Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 12.03.2017
Okunma Sayısı : 2207
Yorum Sayısı : 5


Neşeli, eğlenceli bir iş yeri ve unutulmaz dostluklar. Günler geçip gidiyordu.
Artık öğretmenlik görevine de iyice adapte olmuştum. Zaman zaman iş başında
eğitim için kursiyerlerimizi İl içindeki Müdürlüklere staja götürüyorduk. Bu
stajlarda mutlaka bir kaçımız başlarında bulunuyorduk.

İş akışını engellememesi açısından bütün kursiyerleri aynı yerde toplamayıp,
değişik Müdürlüklere üçer beşer dağıtıyorduk. Ben kontrolleri genelde Tunay
bey ile birlikte yapıyor, merkezleri onunla birlikte geziyordum.

Bir ramazan günüydü ve niyetliydim. Bizim Tunay niyetli değildi Karaköy-Tophane
Merkezinde ki, kursiyerlerimizi kontrole gidiyorduk. Merkezin yakınında bir
köşe başında çok güzel kokereç yapan birisi vardı. Yakınına gelince Tunay hemen
kokuyu duydu ve ah Fikret oruçlu olmasaydın şimdi ne güzel kokoreç yerdik dedi.
Bense bayramdan sonra inşallah diyerek geçiştirmeye çalıştım. Ama biraz daha
yaklaşınca koku dayanılmaz bir hal aldı. Tunay sanki yalvaran gözlerle bana doğru
bakıyordu.

-Ne bakıyorsun?
-Baksana ne güzel kokuyor Fikret.
-İyi ne yapalım, sen ye istersen.
-Olur mu şimdi, sen yemezsen ben de yemem.
-İyi de ben oruçluyum yahu.
-Tamam o zaman haydi gidelim

Biraz uzaklaştık ama sonunda dayanamadım. 

-Haydi Tunay gel yiyelim.
-Ne diyorsun sen hani oruçluydun.
-Ya yürü gel haydi.
-Ne adamsın sen, bak Fahrettin beye söylerim seni.
-Yok söylersen olmaz o zaman.
-Tamam, tamam söylemem...

Ve olan oldu Allah affetsin, gençlik bu ya, nedense kabahati hep gençliğe yükleriz.
O gün bir kokoreç uğruna oruç bozuldu. Sonradan kefaretini bir şekilde ödedim.

Bu olayı ben İstanbul'dan ayrıldıktan yıllar sonra eski iş yerimi bir ziyaretim,
sırasında amirimiz Fahrettin beye ve diğer arkadaşlara anlattık. O arada Tunay bey
verdiği sözü tutup yıllarca bir sır olarak sakladı.

Tunay bey Aygün hanımla ve o dönem bir kaç arkadaşımızla birlikte şef olmuştu.
Gönül hanım ve ben ise halen memurduk. Ancak derslere girdiğimiz için etik olarak
ünvanlı personel olmamız daha uygun olur diye düşünülüyordu. Çünkü gün geliyor,
Müdürlerin, Başmüdürlerin bile derslerine öğretmen olarak giriyorduk.

Normal bir insan psikolojisi ile kursiyerlerimiz ünvanımızı soruyor, öğretmenim
desek de,  memuriyet ünvanınız nedir diye ısrar ediyorlardı.

Sonunda bize de şef ünvanı verildi. Şef olmanın maddi olarak büyük bir katkısı
yoktu. Tek değişiklik ünvan alanların masa ve sandalyesi değiştirilirdi. 

O yıl Müdürlüğümüze yeni atanan Ayla hanımla grup arkadaşlarımız hemen çok samimi
arkadaş olmuştuk. Gönül, Tunay ve ben üçümüzde bu sıcak kanlı arkadaşımızı çok
sevdik. Biz şef olduğumuzda hiç unutmam Ayla hanım, Gönül hanıma ve  bana, 
ya arkadaşlar ne oldu? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Diye sormuştu. Biz önce pek 
anlayamadık, ama Ayla hanım izah edince anladık ki, şef olunca insan kendini nasıl 
hissediyor diye soruyormuş. Hiç ne olacak, hiç bir değişiklik yok dediğimizi 
hatırlıyorum.

Bir de daha önceden grubumuzda olan, ancak Malzeme Amiri ünvanını alması nedeniyle
ayrılan. Ancak halen grup dışından derslere iştirak eden Hüseyin beyimiz vardı.
Ders aralarında kendi odasına gitmez, bizim servisimize gelirdi. Bir taraftan çay
içer, diğer taraftan mevzuatla ilgili konuları konuşurduk. Arada bir sohbetler
konu dışına çıkar, Hüseyin bey ve Fahrettin bey Eğitim Merkezindeki eski günlerini
anlatırlardı. 

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, takım elbise

Hayat böyle bir şey işte, şimdi duyuyorum da eski arkadaşlarımızdan bazılarını
kaybetmişiz ve şimdi bende Fahrettin bey ve Hüseyin bey gibi  eski günleri anlatıyorum. 
Şevket ustadan, Sefer efendiye, Aşçı Kazım'dan, Şoför Cemalettin'e hepsiyle ne çok 
anımız var.

Sosyal İşlerde ilk görev aldığım günlerdi. Hizmetli kadrosunun denetimi işi de
bana verilmişti. Bir gün Sefer efendiye bir iş vermek için çağırdım.


-Sefer bey biraz gelir misiniz?
-Buyur beyim.
-Kursiyer yatakhanesinde benim bir defterim var, rica etsem onu bana getirebilir misiniz?
Orada masanın üzerinde unutmuşum.
-Getireyim tabi Fikret bey, yalnız bana bir daha bey demeyin.
-Neden?
-Bey diye sizin gibi okumuş adamlara denir burada. Bize efendi derler, yani Sefer efendi
demen lazım.
-O niye?
-Ne bileyim beyim, öyle alıştık biz.
-Bana da efendi demek biraz garip geliyor ama neyse, madem öyle istiyorsun.
-Diyemiyorsan usta de beyim, Sefer usta de.
-Hah bak bu olur, bu dilime daha kolay geldi.

Şimdi ne dersiniz bu güzel insana, asıl bey sensin be kardeşim. Bu görgünle, bu adabınla
asıl bey sensin Sefer usta.

Yüz beşinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN
( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Yüz Beşinci Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 12.03.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.