Deştikçe zaman yarayı
ve kanadıkça, kandıkça
Yarından önceki
yalanlardan arda kalan bir husumete
Denk düşüp hele ki tüm
pervazsızlığı vuku bulup
Gölgeli bir izlekte var
olma kaygısı ile nöbette siftinirken kötülük
Ve bir dizinden öte bir
yenilgi addedilen masumiyetten
An’a uzanan tekil
muafiyet ki sarkacı yıkık bir devrin,
Gelip geçen en devrik
baş tacı kondurulmuş
Nefret yüklü bir kalbin
ıssız ve sessiz varlığı kadar
Hicap yüklü bir
esaretten dökülen avuç avuç.
Belli işte; kırık bir naşın
kavuştuğu ahret nasıl da uzaktı,
Oysa an iken yaşanan ve
doyulmayan,
Bir marifetmişçesine
gönlün yükü
En kırık heceden sarkan
sayısız gölgeden muzdarip,
Aydınlık neferi aşk
denenden ayrı düşmüş
Bilfiil yıkılmış, yenik
gelmiş.
Dünden arda kalan bir
nota, o adsız şarkının
Henüz yazılmamış
bestesi ve çocuk sevinçlerimin
Çalıntı mizacından yola
dökülmüş çiy tanesi iken
En aykırı neşeden paye
biçerken evren,
Mimli bir güzergâh
belli ki yüreğin mabedi,
İçinde uçuşan peri
kızlarından ibaret bir yoksunluk mu yoksa
En asil gölgenin
kucağında asılı kaldığım
Bir tahakkümden saçılan
dört bir yana.
Hele ki yerli yersiz ahkâm
kesen onca söylenceden
Güne taşan bir keramet
gönülsüzlüğümün sancısı kadar
Keyfe keder bir hutbede
saklı tuttuğum gönlün güncesi.
Belli işte, sona erdi
en batıl ve en sakil hikâye;
Bir yakadan uzanamadığı
elim kadar boşluğa düşmüş,
Belki de dünden beri
defalarca ölmüş.
Hezimeti ansız ve istikrarsız,
Yâd ettiği mecalsiz bir
serzeniş
Hele ki en münafık
dokunuştan arda kalan
Tek bir gölge kadar
soluk ve soğuk bir mizacın
Tekelinde kayıp bir
imgeyi satırlara yığan.