MİSAFİR AMA NE MİSAFİR
Yerel bir
gazetede sanat sayfası hazırlıyorum. Ayrıca haftalık bir dergide de köşe
yazarlığı yapıyorum. Her gün dergiye gitmem gerekmiyor. İnternet üzerinden
yazılarımı yolluyorum. Haftada birkaç kez de gazeteye uğruyorum.
Çalışmayı çok
severim oldum olası… Emekli olduktan sonra boşluğa düşmemek için yoğunlaştığım
yazarlık bana keyif veriyor. Kabul günleri gezip kiloma kilo katacağıma
hayatıma bu şekilde anlam katmayı yeğledim. Zaten boğazıma düşkünümdür. Kabul
günlerinde hanımların birbirleriyle yarışırcasına yaptıkları lezzetli
pastaları, börekleri, çörekleri tatmadan duramam. Evde kendimi daha fazla
kontrol edebiliyorum. Eskisi gibi hamur işlerine ağırlık vermiyorum. Sebzeyi
daha çok kullanmaya başladım. Sağlık sorunlarım sebebiyle doktorların ve
diyetisyenlerin öğütlerine harfiyen uymasam da elimden geldiğince çaba
gösteriyorum.
O hafta
sonunu evimde dinlenerek geçirme arzusundaydım. Bu arada kafamı toparlayıp
haftalık köşe yazımı da sakin sakin yazacaktım. Oh ne güzel... Pijama-terlik-televizyon
üçlüsü ile takılmak... Arada teflon tavada kestane pişirmek, mis gibi
demlediğim çayımdan yudum yudum içmek...
Bunların
hayallerini kuruyordum ki kızım yanıma geldi. " Anne, biraz sonra
arkadaşımın kardeşi gelecek. Onu matematik çalıştıracağım." Benim rahatımı
bozmayacaksanız sorun yok!" dedim. Biraz sonra sevgili kızım yeni
müjdeli(!) haberiyle yanı başımdaydı. " Anne... Arkadaşımın annesi de
geliyormuş." İçsesim serzenişe geçti. Offf... Ne işi vardı bizim evde?
Kızı ders çalışacaktı kızımla da kendisi ne yapacaktı? Zaten ortak bir paydamız
yoktu. Sözünden sohbetinden tat almıyordum. En önemlisi böyle oldubittilerden
nefret ediyordum. Kibarlık göstererek mutsuzluğumu gülümsemeyle örtmek
konusunda pek maharetli değilim. Yüzümden duygularımı kitap okur gibi
okuyabilirler biraz anlayışlı olan kişiler... Kızım, of be, offff! Bana acı
birazcık, yapma bunu!
Belki kırk defa
geldikleri hatta birkaç gün bizde kaldıkları halde apartman girişinden zile
basmalarıyla evimize gelmeleri arasında neredeyse yarım saat geçti. Başka bir
komşuya gelenler mi zilimi çalmışlardı? Acaba kapıyı bunlara açtığımı mı
sanmıştım? Aklımdan buna benzer düşünceler kervanı geçerken kapımızın zili
çaldı, anne yukarıdan indi, kız aşağıdan çıktı. Meğer kat kat gezmişler. Hangi
katta oturduğumuzu bit türlü hatırlayamamışlar. 10 katlı bir apartmanda 10 katı
gezmek de yarım saat sürmez üstelik defalarca gelmişseniz...
Az sonra
analı- kızlı geldiler. Bir süre köpek sorunu yaşadı kızın annesi. Terier cinsi
köpeğimizden çok ürktü. Oysa saldırgan değildir sevgili köpeğimiz. Kızımla
arkadaşının kız kardeşi küçük odaya geçerek çalışmaya başlamadan evvel
kahvelerimizi içtik.
Bu arada
yetiştirmem gereken bir köşe yazım vardı. Zaten diz üstü bilgisayarım uykum
gelene kadar açıktır. Yatarken kapatırım, sabah uyanır uyanmaz açarım. İşlerimi
yaparken de bilgisayarım açıktır ama sürekli bilgisayar başında değilimdir. Ev
işlerimi hiç aksatmam. Tabii çalışmalarımı da... İşime kimsenin karışmasını
istemem, zaten kimseyi de karıştırmam. Özgürlüğüme çok düşkünümdür. O gün
kendimi iyi hissetmiyorsam misafir istemem ancak gerçek bir dostum gelirse
kendimi iyi hissedebilirim. Örneğin Senem adlı bir arkadaşım var. O gelse ölüm
döşeğinde olsam gülümserim. Nilüfer, Emine adlı dostlarım da öyle... Onlarla
olmak ayrı bir mutluluktur benim için. Bazıları vardır ki çok neşeli gününüzde
de olsanız sizi moral bakımından çökertebilirler. Nasıl yapıyorlarsa insanın
pozitif enerjisini bir hortum gibi çekerler. İşte bu kadından da hoşlanmama
nedenim budur. Onunla konuştuğum zaman geriliyorum.
İçimden kızımın
gelmişine geçmişine dua ederken annemin sözleri kulaklarımda yankılanıyor:
“Kızım, evinize gelen kan içen düşmanınız da olsa kötü davranmayın.” Zoraki
gülümsüyorum. Aslında bir ayna olsa da karşımda yüzümün aldığı şekli görebilsem
diye aklımdan geçiriyorum.
Klâsik sözlerle
başlıyorum sohbete… Havadan, sudan derken sağlık sıhhat meselelerine geliyoruz.
Astım hastası olduğumu, bu havaların beni rahatsız ettiğini söylüyorum. Kadın
ısrarla benim hasta olmadığımı söylüyor. Elimde kapı gibi astım raporum var!
Tam teşekkülü Göğüs Hastanesinden aldığım ve her yıl yenilettiğim…
Demek koskoca
hastaneler, anlı şanlı doktorlar anlamıyorlarmış da bu ilkokul mezunu Neriman
Hanım anlıyormuş. Solunum testini de başarıyla geçemiyormuşum. Olsun, demek ki
doktorlar beni kandırmışlar yirmi yıldır kendimi hasta sanmışım meğer… Kadın
bir görüşte teşhis koydu. Astım hastası benim gibi olmazmış. Ya nasıl olurmuş
acaba? Yoksa beş gözü, altı ayağı, iki burnu mu olurmuş? Uzaylıya mı
benzerlermiş astımlılar? Bir sorsam diyorum ama soramıyorum. Sinir katsayım
dorukta zaten... Kırıcı bir söz söyleyip incitmek de istemiyorum. Sonuçta
evimde misafir…
Sakin
görünmeye çalışarak: “Neriman hanım ben yirmi yıldır astım hastasıyım. Bu
ilaçları düzenli olarak kullanmasam nefes bile alamıyorum. Tozlu ve kalabalık
ortamlarda öksürük krizi tutuyor. Ne çektiğimi ben bilirim.” diyorum. Neriman
Hanım ısrarla hasta olmadığımı söylüyor. Astım hastası olsam klima çalıştıramazmışım.“Neriman
Hanım sizin teşhisinize göre sağlam olabilirim belki ama odun, kömür, talaş
sobaları bin beter! Dumana, kokuya duyarlıyım. Apartmanda doğal gaz da yok.
Yine de şu an için ısınmada en iyisi ve en temizi klima benim için… Hem bu klima
son sistem… Bakterileri de öldürüyormuş.” Neriman Hanım’ın inadı inat, maalesef
aynı teraneye devam ediyor.
Nedense bugün
olumsuzlukların birikimi patlama yarattı bende… Her kötü olayı mıknatıs gibi
çeken kaderim mi yoksa ben miyim bilemiyorum. İçimden “lahavle” diyorum.
Kahvenin arkasından çayı ocağa koyuyorum. Pastaneden getirttiğimiz tatlı- tuzlu
kuru pastaları, börekleri, yaş pastayı salondaki orta masasının üzerine
yerleştiriyorum. Malatya’daki bir arkadaşımın yolladığı kuru kayısı çeşitlerini
de servis ediyorum. En azından yerken susar belki bu Neriman Hanım… Yerken de
konuşabilme becerisine sahip olduğunu kısa sürede anlıyorum. Heyhat!
Neriman
Hanım’ın bir an önce evimi terk etmesi için bildiğim tüm duaları içimden
okuyorum. Çocukken mahallemizdeki büyük teyzelerden duyduğum kalkmasını
istediğiniz misafirin ayakkabısına tuz koyma eylemine de ilk kez girişiyorum.
Oysa misafir seven biriyimdir. Tanrım, kendimden utanıyorum ama bu kadına
tahammül edemiyorum. Aradan bir saat geçti, misafirin kalktığı yok. Demek ki
safsataymış bu tuz eylemi de… Mutfağa diye gittiğimde dış kapımıza yönelip
zilimize basıyorum. Cepten ev telefonumuzu arıyorum. Kadın oturma eylemi yapıyor adeta… En sonunda aklıma bir kurnazlık geliyor.
“Arkadaşlarla Necla Hanımda buluşacaktık. Onlar çağırıyorlar beni kusura
bakmazsanız…” diyorum. “Yok, neden kusura bakayım canım zaten sıkıldım
oturmaktan ben de seninle geleyim!” demez mi?
Gerisini
hatırlamıyorum. Gözlerimi hastanede açtım. Bir de baktım ki sağ kolumdan serum
veriyorlar. Solumda oksijen tüpü, yüzümde solunum maskesi, buhar makinesi de
solda… Ay ne göreyim Neriman Hanım tam karşımda doktorumla konuşuyor. “Aslında bir
şeyi yok doktor bey! Sanırım pastayı, böreği fazla yedi de gaz sıkışması oldu.”
diyor. O anda adak adıyorum. “Tanrım bu kadından kurtulduğum gün kurban
keseceğim. “ diyorum dişlerimin arasından… Neriman Hanım cümlemin sonunu
duyuyor. “İyileşince kurban kes tabii bir budunu da bana ayır.” diyor.
Hepinize sözün
bittiği yerden selam olsun. Bu tip insanlardan kurtulmanın yolunu bilen varsa
insaniyet namına bana bildirsin. Minnettar kalacağımdan emin
olabilirsiniz. Ay yine nefessiz kaldım.
Offff…
Harika Ufuk
ADANA
2010