FAL İKİLEMİ
Beynindeki
ikilemi atmak istercesine kendini sokağa attı. “Rahatsız ettiğimiz için özür
dileriz.” Yazılı tabelayı gördüğünde histerik bir kahkaha atmak istedi. Fakat
bastırdı kendini. Başını önüne eğip, dişlerini göstermemeye çalışarak, hafifçe
güldü. Bunca gürültüyü bir tabelayla susturmaya çalışmışlardı. Düşündü, “yine
bürokrasiye tosladık” dedi. Sonra içi burkuldu. Yeri değil de sanki içini
kazıyordu işçiler… iş yapmaya güdümlü, “ne iş olursa yaparım” şeklinde, ekmek
parasına talimli işçiler. Her zamanki gibi karmakarışık olmuştu beyni.
Hayat,
köşe kapmacada hep ortada bırakıyordu. Köşelerden birini gözlemesine rağmen
hiçbir köşede kalmak istemiyordu. Standart olmak, asla yapmayacağı şeylerden
biriydi. Nereye gitmek istediğine karar veremeden yürümeye başladı. Bazen
kendini bilmeden o kadar yürüyordu ki, şehrin altını üstüne getiriyor,
girmediği arka sokak kalmıyordu. Gözlerinin betonlardan ne kadar yıprandığını
fark edip, mavi bir huzur için sahile doğru yürümeye başladı. Ucun ucun deniz
görünüyordu. Sevinçten deliye dönecekmiş gibi oldu. Ne zaman denizi görse böyle
olurdu. Tedirgin bir şekilde denizi içine çekti ve korktuğu başına geldi.
Çocukluğunda, iliklerine kadar hissettiği o denize has kokuyu bir türlü
alamıyordu. Kinin, öfkenin, yenilginin, yoksulluğun ve acının kokusunu
yayıyordu deniz. Banklardan birine oturdu ve denizi seyrederken; “Bir sakız
alır mısınız?” cümlesiyle irkildi. O
sokak kokan, hayatın küçük yaşta yaraladığı; buna rağmen gözleri ışık saçan çocuklardan
biriydi. Kendisinin de anlam veremediği o soruyu sordu çocuğa:
-Bunlar fallı mı?
Çocuksa hiç şaşırmamıştı bu soruya:
-Fallar yalan söylüyor amca. Ben
yalan satmam.
Çocuktan
birkaç tane sakız aldıktan sonra bu cevabı nasıl hazmedebileceğini
düşündü. Sakız ve çiğnemek…
Her
şeyi yutmaya öyle alışmıştık ki, çiğnemek geçersiz bir eylemdi artık. Fakat bu
eylemi yalansız sakızla tekrar hayatına sokmak istedi. Sakızlardan birini
ağzına atıp çiğnemeye başladı. Rutin bir işi yapmanın verdiği bıkkınlıkla “ yalansız sakızlar da tatlandırmıyor acılanan
ağızları.” diye düşündü. Beynini
boşaltmak isterken yine yenik düşmüştü hezeyanlarına. Oturduğu yerden doğruldu
ve başkalarının fragmanlarını izlemekten yorgun bir halde eve döndü. Aklında bir tek ve bir o kadar da çok
soruyla:
- Nefret etmek istediğimiz kadar mı
fallardaydık; yoksa olmasını istediğimiz kadar mı?