr. Sami Zan bugünkü konum.
Çok uzun süre arkadaşlarının ve tanıdıklarının ‘’Atatürk Sami ‘’ Diye lakap taktıkları ünlü anatomi profesörü Sami Zan...
Prof. Dr. Sami Zan 1921 yılında İstanbul’da doğdu. Beşiktaş 19. İlkokulu ve Ankara İnkılâp İlkokulu’nda ilköğretimini, Çanakkale’de ortaokulu, İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde ise lise eğitimini tamamladı. 1940'ta, o tarihte Türkiye'nin tek tıp fakültesi olan İstanbul Tıp Fakültesi'ne girdi. 1945 yılında, henüz fakültenin 5. sınıfındayken başkentte Türkiye'nin ikinci tıp fakültesi olan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin açılması üzerine bakanlık emriyle stajlarını tamamlamak üzere bu yeni fakülteye transfer edildi ve 1946 yılında buradan mezun oldu.
Mezuniyetten sonra pratisyen hekim olarak askerlik görevini yerine getirdi. Askerlik görevi bitince kurada Mardin'in İdil ilçesini çekti ve mecburi hizmetini burada yine pratisyen hekim olarak tamamladı. 1948 yılında İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Anatomi Enstitüsü'ne asistan olarak girdi. Dört yıllık ihtisas süresinin sonunda 1952 yılında asistanlık süresi sona erdi ve uzman oldu. Sami Zan Anatomi kürsüsünde çalışmaya devam etti ve 1955 yılında doçent, 1960 yılında da profesör oldu. 1978-1984 yılları arasında aynı kürsünün başkanlığını yürüttü. 24 Aralık 1984'te kalp krizinden ölene kadar kürsü başkanlığı görevini sürdürdü.
Sami Zan Haydarpaşa Lisesinde okuduğu yıllarda kapıldığı gençlik akımları sonucunda sıkı bir Ateist olmuştu ve 1955 yılına kadar da sıkı bir ateistti. Yani Allah’ın varlığına inanmıyordu. Haliyle Allah’ın kitabı olan Kur’ana da inanmıyordu. Ona göre hayatta tek mürşid ( yol gösterici ) bilimdi ve Kur’an, bilime tersti. O sebeple de daha lise öğrencisi iken ‘’ Kur’an denen kitabı ezberleyip Hafız-ı Kur’an olacağıma Atatürk’ün Nutkunu ezberleyip Hafız-ı Nutuk olmayı tercih ederim.’’ Diyordu. İşte bu sebeple de arkadaşların ona ‘’Atatürk Sami’’ lakabını takmıştı.
Ancak 1950 yılında gördüğü bir rüya onun manevi alemini tamamen değiştirdi.
Rüyasında bir zat ona ‘’ Ey Sami ! Dikkatli ol. İstanbul’da örfi idare( sıkı yönetim ) ilan edilip kaldırıldıktan sonra çok büyük bir ölüm tehlikesi atlatacaksın’’ Der.
Sami Zan, böyle rüyalara giren ak sakallı dedelere hiç inanmadığı için gördüğü rüyaya aldırmaz önce. Hatta ‘’ Saçmasapan bir rüya. Durduk yere ne diye örfi idare ilan edilsin ki’’ der.
6-7 Eylül 1955’de bilindiği gibi Selanik’teki Atatürk evine bomba atıldığı yolunda bir haber üzerine İstanbul bir anda karışır. Rumlar başta olmak üzere azınlıkların evlerine, ibadethanelerine ve özellikle iş yerlerine saldırılar başlar ve bu saldırıları önlemekte zorlanan hükumet, örfi idare ( sıkıyönetim ) ilan eder.
Dr. Sami sıkıyönetimin ilan edildiğini görünce endişelenir ‘’ Ne oluyor ulan? Bizim rüya gerçek mi olacak?’’ Der ama yine de ‘’ Saçma bir düşünce. Olmaz öyle şey. ‘’ Diye düşünür ama bir taraftan da sıkı yönetimin kalkmasını istemez. Çünkü rüyasına göre kendisine her ne olacaksa sıkı yönetim kalktıktan sonra olacaktır.
Derken sıkı yönetim kalkar. Sıkı yönetimin kalktığı gün gecenin ilerleyen saatlerine kadar hiç bir şey olmaz. Rahatlamıştır.
Yatağa girer. Tam uykuya dalacakken göğsünde şiddetli bir ağrı ile sıçrar. Rüyasını hatırlar ve hemen eşine seslenir: Saat kaç? Eşi ‘’ 12’ye 5 var.’’ Der.
Dr. Sami göğsünü tutarak yataktan fırlar ve yalınayak, üzerinde yatak kıyafetleriyle kendisini sokağa karların içine atar.
Şansından sokaktan geçmekte olan bir taksi onu alır ve hastaneye iletir.
Dr. Sami gerçekten de ağır bir enfarktüs ( kalp krizi ) geçirmektedir.
İki ay kadar hastanede kalıp tedavisi devam eden Dr. Sami, hastaneden çıktıktan sonra artık bambaşka biri olmuştur... O artık Allah’a inanmaktadır. Derslerine her ne kadar eskisi gibi yine espriler, fıkralar, veciz sözlerle yani neşe ile devam etse de sık sık öğrencilerine Allah’a iman hususunda da bir şeyler anlatmaya başlar ve ilginçtir ki onu dinleyen öğrenci sayısında bir eksilme değil tam tersine artma söz konusu olmuştur.
Onun bu yeni hali üniversitedeki pek çok diğer akademisyenin hoşuna gitmez. Bunun sebeplerini yazmaya gerek yoktur sanırım. Bizim ülkemizde dindar akademisyen pek sevilmez. Hatta dindarlık ve akademisyenlik kelimelerinin yan yana gelmesi bile bazı tiplerde alerjik reaksiyonlara sebep olur. Aynı şey Dr. Sami Zan için de geçerlidir.
Anatomi kürsüsündeki iki profesör ‘’ Bu kafayı değiştirip eski Sami olmazsan profesörlüğü rüyanda görürüsün.’’ Derler ona. Yani açık açık tehdit ederler. O ise şöyle cevap verir: İsterseniz yapmayın. Beni Allah profesör yapar.’’
Dr. Sami’nin dediği gibi olur. O iki profesörden biri ölür gider, diğeri kürsü başkanı Prof Dr. Zeki Zeren 1960 ihtilalinden sonra kurulan Kurucu Meclis’e alınır ve Sami Hoca kendiliğinden profesör olur.
Evet... Bu ilginç ve sıra dışı hocayı rahmetle anarken onun öğrencilerine yazdırdığı özlü sözlerden bir kaç tanesiyle noktalayalım.
* Adem Adem’in, manav bademin kıymetini bilir.
*Hayatta mutlu olmak, aradığın insanı bulmak değildir; esas mutluluk, aranılan bir insan olmaktır.
*Gerçek mutluluk insanın aldıklarında değil, verdiklerinde gizlidir.
*Yüksek makamlar yalçın kayalara benzer. Oralara nadiren kartallar, çoğunlukla kertenkeleler çıkar.
*Sevmek, oturup birbirine bakmak değil, belki beraberce aynı yöne bakmaktır.
*Söndüremeyeceğin ateşi yakma!
*Kaza geliyorum demez, namus gidiyorum demez.
* Hayat size bir limon vermişse, siz onu limonata yapmaya çalışın!
*Altıncı duyu kalp gözüdür.
Hoca bu sözü izah ederken, Hz. Ömer’in Medine’de hutbe okurken Irak’ta savaşan komutanına, (Yâ sâriye, el-cebel!) “Sâriye, dağa dikkat et!” diye seslendiğini anlatırmış.
FOTOĞRAFLAR
Sami Zan ( soldaki foto )
Sami Zan bir anatomi dersinde ( sağda )
( Sami Hoca Ateistken Nasıl Müslüman Oldu? başlıklı yazı Sami Biber tarafından 22.12.2022 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.