Böylesine hastalıklı bir zaman diliminde var oluşumun sırrını
çözemedim bir türlü! Gelişim mi gösteriyordu insanoğlu dönüşüm mü? değişim mi?
Milyarlarca insan konaklayıp göçmüş dünya
denen haneden. Doğru ile yanlışı ezber etmiş. Yetmemiş güzel ahlak temeline
oturan dinler indirilmiş, yol göstericiler gönderilmiş. Düşünürler bilgeler iyi
insan olma vasıflarını anlatmış. Ama nafile.’’ Bir kulağımızdan girip öbüründen
çıkmış ‘’ diyeceğim ama girse iz bırakırdı sanırım türümüzün gidişatına
bakılırsa hiç girmemiş.
Asırlardır
yeryüzünde aklıyla bedeniyle ruhuyla hüküm sürmesine rağmen kendine ilişkin şikayetlerinin
var olması ne yaman çelişki.
Gılgamış destanından bu yana yalanın,
ihanetin, savaşın, nankörlüğün, kinin, öfkenin kötü olduğunu okurda insanoğlu,
yine de vazgeçmez bildiğinden. Yaşar, zararını görür yine yapar yapacağını.
Bilgiye
ulaşmak bu kadar kolayken aynı oranda varoluş sebebine ilişkin cehaletin
artması ne acı. Aklına rağmen ezber mi yapıyor taklit mi? Peki neden iyiyi
değil de kötüyü?
Ölenlerin sayısı arttıkça yapışır olmuş
dünyaya. Sevgiye, barışa karşı; savaşla, yalanla, kanla.
Kendine karşı kendisi… Garip çelişki…
Dinlerle düzene sokulmaya çalışılan sosyal
hayat başarı sağlayamadığı gibi felsefe ve psikoloji gibi bilim dalları da
yetersiz kalmış anlaşılan. Mevlana gibi bir düşünürün öğretileri, soyundan
gelenlerin beş duyu organından hiç birine uğramamış. Uğramış olsa milyonlarca
sevgi çocukları yeşerir dünyayı cennete çevirirdi. Tam tersi bir Mevlana daha
yetiştirememiş arkasından. Fert bazında kendini sorgulamayan toplumsal sorunların
şikayetçisi olmuş.
Bunca
tecrübeye ve aklına rağmen insanoğlu sivri uçlarını törpülemek yerine yeryüzünü
şekillendirmek adına büyük adımlar atmış. Köprüler yollar binalar vs. ile
makyaj yapmış, amaca değil araca hizmet etmiş. Öyle olmasa yaşlanır mıydı
dünya?
Oysa
kendi için bir tuğla koyamamış ne yazık ki! Aksine yıkmış sevgi duvarlarını,
sınırlar çizmiş şiştikçe şişmiş ve ‘’ben’’ merkezine oturmuş ego. Genetiğine
işleyen sonradan öğretilerin esiri olmuş. Kibire korkuya, kaygıya, hırsa, öfkeye,
kine ram olmuş. Ne kendi mutlu
olabilmiş, ne toplum, ne de dünya.
Ve Sümer
kitabelerinden bu yana diline doladığı kalıplaşmış soru; Ne olacak insanlığın
hali?
Toplumları bireyler oluşturduğuna göre; soran ‘’ ben’’in
aynaya bakması yeterli değil mi?
Üzerinde bulunduğumuz gezegen bizi toprağa
kadar taşıyacak var olan tek aracımızken; ve hepimizi taşımaya yetecek
kadar büyük ve güzelken itişip kakışarak neden onu hırpalıyoruz? Neden ona
yapışıp kendimizi unuttuk? Neden kendimizden başlamadık? Bizim güzelliğimiz
değil mi onu güzel yapan?
Dünyaya
gelen her fert dünyasını da yanında getiriyor sanırım. Hep yeniden yazılıyor
insanlık tarihi
Tekerrürden ibaretse
hatalar zinciri akla aykırı insanın gelişimi.