TEKERRÜR EDEN TARİH-13. BÖLÜM—ATEŞ ÇEMBERİ

1902-1903 Yılları ve sonrası Osmanlı Devletinin en sıkıntılı yıllarıdır. Zira bu yıllarda iç ve dış tüm güçler II. Abdülhamit’e karşı seferberlik ilan etmişlerdir adeta.  Yurt içinde Jön Türkler, İttihat ve Terakki, ( Bunlar aynı zamanda yurt dışında da faaliyettedirler.)Meşrutiyetin yeniden ilan edilmesini isteyen oldukça önemli bir kesim ( Mesela bunlar içinde Mehmet Akif, Said-i Nursi bile vardır.) yazdıklarıyla, çizdikleriyle II. Abdülhamit’i yerden yere vurmaktayken batıda Balkan topraklarından Güneydoğuda Arap topraklarına Osmanlı ülkesinin her tarafında müthiş bir isyan, kargaşa, kaos hüküm sürmekteydi.

Şimdi, kargaşa, kaos, ayaklanma filan deyince durumun vahameti ya da yaşananların ne derece şiddetli şeyler olduğu anlaşılmıyor. O yüzden biraz açalım.

1903 Yılında Bulgar, Yunan, Sırp, Ulah ve Arnavut milliyetçileri arasında Makedonya üzerinde hakimiyet kurma mücadeleleri Osmanlı Devletini bir genel harbin eşiğine kadar getirmişti. Çünkü saydığımız bu milletlerin yaptığı her eylemin ucu Osmanlı devletine dokunuyordu. Peki ne yapıyorlardı bunlar?

Mesela 10 Nisan’da Rus Konsolosu bir Arnavut tarafından vuruldu. Hem Rusya’dan hem Avusturya’dan nota yiyen elbette ki Osmanlı Devleti idi. Tehlike büyüktü. Avusturya, bu olayı bahane ederek olayın geçtiği Mitroviça’yı işgal etmeyi, Rusya, Avusturya’nın Mitroviça’yı işgal etmesi halinde Bulgaristan’ı işgal etmeyi, İngiltere ile İtalya ise tüm bunlar olursa Selanik’i almak için ittifak etmişlerdi.

Nisan ayının sonlarına doğru Bulgar/ Makedon komitacılar Selanik’te en az yirmi yeri bombaladılar. ( Bir Fransız yolcu gemisi, bir Alman bowling kulübü, Osmanlı Bankası da bombalanan yerler arasındaydı ve tabii ki yabancı devletlerin savaş gemileri Selanik önlerinde demirlemekte gecikmediler.

10 Haziran gecesi Sırp Kralı ve Kraliçesi bir grup subay tarafından hunharca katledildi.

Makedonya’da faaliyet gösteren İç Makedonya ihtilâl Örgütü VMRO’nun 2 Ağustos 1903 tarihinde Ortodokslar için kutsal bir pazar akşamı olan Aziz Elia Gününde, sonraki yıllarda ‘’ İlinden Ayaklanması ‘’ (İlindenskoto Vostaniye) olarak da anılan kanlı bir isyan hareketi başlattı. Sadrazam Ferid Paşa’nın Bulgaristan’a savaş ilan etme kararını II. Abdülhamit zar zor engelleyebildi.

İlinden İsyanı, Avusturya İmparatoru ile Rus Çarı’nın Ekim 1903’te Mürzsteg’te buluşması ve Makedonya için uluslararası gözlem altında yürütülecek yeni bir reform programı üzerinde anlaşmasıyla sonuçlandı..

En ilginç olay ise 8 Ağustos 1903 de cereyan etti.

O gün  Konsolosluğa gelen Rusya Konsolosu Rostkovski, kapıda nöbet tutan Türk askeri Halim, kendisine selam vermediği için ona tokat atıp hakaret etti. Bunun Üzerine  Arnavut asıllı bu asker, konsolosu kapının önünde vurarak cesedini yere serdi. Sonrasında tabii ki kabak Osmanlı Devletinin başında patladı. Halim derhal mahkeme edildi ve dört gün süren mahkeme sonucunda o ve onunla birlikte nöbette olan arkadaşı ( O zavallım da Halim’i önleyemediği için ) idam edildiler. Hatta ve hatta mahkemede önce konsolosun küfrettiğine dair şahitlik yapan bir ere dahi on beş yıl hapis cezası verildi. Konsolos hakkında kötü konuşan iki teğmen meslekten ihraç edildi...Sırf Ruslar yatışsın, yüce adaletimizin böyle olaylar karşısında asla müsamaha göstermediğini görsünler diye...Eh faydası da görülmedi değil. Anadolukavağı önlerine kadar gelmiş olan Rus Donanması gerisin geri döndü.

1 Eylül 1903 de Padişahın tahta çıkışının 25. Sene-i devriyesi için düzenlenen törenlere katılmak için gelen bir Avusturya gemisinde bombalar patladı, onlarca insan öldürüldü.

Sonraki günlerde Kosova’da Arnavutların Sırp Konsolos Martinoviç’i katletmesi, Avusturya Konsolosu’nun eşi ve kızının dağa kaldırılması, Üsküp’teki Fransız bankasına saldırılması gibi olaylar Osmanlının her gün yaşadığı sıradan olaylar haline gelmişti.

Balkan toprakları dışında Arapların yaşadıkları topraklarda da isyanlar çıkmış ve 1903 yılı itibariyle Yemen’in merkezi San’a, isyancıların eline geçmişti.

Bunca kötü olaya rağmen yine aynı yıllarda Hicaz Demir yolları inşaatının hızla devam etmesi, Şam’da Mekteb-i Tıbbiyenin kurulması mucize kabilinden olaylardı.

1904 Yılında Osmanlı devletinde en kısa süre tahtta kalan Padişah olan (93 Gün) V. Murat hayata gözlerini kapadı. Artık hiç kimsenin isteyeceği bir Murad’ı kalmamıştı. Hiç kimse Murad’ı tahta çıkarmak için Çırağan baskını düzenleyemeyecekti bundan böyle.

Aynı yıl Hicaz demiryolu Maan’a kadar ulaştı. Haydarpaşa rıhtımı tamamlandı ve kullanıma açıldı.

1905 yılına geldiğimizde bu yılın başında Osmanlı Devleti Makedonya için mali bir reform paketi hazırlamıştı. Ancak bu yılın en önemli ve can alıcı olayı II. Abdülhamit’e karşı girişilen suikast olayı idi.

Oynanan onca oyun, kurulan onca tezgaha rağmen onu tahttan indiremeyen, o tahtta oldukça da emellerine ulaşmalarını  mümkün görmeyen Ermeniler en sonunda direkt olarak II. Abdülhamit’i ortadan kaldırmayı düşünmeye başlamışlardı. O giderse neticede yine bir Osmanlı Padişahı başa geçecekti ama onun ölümü halinde her kim başa geçerse geçsin ülkede çok daha rahat at oynatacaklarını, yabancı devletlerin müdahalesinin daha kolay olacağını düşünüyorlardı.  Hem Rus propagandaları neticesinde tüm hücrelerine kadar Abdülhamit düşmanlığı ile dolmuşlardı. Evet, o yok edilirse her şey çok güzel olacaktı. Türk aydınlarının pek çoğu dahi onun ölmesi/ ya da öldürülmesi halinde Osmanlı Devletinin rahat bir nefes alacağını, her şeyin bir anda güllük gülistanlık olacağını düşünüyorlardı.

Mehmet Akif ( Ersoy ) bile onun ölmesi gerektiğini, eğer ölmezse memlekette her şeyin çok kötüye gittiğini ve gideceğini bir şiirinde şöyle ifade etmişti:

“Ortalık şöyle fena, böyle müzebzeb işler,
Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer,
Âkıbet çok kötü…


Eh, en vatansever Türk bile Abdülhamit’in ölmesi gerektiğini düşünürken bir Ermeni neden düşünmesin ki? Düşünmekle de kalmayıp neden uygulamaya koymasın ki?

Yurt dışı basında, özellikle Fransız ve İngiliz basınında sürekli müstebit, cani, katil, olarak nitelendirilen  ve bu yönde karikatürleri çizilen II. Abdülhamit’e karşı yurt içinde de muazzam bir muhalefet başlamıştı.

Bu muhalefette aynı zamanda Osmanlı Devletini içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmak için nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini düşünen insanların takip ettikleri fikir akımlarının da etkisi çoktu.

Aydınlar, eli kalem tutanlar, memurlar, askerler, velhasılıkelam düşünebilen halk yeni fikir akımlarına kapılmıştı.

Bunların başlıcaları şunlardı:

1- İçinde sadece Türklerin yaşadığı bir ülke meydana getirmek. Bizle kan ve ruh bağı olmayanları serbest bırakmak. Bağımsız mı oluyorlar, bağımlı mı oluyorlar ne b.k yerlerse yesinler...Yani kısaca ‘’ Türkiye Türklerindir’’ Anlayışı ile Türk olmayan unsurlardan temizlenmiş bir ülke kurulursa tüm dertlerimizden kurtulacağımızı düşünen Türkçüler vardı.

2- Buna mukabil kurtuluşu bütün Türkleri bir bayrak altında toplamakta gören Turancılar da mevcuttu. Onlara göre Müslüman ya da değil bütün Türkler bir bayrak altında toplanmalı, Arapmış, çorapmış Türk olmayanlar Müslüman da olsalar sittir edilmeliydi.

3- Önemli bir bölüm batıcıydı. Tüm kurum ve kuruluşları ile batıyı kendimize örnek alırsak, şu kahrolası Asyalılıktan kurtulup da Avrupalı olabilirsek huzur, rahat, mutluluk her şey bizim olacaktı.

4- Özellikle Jön Türkler, İttihat ve Terakkiciler gibi gruplar, kurtuluşun ve selamete ermenin yolunun Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan herkesi Osmanlı olarak bağırlara basmakla sağlanacağını düşünüyorlardı. Bu, Müslüman- Gayrimüslim herkesin her bakımdan eşit olması ile sağlanabilirdi. Bu eşitliğin sağlanabilmesi için de meşrutiyetin tekrar ilan edilmesi, Kanun-u Esasinin tekrar yürürlüğe sokulması şarttı.

5- Padişah II. Abdülhamit dahil bazı vatandaşlar ise Müslüman birliği sağlanırsa, Hakimiyetimiz altındaki tüm Müslümanlar millet ve milliyet ayrımı olmadan sadece Müslüman oldukları için kenetlenirse, yani bir İslam Birliği kurulursa ( Padişah aynı zamanda Halife olduğu için bunun kurulmasının çok da zor olmayacağını düşünülüyordu. ) her şey çok güzel olabilirdi.

Evet, fikir ve düşünce akımları bunlardı ama en kısa ve kestirme yoldan hedefe ulaşmak için Abdülhamit’in öldürülmesi hiç de fena fikir değil gibi görülüyordu. Bunu bir Türk değil de Ermenilerin düşünmüş olması  belki de Ermenilerin biraz aceleciliğinden ya da Müslüman- Türklerin ‘’ Ulan tamam öldürelim ama yerine getireceklerimiz bundan daha iyi değil ki.’’ Diye düşünmelerindendi. İşin o tarafını tam bilmiyorum...Neticede ölmesini isteyen çoktu ama öldürmek için harekete geçenler Ermenilerdi.

Gelecek bölümde de bu suikast girişimini anlatalım olur mu?

RESİMLER:

1-2- Hicaz Demiryollarının yapımı
3- İlinden İsyanı’nın isyancılarından bir gurup
4-5-6- İlinden Ayaklanması ABD Basınında böyle karikatürize edilmişti.

( Tekerrür Eden Tarih-13. Bölüm—ateş Çemberi başlıklı yazı Sami Biber tarafından 30.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.