ŞÜPHEYLE İMAN
BİR ARADA OLMAZ,
Kur’an’ı Kerimde Allah her şeyi
misalleri ile bildirmiştir. Onda hiçbir şüpheye yer yoktur.
2/BAKARA-2:
Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne). İşte bu Kitap
ki, O'nda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.
Burada takva ve hidayet olmak üzere
iki kavram vardır. Takva kavramının lügat mânâsı çekinmek, sakınmak ve
korkmaktır. Allahütealâ, Kur'an’ı Kerim'de ne zaman takva kelimesini
kullanmışsa, devrimizin âlimleri belki de eski âlimlerin standartlarına uyarak
hep aynı şeyi (Allah'tan korkun, sakının, çekinin) söylemektedirler.
Allahütealâ'nın dizayn ettiği
takva, ruhun, fizik vücudun, nefsin ve iradenin hidayet yeminleridir.
Takvanın başlangıcı kişinin
Allah'a ulaşmayı dilediği, âmenû olduğu noktadır. Kişi ne zaman Allah'a
ulaşmayı dilerse Allahütealâ aynı anda kalbindeki bu talebi işitir, bilir ve
görür. Kişi o anda başlangıç takvasının da cennetin de sahibidir.
Takvayı 7 safhada incelemek söz
konusu olmaktadır:
Takva, lügat mânâsı itibariyle
korkmak, çekinmek anlamına gelse de aslında takva, Kur'an’ı Kerim'de 28
basamaklık bir dizaynın 28. basamağın 5. kademesine kadar gelen bir olgunlaşma
sürecini ifade eder.
Hidayet; insanın Allah'a
ulaşmayı dilemesiyle başlayan bir vetiredir. 7 tane hidayet, 7 kat cenneti
ifade eder. Bir insanı dalâletten kurtaran şey Allah'a ulaşmayı dilemektir.
Allahütealâ kişiyi dalâlette bırakmak istediği için, o kişi dalâlette değildir,
hidayete talip olmadığı için dalâlette kalmıştır. Bütün insanlar dalâlettedir.
Hiç kimse yoktur ki başlangıç
itibariyle dalâlette olmasın. Herkes hayata dalâlette başlar. Kim Allah'a
ulaşmayı dilemişse, dilediği taktirde dalâlette kalmaktan kurtulur. Dalâletin
bittiği yer, bir başka ifadeyle cehennemin bittiği yer Allah'a ulaşmayı dilediğimiz
noktadır. Bunun alt tarafı yedi kat cehennemdir, üst tarafı yedi kat cennettir.
Ra'd suresinin 27. ayet-i kerimesi hidayetle dalâletin birbirinden ayrıldığı
noktayı ifade ediyor.
13/RA'D-27:
Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul
innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).
Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?”
derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na
yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).
”Öyleyse Allah'a ulaşmayı dileyenleri
kendisine ulaştıracağı için, Allah'a ulaşmayı dilediği andan itibaren hidayet
başladığı için hidayette olmak ya da dalâlette olmak kişisel talebe bağlı bir
olaydır. Kişinin serbest iradesi, cüz'i iradesi bu konuda kesin bir rol
oynuyor. Kişi Allah'a ulaşmayı dilerse, iradesiyle böyle bir talepte bulunursa,
ancak onlar Allahütealâ tarafından hedefe ulaştırılır.
42/ŞÛRÂ-13:
Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ
vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû
fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî
ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
Allah) dinde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi
(şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dinde) fırkalara
ayrılmayın.” diye Hz. İbrahim'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz
şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine
çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah,
dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu
hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Allah’a ulaşma dileğini insanlara
anlattığımızda, bizde bazıları Allah’a ulaşmayı diliyoruz. Onun için ibadet
ediyoruz diyorlar. Bazıları ise Allah bize şah damarımızdan daha yakın o yüzden
Allah’a ulaşmak diye bir şey yoktur diyorlar. Bu iki kesim de Allah’a ulaşmayı
dilemekten şüphe içinde olanlar ve Allah’a ulaşmayı yalanlayarak ayetleri inkâr
edenlerdir. Allahütealâ insanların kalbine bakar. Orada eğer Allah’a ulaşma
dileği varsa bu dileği görür, bilir ve duyar.
41/FUSSİLET-54:
E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey’in
muhît(muhîtun). Onlar
gerçekten Rab'lerine mülâki olacaklarından (ruhlarını hayatta iken Allah'a
ulaştıracaklarından) şüphe içindeler, öyle değil mi? O (Allah), her şeyi ihata
etmiştir (ilmiyle kuşatmıştır), öyle değil mi?
Allahütealâ, Allah'a ulaşmaktan şüphe
içinde olanları ve de olmayanları net olarak ayırmıştır. Fussilet-54'le
Bakara-46 birbirinin zıddı bir hüviyet taşıyor:
2/BAKARA-45:
Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel
hâşiîn(hâşiîne).
(Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak
ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi
olanlardan başkasına elbette ağır gelir.
2/BAKARA-46:
Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
Onlar
(o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki
olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde
inanırlar.
Allah'a ulaşmayı dileyen kişi Allahütealâ
tarafından huşû sahibi kılınır. Huşû sahibi olduğu zaman da mutlaka ruhunu
ölmeden Allah'a ulaştırmaktan emin olur. Onlar, kesin şekilde inanırlar ki;
Allah'a mülâki olacaklardır, Allah'a rücû da edeceklerdir (ruhlarını
ölümlerinden sonra Allah'a tekrar geri göndereceklerdir). Ölüm melekleri,
Allah'ın katından gelen ruhlarını, tekrar Allah'a geri götüreceklerdir. Bu
âyette ise insanlar, ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıracaklarından şüphe
içindeler.
Ve her şeyi kuşatmak, Allahütealâ'nın
rahmeti ve ilmiyle gerçekleştirdiği bir husustur.
Allahütealâ diyor ki:
40/MU'MİN-7:
Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve
yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in
rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel
cahîm(cahîmi). Arşı tutan
melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih
ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret
dilerler: “Rabbimiz, Sen her şeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle)
kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı
Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları
cehennem azabından koru!”
Her devirde Allah’ın veli Resulleri
ve mürşidleri insanları Allah’a ulaşmayı dilemeye davet etmişlerdir. Bu davete
bir kısım insanlar icabet etmiş, bir kısım insanlar da hevalarını ilah edinip
şüpheye düşmüşler ve yalanlamışlardır.
49/HUCURÂT-15:
İnnemel mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem yertâbû ve câhedû
bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ulâike humus
sâdikûn(sâdikûne). Mü'minler
ancak onlardır ki, Allah'a ve O'nun Resulü'ne îmân ettiler. Sonra da şüpheye
düşmediler. Ve malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler; işte onlar,
onlar sadıklardır.
Mü'minler Allah'a ve Resulü'ne îmân
edenler ve sonra şüpheye düşmeyip malları ve canları ile Allah yolunda cihat
edenlerdir. Bütün sahâbe öyle idi. Onlar sadıklar idiler.
Allah razı
olsun.
Burhan AKSU