Ömür Perdesi Ne Zaman Kapanırsa Kapansın, Bazen Perde Kapanmaz Hep Açık Kalır…
(Ben Yazarken Ağladım Siz Okurken Ağlamayın Diyeceğim Ama Yanınızda Bir Mendil Bulundurun)
Bakarsın
ufka, uçsuz bucaksız, gezmeye çıksam bir ömür yetmez der insan. Fakat ömür
ufkuna bakınca insan böyle konuşamıyor, perde bir an açık, bir an sonra
kapanır, hiç belli olmaz, bunu çok iyi bilmek gerek. Bakarsın açan güle,
açmadan önce bülbülün feryat ederken derdine! Derdi gülün açmasıymış kokusuyla
kokusuna bürünerek sevinçle ötmekmiş derdi, anlarsan eğer sende bir gül olur ya
bir gül gibi güzel iyilik yaparsın, insanlar iyiliğini görür dua eder sevap
kazanırsın, işte o zaman ömür perdesi ne zaman kapanırsa kapansın, perde
kapanmaz sana hep açık kalır… Mezarda tül tül dökülür günahlar yapılan iyiliğin
sayesinde, açılır karanlık mezarında nurdan pencereler bakmaya kıyamazsın
doyamazsın, ben bu kadar çok ama çok iyilik yapmadım ki, bu güzelliklere mahzar
oldum der hayran kalır bakarsın o nura güzelliğe…
Oysa dün ölmeden önce yaşarken yüreğinde bir sızı vardı, okulun bahçesinde bir
yetim çocuk oturmuş üzgün üzgün ağlıyordu. Yaklaşmıştın yanına, başını şefkatle
okşayarak.
-Evladım, neden ağlıyorsun, derdini bana söyler misin?
Demiştin, o yetim saçlarının okşamanla sana gülümsemiş.
-Ben yetim büyüdüm, babam ben küçükken ölmüş. Bir annem var, birde küçük kız
kardeşim. Biraz önce arkadaşım Ahmet’in babası oğlunun saçını okşarken, bende
içimden Rabbim benim başımı okşayan bir babam yok derken, sen çıka geldin.
Başımı bir babanın şefkatiyle okşadın. O an içimde esen hırçın esen rüzgârlar
beni duvarlardan duvarlara vururken yok oldu, içimde bir volkan gibi yakan
yetimlik acımdan dolayı o alev söndü, kalbime saplanan hançerlerle oklar yok
oldu, içimi huzur doldurdu. Sen babam olmasan da, bir baba şefkatiyle başımı
okşadın bana sarıldın, akşam evimize gelir misin, küçük kız kardeşimin başını
da aynı şefkatle okşar mısın?
O anda gözlerinde akan yaşlar sel olmuş, saatlerce ağlamıştın. O an ona
sarılarak.
-Tabi gelirim evladım, neden gelmeyeyim.
Demiş ve o akşam, kız kardeşi bahçede oynarken, kardeşine koşarken, sen onu
kucaklayarak bir baba şefkatiyle kucaklamış, saçını okşamış ve öpmüştün. Küçük
kız annesine koşarak.
-Anne anne, babam geldi diyerek sevinçle koşmuştu.
Annesi dışarıya çıkarak, seni görünce mahzun birazda sevinçle.
-Yok, kızım, o babanız değil, o bir amca.
Küçük kız, şaşkınlıkla.
-Anne, amca ne demek!
Diyerekten sormuş. Annesi ise.
-Babanın kardeşi demek.
-Anne öyle ise bu babamızın kardeşimi?
Derken annesi hayır derken, sen elinle sus demiştin. Sen
-Evet, kızım, be benn babanın kardeşiyim, uzaklardaydım yeni geldim.
Elindeki poşetlerdeki çikolata şekerleri, ekmek birazcık peynirle bir kilo eti
kapının önüne bırakarak gitmeye başladığında, küçük kız koşarak, ayaklarına
sarılmış, yalvararak.
-Amca ne olur sende babamız gibi gitme, gel bizimle kal, akşam seninle yemek
yiyelim, sen saçlarımızı okşa babam gibi…
Derken sen bahçede annesi ile hızla odasına giderek hıçkırıklar içinde
ağlarken, çocuklar şaşkınlıkla sizleri izlemiş. O küçük yaramaz kız sevimliliğiyle.
-Amca neden ağlıyorsun?
Sen ise gülümseyerek
-Sevinçten kızım.
Demiştin ki, o küçük yaramaz kız havalara hoplayarak.
-Yaşasın bana kızım dedi, kızım dedi. Arkadaşım Merve bana sana kimse kızım
diyerek seslenmeyeceğini söylemişti…
Sen iki evladını hanımını trafik kazasında kaybedince, bunlarda babalarını
kaybedince, kader sizi bir noktada buluşturdu. Anneleriyle evlenerek onlara iyi
bir baba ve annelerine eş, kurduğun hayır kurumuyla yetim çocuklara şefkatle
muamele edinilmesi prensibiyle bir hayır kurumu açmıştın. İşte bu güzelliğin ve
iyiliğinin karşılığında, sana kapanan perde olmadı açık kaldı, bundan sonra
kazanacağın sevaplarla hep açık kalacak.
Mehmet Aluç