Rahmetli babam Gümrük Muhafaza memuruydu. Elli beş yaşında, Bin dokuz yüz seksen bir
tarihinde ki vefatına kadar yürüttüğü otuz bir yıllık hizmeti boyunca bu görevdeki dürüstlüğü ile
tanınırdı.
Onun görev yaptığı yıllarda kaçakçılık had safhadaydı. Gümrükte çalışanların çoğu aldıkları
rüşvetle çok zengin olmuşlardı.
Öyle ki rüşvetçilik neredeyse bakanından odacısına kadar bir şirket haline getirilmişti.
Babam belki de rüşvet yemeyen ender insanlardan biriydi.
Tabi ki bu iş zincirleme olduğu için zaman zaman çevresine de engel olur. Bu nedenle arkadaşları
tarafından sevilmezdi.
Bu durum onun asabi bir yapıya bürünmesine neden olmuş. Hatta kendisine "Karanlık Ahmet"
lakabı takılmıştı.
Yetmişli yıllarda "Gümrük Muhafaza Kısım Amirliği" görevini yürüttüğü bir liman şehrinde yanlış hatırlamıyorsam büyük bir demir kaçakçılığı için zamanın Maliye ve Gümrük Bakanı babamı ikna
edebilmek ve bu kaçakçılık olayına dahil edebilmek amacıyla İstanbul'a"Raffaella Carrà" nın konserine götürmüştü.
Raffaella Carrà" O yıllarda yaptığı sayısız TV şovları ile, özellikle kendi ülkesi İtalya'da, İspanya'da
ve Latin Amerika ülkelerinde" Olduğu kadar ülkemizde de meşhur bir sanatçıydı.
Bir bakanın, küçük bir memuru alarak onunla birlikte bir eğlenceye gitmesi hiç bir zaman aklımın
almadığı olaydır.
Bakan bey tüm çabasına rağmen babamı ikna etmeyi başaramayıp on beş gün süre ile geçici görevli
olarak İstanbul-Haramidere gümrüğüne göndermişti.
Farsça ve Arapçayı ana dili gibi konuşan babam. Bir çok sınır kapısında görev yapmıştı.
Çocukluğumdan hatırladığım İslahiye ve İskenderun'da yaşadığımız dönemlerde bazen tebdili
kıyafet gezerek kaçakçıların arasına karışıp, başarılı operasyonlar yapılmasını da sağladığıydı.
Bize anlattığı bir anısında:
"İslahiye tren istasyonunda Arap kıyafetiyle dolaşırken" Hareket etmekte olan trendeki vatandaşın
kendisine tükürerek "Pis Arap"Dediğini, babamınsa adama dönerek "Sensin pis Arap" Diyerek
okkalı bir küfür patlattığını hatırlıyorum.
Bu durumun onun ne kadar gerçekçi bir şekilde bu kimliğe büründüğünün bir göstergesi olduğunun
kanıtıdır
Yapmış olduğu görev hiç kolay değildi. Gecesi gündüzü belirsiz. Atlattığı tehlikelerin ise haddi
hesabı yoktu.
Bin dokuz yüz altmışlı yıllardı.
O zamanlar müsademe kelimesinin anlamının çatışma olduğunu bilmezdim.
Ama annemin eyvah müsademe başladı! Sözü biz üç kardeş için kötü bir şeylerin olduğunun
habercisiydi.
Ardından duyduğumuz silah sesleri ile irkilirdik.
Babam geceleri görevli olduğu zamanlar annemin eli hep yüreğindeydi.
Ta ki sağ salim eve dönünceye kadar.
bir belde de yaşıyorduk.
O zamanlar o bölgenin köylülerinin büyük bir kısmının geçim kaynağı sınır kaçakçılığıydı.
Her gece sabahlara kadar sınırdan silah sesleri duyardık.
Babamın nöbette olduğu bir gece yarısı kapının kırılırcasına gümlemesi ile uyandık.
Annem kapıyı açtığında babamın haykırışları duyuldu.
-Azize çabuk çocukları hazırla kaçıyoruz buradan.
Annem
-Uykusuz ve korkulu gözlerle "Hayırdır ne oldu Ahmet?" Diye bağırdı.
Üç kardeş uykulu gözlerle ve heyecanla onları seyrediyorduk.
Babam yine telaşla:
-"Fazla bir şey sorma, bir an önce hazırla çocukları, köylülerden bir kaçakçıyı vurdum."
Az sonra basarlar burayı dedi.
Annemin ağlayarak bizleri hazırladığı sırada kapının çalışı ile birlikte üç kardeş ağlamaya başladık.
Neyse ki gelen Jandarmaydı.
Jandarmanın verdiği haber güzeldi.
Ama halen hepimizin hayatı tehlike içindeydi.
Güzel haber hemen o gece gelen telgrafla babamın tayininin İstanbul'a çıkarılmasıydı.
Ancak köylülerin toplanarak oturduğumuz lojmana doğru gelmeleri nedeni ile Nusaybin ve
Mardin'den takviye güvenlik istenmişti.
Sonrasında Jandarma kontrolünde Toprak Mahsulleri Ofisinin en üstüne çıkartıldığımızı
hatırlıyorum.
Bir müddet sonra köylüler Ofis'in önünde ellerinde silah ve yanan sopalarla toplandılar.
Annem'in hüngür hüngür ağlaması, biz üç kardeşi de çok korkutmuştu.
Onunla birlikte hepimiz ağlamaya başlamıştık.
Babamsa korkmayın az sonra götürecekler bizi buradan diye bizleri teselli etmeye çalışıyordu.
Ama ben onun da yanaklarının titrediğini hissedebiliyordum.
Aşağıdaki bağrışmalar sabaha karşı takviye kuvvetlerin gelmesi ve kalabalığın büyük bir
kısmını dağıtması ile azaldı.
Sabahın ilk saatlerinde ailece Mardin dışına çıkarıldık.
babamın görevi biraz rahatlamıştı.
En azından geceleri daha az göreve gidiyordu ve silah sesleri duymuyorduk.
anlattığına göre İstanbul'a gelişimizden bir-iki ay sonra iki köylü tarafından bir süre daha takip
edildiğini, alınan önlemlerle bu takipten vazgeçtiklerini öğrendim.
kaçakçılığı bu kadar etkin mi?
Ama rahmetli babam dürüstlükle yaptığı görev sırasında benzeri bir çok tehlike atlatmıştı.
Benim en yakından hissettiğim, çocuk yaşımda ölümün soğukluğunu ve korkusunu tanımama
neden olan bir olaydır bu.
Sevgili Babacığım memuriyetteki dürüstlüğün ve göreve bağlılığın ile, namuslu ve cesur
bir babanın oğlu olmakla her zaman gurur duydum. Nur içinde yat, mekanın cennet olsun.
Babalar günün kutlu olsun...
Mehmet Fikret ÜNALAN