Hüseyin usta, bazı yıllar haziranda bile karlar
yağdığı bir dağ köyünde doğdu. Alt kardeştiler, dördü kız ikisi erkek. İkinci
Dünya savaşının en civcivli yıllarına denk gelir ustamızın doğumu. Köyü yüksek
Karadeniz dağlarının hemen diplerinde bir orman köyüdür. Kudretten bitme iğne
yapraklı ormanlarla çevrili şirin bir köy. Ormanlarında sadece çam, ladin ve
köknar ağırlıklı olmakla birlikte kestaneden ıhlamura kadar çeşitli yayvan
yapraklı alabildiğine gür ve çeşitli ağaçlar yer tutmakta.
Hüseyin
ustanın köyünde ve çevre köylerde öncelikle tarım ve hayvancılık birinci geçim
kaynağıdır. Az sayılmayacak yurttaşlar da orman ürünlerini işleyerek geçimini
sağlar. Bölgenin köylerinde okullar ülkemiz ortalamasına göre erkenden açılmış.
Hüseyin ustamız köyünde 1930 yılında açılan ilkokulu pekiyi derece ile bitirir.
Bazı arkadaşlarının Köy Enstitüleri ve liselerde tahsil yaşamlarını devam
ettirmelerine karşın okuma şansı yakalayamaz. Baba sözü kanun hükmünde kılıç
keskinliğinde. Çocuklar okursa arazileri kim işletecek, yaşlanınca anne-babaya
kim bakacak kaygısı köy çocuklarının önünde aşılmaz bir engel olarak yıllarca
geçerliliğini korudu.
Yıllar
geçti. Büyüdü, eli iş tuttu. Odun devşirmek için ormana gidiyordu. Bazılarına göre değerlendirilemeyen bir talih
kuşu kondu genç Hüseyin’in başına. Elde balta ana yolu geçip ormanın
derinliklerine dalmak üzereydi. Kara yolunda bir jeep belirdi. Uluorta ormana
girilmezdi. Ne olur ne olmaz diye ağaçların arasına saklandı. Bir taraftan da
geçen aracı izlemek istiyordu. Araç berkitme yoldan ortalama bir hızla geçerken
araçtan bir çanta yolun ortasına düşüverdi. Çok şaşırdı. Aracın iyice
uzaklaşmasını bekledi. Daha sonra hızla yaklaşıp aç kurdun kuzuları kapması
gibi çantayı kapıp ormana saklandı.
Siyah
yeni bir çantaydı bulduğu. İçinde önemli bir şeyler olduğu belliydi. Çevresinde
ladin ormanı, yukarda Allah vardı sadece. İn cin top oynuyordu. Kendisini bir
Allah’ın kulu görmemişti. Çantayı alıp ormanın derinliklerine dalmayı düşündü
bir an. İkircikli kaldı. Hakkı olmayan bir nesneye el uzatamazdı. Aldığı aile
terbiyesi bulduğu eşyayı sahibine vermeyi emrediyordu. Yola inip beklemeye
başladı. Beklemesi uzun sürmedi. Kısa
süre sonra geri döndü jeep. Bu kez hızı yavaştı. El kaldırıp aracı durdurdu.
Araçtan düzgün kıyafetli beyler indi. Kızgındılar.
“Çekil
yolumuzdan, belanı mı arıyorsun…” tarzında sözler ettiler. İleri yıllarda usta
olarak anılacak Hüseyin boynunu bükerek, ezik bir tavırla,
“
Yitiğinizi ben buldum, merak etmeyin” deyiverdi. Yolun kenarında sakladığı
yitik çantayı ortaya çıkardı. Adamlar aynı sertlikte çantayı alıp; bir
teşekkürü bile çok görerek araçlarına yöneldiler. Aralarında söyleniyorlardı:
“Büyük
felaket atlattık. Çantada tamı tamına kırk beş bin lira vardı.”
Garip
köylü Hüseyin yaşadıkça yaptığı işin doğruluğuna hep inandı. Lakin adamların
kendine aşağılayarak ruhsuz bakışlarını hiç unutmadı.
Askerlik,
evlenme derken köyde monoton yaşam devam etti. İlkbaharda başlayan çift-çubuk
işleri son güzlere kadar sürüp gitti. Sabahın köründen, akşamın karanlıklarına
kadar kola kuvvet… Çayırdır, harmandır, değirmendir, tarlalara gübre taşımak,
kış odunu hazırlığı derken baş kaşıyacak kadar zaman bulunmaz köyde.
Katırkuyruğu, ne uzar ne kısalır. Bir yıllık zahireni temin edebilirsen ağasın
demektir. Çantayı sahiplerine vermeseydi kim bilir hangi şehirde bacak bacak
üstüne atıp keyif çatar olacaktı Hüseyin usta. Hüseyin usta dememizin bir
anlamı var. Kahramanımız eli işe yatkın bir usta olup çıktı. Balta, tırpan
sapından kağnı arabasına kadar köyde kullanılan her aracı büyük bir maharetli
yapan köyün sayılı ustaları arasına girdi.
Hiçbir
komşuyu boş çevirmezdi kapısına gelen. Siyah gür saçları, zeytin karası gözleri, güler yüzü ve
şakalarıyla küçük büyük herkesin beğenisini maslardı. Babam öldüğünde babamın
şu sözünü söylemişti:
“Rahmetli
Ali amca (babam) bana, Hüseyin senin komşuluğuna doyamadım…”
Hüseyin
ustanın bir mahareti de ağaçlara çoban aşısı yapmaktı. Köyde her komşunun
bahçesinde muhakkak O'nun aşı yaptığı birkaç ağaç vardır. Komşuların ağaçlarına
aşı yaptığı gibi meralardaki ahlat ve yabani elma fidanlarına da aşı yapardı.
Gerek araç yapımı gerek ağaç aşılama işinde para talep etmezdi. “Allah razı olsun” sözü O’nun için para-puldan çok daha önemliydi.
Köydeki
tek düze yaşamdan yakınır. Tahsil yapamadığına çok üzülürdü. Oysa okulda çok
başarılı öğrenciydim diyerek hayıflanırdı. Bu şanssızlığı için yaşıtlarından
komşu bir kadının, “Gülmeyen Hüseyin…” dediğini anlatır gözlerinin içi gülerdi.
Şair ruhlu, duygusal bir adamdı. Hece şiiriyle yazdığı çok şiirleri vardır.
Köyümüze
ikinci kez içme suyu getirme çalışmaları yapılıyordu. Bu işlere koşan köyün
vakıf başkanı işlerin kolay yürümediğinden yakınır bir gün Hüseyin ustaya. Acı
acı söylenir:
“Bıkıp
usandım köylülerimizin yapılan çalışmalarına ilgisizliğinden. Koşturmaktan
feragat edeceğim…” Hüseyin usta cevap verir:
“Köy
çeşmelerine akacak sudan yerdeki canlılar, havadaki kuşlar bile yaralanacak.
Yapılan işlerin bir de böylesi kutsal yönü var…” bu sözler üzerine vakıf
yöneticisi mahcup olur söylediklerinden.
Hüseyin
usta yazdığı şiirleri, anlattığı fıkraları, çıkar düşünmeden komşuların
işlerine koşmasıyla güzel anılar bırakarak sonsuzluğa yürüdü geçen yaz.