Şehir mezarlığındaki mezarcılar, yıllar önce Kızlar kulesinin arkasındaki bir mezarlığı gündelik ziyarete gelen kadına müdavim diye lakap takmışlardı. Aradan yıllar geçti fakat Müdavim halen gündelik kabir ziyaretine gelir. Lakabı takan mezarcı çoktan emekli olmuş, genç mezarcılar işi devralmışlardı. Gençler Müdavimin kim olduğunu, kimi ve neden her gün ziyarete geldiğini bilmezler.  Sadece kendi aralarında:” Müdavim geldi, Müdavim gitti!” derler.


Anlatılana göre Müdavim,  biricik yavrusunu 30 yıl önce kaybetmiş ama her gün usanmadan bıkmadan yavrusunu ziyarete gelmiş. Sadece kar mezarlıktaki yolları kapatınca gelememiş. Her tarafın karla kaplı olduğu, sadece ana yolların açık olduğu yani kara kış günlerinde ise mezarlığın girişine kadar gelip uzaktan ağlayıp dua edip gitmiş. Ne kar, ne yağmur ne fırtına ne de aşırı soğuk müdavimin kabir ziyaretine engel olamamış. Yavrusunu kaybedeli yıllar olmuş ama az önce yavrusunu kaybetmişçesine hep gözyaşı dökmüş, saatlerce mezarın başından ayrılmamış. Bazen mezarın başında uyuyup kalmış.  Müdavimin hüznü bayramlarda zirve yapmış; evladı içeri gülerek girip gelecek, boynuna sarılacak, elini öpecek diye hep beklemiş. Günlerce, saatlerce gözünü kapıdan ayırmamış.


Biricik yavrusu ömrünün baharında sessiz sedasız çekip gitmiş, daha doğrusu düşmanları yüzünden gitmek zorunda kalmış.  Evladını canından ettikleri yetmezmiş gibi üstelik bir şey yokmuşçasına cenazede timsah gözyaşları dökmüşler.   İşte bu yüzden yıllarca ciğerindeki yangın kinini, kini ise üzüntüsünü kamçılamış.


Yaşlı kadın yine zorlana, zorlana oğlunun mezarı başına geldi. Aslında canını dişine takıp veya sürüne sürüne geldi de denebilir.  Eskiden birilerinin yardımıyla gelirdi ama mezara getirecek kimsesi kalmadı. Yaşlı kadın daha mezarlığa girmeden iki gözü çeşme ağlamaya başladı. Biricik evladına mezarı başında uzun uzun dua etti. Bu sefer her zamankinden daha fazla ağladı. Biliyordu, bu belki de son gelişiydi. Yarın sabah ameliyat olacaktı; felç hatta ölüm tehlikesi olan bir ameliyattı bu.  Ağlamaya takati kalmayınca gücü beddua etmekten aldı; evladının ölümüne sebep olan düşmanlarına teker teker beddua etti.


Müdavimin duyguları karma karışıktı; üzüntüyü, kin ve nefreti aynı anda yaşamaya alışmıştı ama şimdi az da olsa sevinçliydi. Ameliyattan sağ çıkamaz ise biricik evladına, biricik oğluna kavuşacağından dolayı buruk, garip bir sevinç yaşıyordu. Hayatında biricik evladına kavuşmak istediği kadar kimseyi özlemiyordu: babasını, annesini ve kardeşlerini. Evladına olan özlemi hepsini çoktan unutturmuştu.


Güçle eğilip mezarlığı öptü:“ güzel oğluuum, canim yavruuum, bitaneem  yakında yanına gelip doya doya bağrıma basacağım seni.. Doya doya öpüp koklayacağım, o güzel yüzünü okşayacağım canım, ciğerim, iki gözüm… Bitecek artık bu ayrılık, ben burada sen orda olmuyor.  Dayanamıyorum artık! …“


Yaşlı kadın kabirden gelen feryadı figanı bu sefer de duymadı:  “yeter artık, yeteeeer! Dünyada hayatımı berbat ettin, hayatımı kararttın! Ne olur burada bari rahat bırak beni! Ne olur, her defasında gelip kemiklerimi sızlatma, yeteeeeer!“



Abdullah Konuksever

( Duyulmayan Feryat başlıklı yazı hotamisli tarafından 4.11.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.