Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 18.07.2018
Okunma Sayısı : 1869
Yorum Sayısı : 0

ŞÜPHEYLE İMAN BİR ARADA OLMAZ,

          Kur’an’ı Kerimde Allah her şeyi misalleri ile bildirmiştir. Onda hiçbir şüpheye yer yoktur.

2/BAKARA-2: Zâlikel kitâbu lâ reybe fîh(fîhi), huden lil muttekîn(muttekîne).                                 İşte bu Kitap ki, O'nda hiçbir şüphe yoktur. Takva sahipleri için bir hidayettir.

          Burada takva ve hidayet olmak üzere iki kavram vardır. Takva kavramının lügat mânâsı çekinmek, sakınmak ve korkmaktır. Allahütealâ, Kur'an’ı Kerim'de ne zaman takva kelimesini kullanmışsa, devrimizin âlimleri belki de eski âlimlerin standartlarına uyarak hep aynı şeyi (Allah'tan korkun, sakının, çekinin) söylemektedirler. 

         Allahütealâ'nın dizayn ettiği takva, ruhun, fizik vücudun, nefsin ve iradenin hidayet yeminleridir. 

          Takvanın başlangıcı kişinin Allah'a ulaşmayı dilediği, âmenû olduğu noktadır. Kişi ne zaman Allah'a ulaşmayı dilerse Allahütealâ aynı anda kalbindeki bu talebi işitir, bilir ve görür. Kişi o anda başlangıç takvasının da cennetin de sahibidir. 

          Takvayı 7 safhada incelemek söz konusu olmaktadır:

  • Kişi Allah'a ulaşmayı dilediğinde âmenûlar takvasının sahibi olur (3. basamak).
  • Kişi ne zaman mürşidine ulaşırsa, onun önünde diz çöküp tövbe ederse o an tâbiiyet takvasının sahibi olur (14. basamak).
  • Kişi ruhunu Allah'a ulaştırıp, Allah'a teslim ettiğinde evvab takvanın sahibi olur (21. basamak).
  • Ne zaman kişi fizik vücudunu Allah'a teslim ederse muhsinler takvasının sahibidir (25. basamak).
  • Kişi nefsini de Allahütealâ'ya teslim ettiğinde ulûl'elbab takvasının sahibi olur (26. basamak).
  • İrşad olunca (ihlâs) takvasının sahibidir (27. basamak).
  • İrade Allah'a teslim edilince bihakkın takva elde edilir (28. basamak / 5. kademe)
  •           Takva, lügat mânâsı itibariyle korkmak, çekinmek anlamına gelse de aslında takva, Kur'an’ı Kerim'de 28 basamaklık bir dizaynın 28. basamağın 5. kademesine kadar gelen bir olgunlaşma sürecini ifade eder.

              Hidayet; insanın Allah'a ulaşmayı dilemesiyle başlayan bir vetiredir. 7 tane hidayet, 7 kat cenneti ifade eder. Bir insanı dalâletten kurtaran şey Allah'a ulaşmayı dilemektir. Allahütealâ kişiyi dalâlette bırakmak istediği için, o kişi dalâlette değildir, hidayete talip olmadığı için dalâlette kalmıştır. Bütün insanlar dalâlettedir.

              Hiç kimse yoktur ki başlangıç itibariyle dalâlette olmasın. Herkes hayata dalâlette başlar. Kim Allah'a ulaşmayı dilemişse, dilediği taktirde dalâlette kalmaktan kurtulur. Dalâletin bittiği yer, bir başka ifadeyle cehennemin bittiği yer Allah'a ulaşmayı dilediğimiz noktadır. Bunun alt tarafı yedi kat cehennemdir, üst tarafı yedi kat cennettir. Ra'd suresinin 27. ayet-i kerimesi hidayetle dalâletin birbirinden ayrıldığı noktayı ifade ediyor. 

    13/RA'D-27: Ve yekûlullezîne keferû lev lâ unzile aleyhi âyetun min rabbih(rabbihi), kul innallâhe yudillu men yeşâu ve yehdî ileyhi men enâb(enâbe).                                                                                          Ve kâfirler: “Ona, Rabbinden bir âyet (mucize) indirilse olmaz mı?” derler. De ki: “Muhakkak ki Allah, dilediği kimseyi dalâlette bırakır ve O'na yönelen kimseyi Kendine ulaştırır (hidayete erdirir).

              ”Öyleyse Allah'a ulaşmayı dileyenleri kendisine ulaştıracağı için, Allah'a ulaşmayı dilediği andan itibaren hidayet başladığı için hidayette olmak ya da dalâlette olmak kişisel talebe bağlı bir olaydır. Kişinin serbest iradesi, cüz'i iradesi bu konuda kesin bir rol oynuyor. Kişi Allah'a ulaşmayı dilerse, iradesiyle böyle bir talepte bulunursa, ancak onlar Allahütealâ tarafından hedefe ulaştırılır.

    42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).                                                                                                                        Allah) dinde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dinde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrahim'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).

              Allah’a ulaşma dileğini insanlara anlattığımızda, bizde bazıları Allah’a ulaşmayı diliyoruz. Onun için ibadet ediyoruz diyorlar. Bazıları ise Allah bize şah damarımızdan daha yakın o yüzden Allah’a ulaşmak diye bir şey yoktur diyorlar. Bu iki kesim de Allah’a ulaşmayı dilemekten şüphe içinde olanlar ve Allah’a ulaşmayı yalanlayarak ayetleri inkâr edenlerdir. Allahütealâ insanların kalbine bakar. Orada eğer Allah’a ulaşma dileği varsa bu dileği görür, bilir ve duyar.

    41/FUSSİLET-54: E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey’in muhît(muhîtun).                                                                                                                                           Onlar gerçekten Rab'lerine mülâki olacaklarından (ruhlarını hayatta iken Allah'a ulaştıracaklarından) şüphe içindeler, öyle değil mi? O (Allah), her şeyi ihata etmiştir (ilmiyle kuşatmıştır), öyle değil mi?

             Allahütealâ, Allah'a ulaşmaktan şüphe içinde olanları ve de olmayanları net olarak ayırmıştır. Fussilet-54'le Bakara-46 birbirinin zıddı bir hüviyet taşıyor: 

    2/BAKARA-45: Vesteînû bis sabri ves salât(sâlâti), ve innehâ le kebîretun illâ alel hâşiîn(hâşiîne).                                                                                                                                       (Allah'tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah'a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.

    2/BAKARA-46: Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).                                                                                                                                        Onlar (o huşû sahipleri) ki, Rab'lerine (dünya hayatında) muhakkak mülâki olacaklarına ve (sonunda ölümle) O'na döneceklerine yakîn derecesinde inanırlar.

              Allah'a ulaşmayı dileyen kişi Allahütealâ tarafından huşû sahibi kılınır. Huşû sahibi olduğu zaman da mutlaka ruhunu ölmeden Allah'a ulaştırmaktan emin olur. Onlar, kesin şekilde inanırlar ki; Allah'a mülâki olacaklardır, Allah'a rücû da edeceklerdir (ruhlarını ölümlerinden sonra Allah'a tekrar geri göndereceklerdir). Ölüm melekleri, Allah'ın katından gelen ruhlarını, tekrar Allah'a geri götüreceklerdir. Bu âyette ise insanlar, ruhlarını ölmeden evvel Allah'a ulaştıracaklarından şüphe içindeler. 

              Ve her şeyi kuşatmak, Allahütealâ'nın rahmeti ve ilmiyle gerçekleştirdiği bir husustur.

              Allahütealâ diyor ki: 

    40/MU'MİN-7: Ellezîne yahmilûnel arşa ve men havlehu yusebbihûne bi hamdi rabbihim ve yu’minûne bihî ve yestagfirûne lillezîne âmenû, rabbenâ vesi’te kulle şey’in rahmeten ve ilmen fagfir lillezîne tâbû vettebeû sebîleke vekıhim azâbel cahîm(cahîmi).                                  Arşı tutan melekler ve onun etrafındaki kişi (devrin imamı), Rab'lerini hamd ile tesbih ederler ve O'na îmân ederler. Ve âmenû olanlar için (Allah'tan) mağfiret dilerler: “Rabbimiz, Sen her şeyi rahmetle (rahmetinle) ve ilimle (ilminle) kuşattın. Böylece (mürşidin önünde) tövbe edenleri ve senin yoluna (Sıratı Mustakîm'e) tâbî olanları mağfiret et (günahlarını sevaba çevir). Onları cehennem azabından koru!”

              Her devirde Allah’ın veli Resulleri ve mürşidleri insanları Allah’a ulaşmayı dilemeye davet etmişlerdir. Bu davete bir kısım insanlar icabet etmiş, bir kısım insanlar da hevalarını ilah edinip şüpheye düşmüşler ve yalanlamışlardır.

    49/HUCURÂT-15: İnnemel mû’minûnellezîne âmenû billâhi ve resûlihî summe lem yertâbû ve câhedû bi emvâlihim ve enfusihim fî sebîlillâh(sebîlillâhi), ulâike humus sâdikûn(sâdikûne).                                                                                                                                Mü'minler ancak onlardır ki, Allah'a ve O'nun Resulü'ne îmân ettiler. Sonra da şüpheye düşmediler. Ve malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, onlar sadıklardır.

              Mü'minler Allah'a ve Resulü'ne îmân edenler ve sonra şüpheye düşmeyip malları ve canları ile Allah yolunda cihat edenlerdir. Bütün sahâbe öyle idi. Onlar sadıklar idiler.

     

    Allah razı olsun.

    Burhan AKSU

    ( Şüpheyle İman Bir Arada Olmaz, başlıklı yazı mihrimah tarafından 18.07.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
    Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.