Hepsinin ağzı açık kalmış, benim
yaşadıklarımdan ziyade, Ustamın hapiste kalmasına çok üzülmüşlerdi. Dikkatlice
yüzlerine baktım, bana karşı en ufak bir vahlanma yoktu. Ölümden kurtulmuş, paçayı
zorda olsa kurtarmışken yaşadığım zor
anlarının sanki buradakiler için bir anlamı yoktu. Başladılar:
---Ustanın
ailesi ne olacak?
---Acaba
içeriden çıkabilecek mi?
---Kaç
yıl ceza alır vs.
Hayret dedim içimden, ölseydim bile
bunların umurunda olmayacaktı herhalde. İçim sızladı, yaşadığım bunca sıkıntıyı
ne diye anlatmıştım ki. Hele babamın o umursamaz tavrı, içimde görülmeyen yaşların
boşalmasına neden olmuştu. Bir an yaşadığım hayatı sorguladım, niye dönmüştüm
buraya, ne için, kim için? Derin bir nefes alarak kalkıp yatacağım dedim,
ardından kendi odama çekildim. Artık için için ağlamaya gerek yoktu, gözlerimden
akan yaşları elimle silerken yalnızlığımı bir kere daha anlamıştım. Üzerime
yorganı çekerken Mine’nin tatlı bakışları, sıcak bedeni, aldığım hazlar ruhumu ısıtıyordu.
Bana erkek olduğumu hissettiren kadındı, onu nasıl unutabilirdim.
Kardeşlerimin yanıma gelip benimle oynamak
istemeleri ile uyandım. Çocuklar büyükler gibi değildi, sevgi doluydular. Onlarla
bir hayli boğuşup gönüllerini aldım, giyinip salona doğru çıktım. Herkes
kalkmış yemeklerini yemek üzereydiler, elimi yüzümü yıkayıp bende oturdum.
İyi bir kahvaltıdan sonra, babam ve dedem
işe gitmek için evden ayrılırken benimle ilgilenmek akıllarına bile gelmemişti.
Bu evde sanki bir yabancıydım. Çocuklar dışarıya çıkmış, çoktan oyunlarına
dalmışlardı. Günlerden hafta sonu olduğu için büyük kardeşim okula gitmemiş, bu
yüzden küçük kardeşimle beraber bahçede oynuyordu. Babaannem ile bir süre
sohbet edip köyden havadis sordum. Olanı biteni bildiği kadarı ile bana
anlattı. Dışarıda gezeceğim diyerek izin aldım ve çocukken çok kere sığındığım
ırmak kenarına yöneldim. Mevsim sonbahar olduğu için tarlalarda ve ırmak
kenarında pek insan yoktu. Bir kaç kişi ayaküstü hoş geldin dedikten sonra yanımdan
ayrıldılar. Uzun yıllar en iyi dert ortağım, acılarımı paylaştığım, huzur
bulduğum yer, ırmaktı. ‘’Acı ve tatlı günlerimin her anında huzur dolu güzellik
ve sakinliğine koştuğum, dertleştiğim ırmak yine sana geldim. Fakat bu sefer
sıkıntılarım, duygularım, umutlarım çok daha zor ve karmaşık, bakalım bana ne
kadar yardımın olacak?’’
En çok sevdiğim, pek çok kere dibinde uyuduğum
söğüt ağacının yanındayım. Kuru otların üzerine oturup ırmağı seyre daldım.
Dikkat ettim ırmak bu gün sanki daha farklı akıyor, ya da bana öyle geliyordu.
Hafif esen rüzgârın ve ırmak suyunun çıkardığı ahenkli sesleri dinlerken başımı
ağaca dayadım ve gözlerimi kapattım.
Önceleri burada annemin hayalini arar, onun
ninnilerini hatırlamaya çalışırdım. Hiç bir zaman evimde bulamadığım o içten sevgiyi
burada bulduğumu hissederdim. Şimdi durum çok daha farklıydı. Beni çok sevdiğini
söyleyen bir sevenim vardı, hem de içten ve çok samimi. Ben böyle sevgiye
alışkın değildim, korkuyor ve endişe ediyordum. Yıllarca özlemini duyduğum bu
sevgiye kavuşmuştum, ancak onun uzağında ve kafamda onunla ilgili çözemediğim
sorularla.
Ey Irmak! Bana nasıl yardımın olacak, anlat
bakalım. Ne yapmalıyım, nereye gitmeliyim?
Yüreğimden şu duygular şiir gibi geçiyordu.
Yıllarca sevgiyi aradım,
Uzaklarda buldum.
Sıcaklığıyla kavruldum.
Hele bakışları yok mu?
Kendi
kendime hayret ettim, ben böyle şeyleri diyebilecek biri olmuştum.
----Ey
ırmak! Bak gördün mü? Beni senden çok seven biri var, bana neler söyletiyor?
Senin pabucunu dama atacak, hadi bakalım…
Yaslandığım ağacın altında ne kadar zaman
geçti bilmiyorum. Mine’nin hayaliyle karışık düşler arasında bocalıyorum. Irmağın
karşı kıyısında beyazlar içinde bir kadın bana seslenerek yanına gitmemi
istiyor. El sallıyor, ağaçlar arasında hareket ediyor. Kalkıp adım atmak
istediğimde birden irkildim, uykuya dalmışım dedim ama gördüklerim sanki gerçek
gibiydi. Uzunca bir zaman gördüklerimi düşündüm. Kimdi o kadın acaba, annem
miydi, yoksa Mine’mi?
Biraz üşüdüğümü hissedince kalkıp köye
doğru yürümeye başladım. Bundan sonra ne yapacak, nasıl bir iş tutacaktım?
İçinden çıkamadığım bu sorular aklımı kurcalayıp duruyordu. Köyde kalamazdım
elbet, tarla işlerini sevmediğim gibi çok da bilmiyordum. Yeni bir ustamı
bulmalıydım, yoksa şehre inip başka iş mi bakmalıydım? Mine geldi aklıma, yoksa
onun yanına mı dönmeliydim?
Bir haftadır evdeyim, hiç bir şey yapmıyor,
akşamları odama geçip uzun, uzun düşünüyor, Mine ile hayaller kuruyordum. Minenin
yanındayım, beraber yaşıyor, ben yeni bir araba almış çalışıyorum. Askere gidip
gelince evlenecektik, evlenmek….
Gündüzleri arada bir ırmak kenarına
gidiyor, sonradan kahvehanede arkadaşlarıma uğruyorum. Eskisi gibi çok samimiyetimiz
yoktu ama yinede oturup çay içip sohbet ediyoruz. Dedem, bütün köye benim
yaşadıklarımı ballandıra ballandıra anlatmış. Her kes bana yaşadıklarımla
ilgili sorular soruyor, birde benden dinlemek istiyorlardı. Anlatmaktan bıkıp yorulduğumda
bazen, usandırdınız beni diyordum.
Millete anlatacak masal, konuşacak hikâye
lazımdı. Bazen anlattıklarımın değişik şekillere sokulduğunu, farklı biçimlerde
anlatıldığını duyuyordum.
Beni sevmeyen Dedem, yaşadıklarımı ne çabuk
anlatmıştı. Öyle ya torunu bir kahramandı artık, kendi torunu, hem de çok sevdiği
torunu! Bu arada eve köyün genç kızlarının sık sık geldiklerine şahit oluyorum.
bu kızlar neden böyle sık geliyorlar diye düşünürken bir gün Babaannem bana:
---Köyün
kızları sana vurgun, bilesin Hikmet. Hele senin o yaşadıklarını duymuşlar ya
daha çok ilgilenir oldular. Pek de güzeller ama sen onlarla hiç ilgilenmiyorsun
oğul.
Yaşadıklarımı,
duygularımı, Mine’ye olan sevdamı, onunla beraber olduğum anları duysalar ne
yaparlardı? Mine’den başkasını gözüm görmüyordu ki.
Ne
demeliydim nineme, gönlümde bir çocuklu benden büyük dul bir kadın mı var
diyecektim?
---Kızlarla
ilgilenecek zamanım değil, daha çok zaman geçmeli,
Diye
geçiştiriyordum. Bu konulara mesafeli olduğumu bilsinler istemiştim. Bu şekilde
bir hafta daha geçmişti ki bir akşam babam bana:
---Hikmet
böyle yatmakla olmaz, kalkıp bir işte çalışmalısın. Köyde yapacak pek iş yok, olsa
da yapmazsın zaten, bir düşün bakalım ne yapacağını?
Ben
hala olayların etkisi altında kendimi toparlamak isterken babamın bana
söylediklerine şaşırmıştım. Yeni bir işe henüz hazır değildim ama babam da bunun
farkında bile değildi.
---Tamam,
olur, bakarım.
Dedim.
Akşam odama kapandım, evdekilerin bana yabancılaştığı apaçık ortadaydı. Baksana,
babam bile benim yaşadıklarımın önemini anlayamamış, nasıl bir sıkıntı
çektiğimi görmemiş olacak ki, evdeki varlığımdan rahatsız olmuştu. Çok üzüldüm
ama elden ne gelir. Babamda olsa buranın reisi oydu, beni büyük olarak görüyor,
kendi başımın çaresine bakmamı istiyordu.
Ama ya ben? Hala olayların etkisi ile
bazen geceleri kendimi karakolda, bazen eşkıyanın elinde buluyor, bağırarak
uyanıyordum. Bazen de Mine ile sabahlıyor, terden sırılsıklam kalkıyordum.
Bizimkiler cahildi ama aslında beni de sevmedikleri
için böyle davranıyorlardı. Ne olurdu bana biraz ilgi gösterip güler yüzle
baksalardı. Çocukluğumdan beri bu ilgiye ve sevgiye muhtaçtım. Aradığım sevgiyi
kendi evimde bulamamış, o sevgi uzaklarda bir yerde karşıma çıkmıştı ve umutla beni
bekliyordu.
Sabah kahvaltıdan sonra Annemin babasına
gideceğimi söyledim. Nede olsa onlarda Dedemdi ve anneannemdi. Hem buradan
sıkılmıştım hem de buradan gitmemi ister gibiydiler, bu nedenle gitmeme itiraz
etmediler. Bende veda ederek evden ayrıldım. Kardeşlerim gitmemi
istemiyorlardı, ama yapacak bir şeyde yoktu. Onları doyasıya öptüm, ellerine harçlık
verdim.
Şehre indikten sonra Anneannemlerin köyüne
giden arabaya binip öğleden sonra köye varmıştım. Sevgi dolu gönül işte böyle
olmalıydı. Anneannem beni görünce sevincinden oturdu kaldı oracıkta. Yaklaşıp
sarmaş dolaş olup, öpüp koklaştık. Ben onların kızlarından kalan çok değerli
bir hatıraydım ama hayat bu uzun zaman uzak kalmıştık.
---Ne
çok annene benziyorsun oğlum, kokun bile aynı.
Benden
sevgilerini esirgemeyen bu insanlar bambaşkaydı. Bu insanların yanında büyümek bana
nasip olmamış, onlarda bende birbirimize hasret yaşamıştık.
Eve girdiğimde Dedemin yattığını görünce çok
üzüldüm, nedenini sordum. Önemli olmadığını söyledi anneannem, yaşlılıktan
olmalı ki biraz hırpalanmış, yeni yeni toparlanıyor dedi. Sarıldık hoş beş
derken akşam oldu.
---Burada
kalmaya geldim Dede, ne dersin? Biraz dinlenmeye ihtiyacım var, biraz sıkıntılıyım.
Babamlarda fazla kalamadım, çok da istemediler beni.
Dedemin
gözlerinin içi gülüyordu.
---İstediğin
kadar oğlum, geç bile kaldın.
Anneannem
sevincinden ne diyeceğini şaşırmış, duyduklarına inanası gelmiyor gibiydi.
Evleri çok güzel değildi, hatta yoksul bile sayılırlardı, ama gönülleri çok
zengindi. Köyde herkes onların dürüst ve temiz insanlar olduğundan bahsederdi.
Ebem, benim için içeri odada bir yatak hazırlamaya başlamıştı bile. Ebe diyorum
buralarda ninelere ebe derlerdi. Daha sonra akşam yemeği hazırlığına başladı. Yardım
edeyim dedim, lakin istemedi. Dedemde sevinçten olacak herhalde kalktı,
giyindi. Ebemin yaptığı taze çayı karşılıklı içmeye başladık. Ebemi de yanıma
çağırıp yaşadığım olayları biraz kısaltarak onlara da anlattım. Ebem çok
şaşırmış:
---Vah
oğlum vah! Neler yaşamışsın sen, Allah korumuş seni.
Dedem
ise daha farklı şeyler söyledi.
---Hayat
bu oğlum, insanın başına neler geliyor bak. Bazen gazeteler yazdığında okurduk.
Şimdide senin başına geldi, kendini çok kolla oğlum, çok.
İşte evlat sevgisi buydu, benim
yaşadıklarımı kendileri yaşamış gibi etkilenmişler ve korkmuşlardı. Gönülden
sevgi derler ya ben bu sevgiyi şimdi ve çok önceleri bu evde bulmuştum.
Günler geçtikçe bu eve alıştım ve beni
seven bu insanlarla güzel günler geçirmeye başladım. Bazen dedeme yardım
ediyor, beraber odun hazırlıyor, bazen de bahçelere gidip çitleri onarmasına
destek oluyordum. Köy büyük olmadığı için kahvehane yoktu. Akşamları dışarı
çıktığımda beni tanıyan köyün gençleri ile cami önünde veya bir evin köşesinde
sohbetler ediyorduk. Tam olarak bilinmese de yaşadığım olayların bir kısmı
burada da duyulmuş olacak ki, gençler bazen bu konuda soru soruyorlardı. Onları
fazla kırmadan elimden geldiğince anlatmaya çalışıyordum.
Geceleri yalnız kaldığımda yaşadıklarım da
benimle beraber olmaya başlıyordu. Ne yapacak nasıl bir yol izleyecektim. Mine
beni dört gözle bekliyordu herhalde. Muhteşem kadın...Hayatımın en güzel
anlarını onun yanında yaşamış, erkek olarak dayanılmaz hazlar tatmıştım. O
hayatımın ilk kadınıydı, kim bilir beklide hep öyle kalacaktı. Onu düşünmeden
edemiyor, saatlerce yatakta dönüp duruyordum. Saçları, bakışları, pürüzsüz
teni, dudakları… Off! Aklım,
karmakarışık duygulara tutsak kalmış, ondan başka bir şey düşünemiyordum.
Çok çalışkan ve iyi bir öğrenci olamadım,
hatta küçükken benim için çok da yaramaz derlerdi. Buna karşılık hiçbir kimseyi
incitmemiş, izinsiz hiçbir bahçeye girmemiştim. Başkalarına zarar vermeyi
sevmez, dürüstlüğe önem verirdim. Bu nedenle baba evime benimle ilgili hiç şikâyet
gelmezdi. Benim tek dünyam köyümüzün yakınındaki ırmaktı. Irmak benim can
yoldaşımdı.
Henüz bu
genç yaşımda önceden bilmediğim önemli olayları yaşamıştım. Cahildim ve olayların
beni böyle etkilemesine karşı koyamıyordum. Büyüklerimden dinlediğim ve bana da
çok doğru gelmeyen bir şeyler yaşamış ve hala etkisinden de kurtulamıyordum. Mine
ile olan birlikteliğimi çok zaman sorguluyor ancak bir sonuca ulaşamıyordum. Şimdi
doğru bildiğim ve özen gösterdiğim değerlerime ters bir durumla karşı karşıya
kalmıştım. Dul bir kadınla birlikte olmuş ve o can alıcı gözlerdeki derin
bakışlarla büyülenmiştim.
Zaman zaman düşüncelerimde, yaşamadığım
anne sevgisi ile Mine’ye olan sevgimin karıştığını hissediyor, birbirinden
ayırmaya çalışıyordum. Mine’ye duyduğum bu aşırı sevgi içinde anne özlemi mi
vardı acaba? Onu annemin yerine mi koyuyordum yoksa? Ama nasıl olurdu, onunla
yakın ilişkide bulunmuş, birlikteliğimizden çok da mutlu kalmıştım. Onun vücudu
okşamak, öpmek koklamak, bir erkeğin yaşayabileceği en güzel anları yaşamak!
Hayır, hayır, bu sevgi anne sevgisinden farklıydı. Yaşadığım o anları ve
sevgileri birbirine karıştırmamalıydım. O kadını annemin yerinde düşünmek asla
olamazdı. Böyle düşünceler aklıma geldikçe hemen kendimi toparlıyor, Mine’ye
duyduğum aşkı ve onu arzuladığımı hissediyor ve onu annemden çok ayrı bir yere
koymayı başarıyordum.
Aradan bir ay kadar zaman geçmiş, kış
mevsimi kendini iyice hissettirmiş, aralık ayının sonlarıydı. Bu süre içinde Ebem
benim, otururken, kalkarken, yemek yerken derin düşünceler içinde olduğumu fark
etmiş olacak ki:
---Oğlum
sende bir hal var, ne oldu sana, niye böyle düşüncelisin?
Diyordu.
Her seferinde yaşadığım sıkıntılardan diye atlatıyordum. O da inanmış gibi bir
tavır takınıyor belki de gerçekten inanıyordu, ancak aklımın nerelerde olduğunu
bilemezdi kadıncağız.
Derken bir gün şehre indiğimde kendi köylülerimizin oturduğu kahvehaneye
geldim, gördüğüm birkaç arkadaşla sohbet
ederek çay içiyorduk. Köyümüzden Dedem emsali bir amca bana yaklaştı:
---Hikmet
evlat, Deden seni köye bekliyor, bu günlerde gelirsen iyi olur.
Dedi.
---Kötü
bir şey mi oldu Amca?
---Yok,
yok öyle değil ama nedenini ben de bilmiyorum.
---Sağol
amca gelirim.
Dedim.
Ne olmuştu da Dedem beni çağırıyordu, hayret diye içimden geçirdim. Yoksa beni
mi özlemişti. Sanmam, fakat yinede gitmeliydim. Ama şimdi değil, bir iki gün
sonra olmalıydı. Akşam evde yemek yerken kendi köyümüzden Dedemin beni
çağırdığını söyledim.
---Nedenini
bilmiyorum ama gitsem iyi olur herhalde, yoksa bana iyice darılırlar.
Dedem
söz alarak,
---Git
oğlum, nede olsa büyüklerin, belli ki sana bir işleri düştü.
Yatağa
yattığım zaman uzun bir süre neden çağrıldığımı anlamaya çalıştım, bir sonuca
varamadan uykuya daldım. Rüyamda Mine ile beraber ırmak kenarında geziyor,
bazen yıkanıyor, doyasıya kucaklaşıyorduk.
İki gün sonra akşama doğru köyümüze geldim.
Beni gören eş dost selam verirken dikkat ettim, insanlar bana farklı
bakıyorlardı. Bakışlardan bunu anlamak hiçte zor değildi. Bu günlerde kendime
çok da özen gösteriyor, temiz giyinip devamlı tıraş oluyorum. Boyum posum da
yerinde. Eve giderken, evlerinin önünde oturan kadın ve kızların yan gözlerle
bana baktıklarını fark etmiştim. İlgilerini çektiğim açıkça belli oluyordu.
Eve varıp oturdum, koşarak yanıma gelen kardeşlerimle
doyasıya kucaklaştık. Elimde değildi, onları çok seviyordum. Yaşayamadığım
sevgiyi onlarla fazlasıyla paylaşıyordum. Büyüklerden çok farklı, içten, gözleri
sevgi dolu, yüzleri hep gülüyordu. Dedem, babam gelmiş, akşam yemek sofrasına
oturulmuştu.
---Hayırdır
Dede, beni çağırdığını duydum, neden ki?