Çobanlık

 

Çobanlık zor zanaattır. Çobanlığın ne olduğunu bilmeyenler çobanı hakir görür. Onlara göre çoban, elinden başka iş gelmeyen, üç-beş davarın peşinden koşan, insan kılıklı bir sığırdır, koyundur, keçidir. Bir zaman önce manken bir hatunun, “Benim oyum ile dağdaki çobanın oyu aynı olamaz,” diyerek, çobanı adam yerine koymadığı gibi.

 

O hatun kişinin cahilliğine pes doğrusu. Onu bir yana bırakalım. Elbette benim oyum, “yetmez ama evet” diyen döneklerin oyu gibi yanar-döner olmaz. Liderine biat edenlerle birey yerine tebaa olmak isteyenlerin oyu, benim oyumla hayatta kıyas edilemez. Hele hele; hırsızlığı, yolsuzluğu örtmek isteyenlere arka çıkanlarla oyumu aynı kefeye koymak, Çoban Lazım’a büyük hakarettir. Benim oyum, anamın ak sütü gibi helal girer sandığa.. Ayrıca, sürü güden bir çoban, oy sürüsü olmaz…

Bunları noktalayalım buraya, geçelim esas konuya…

 

Çobanlık, üç-beş davarın peşinden gitmek değildir. Evvelemirde davarının dilinden iyi anlayacak bir çoban. Bizim buralarda küçük ve büyükbaş hayvanların topuna davar denir. İki ayaklı yeni bir davar türü ortaya çıksa da benim konum, sonradan değil de ezelden beri davar olarak gelen hayvanlar ve onlara çobanlık.

 

Her hayvan ayrı ses çıkarsa da, korktuklarında, ürktüklerinde veya bir derde düştüklerinde seslenişleri ortaktır. Göz ve kulaklarıyla da aynı davranışta bulunurlar. Sevildiklerinde ise mayışırlar bir güzel. Seni ve sesini, avradından daha iyi tanırlar. Hele köpeklerin, karşılıksız bağlıdırlar sana ve sürüye...Sürüsündeki çelimsiz bir kuzu için bile kurda kuşa karşı canlarını ortaya koymaktan çekinmezler…

 

İyi bir çobanla hayvanları arasında inanılmaz bir dayanışma vardır. Bu öylesine sade ve karşılıksız bağdır ki, anlatılamaz. Ancak yaşanarak anlaşılır.  Mesela, oyuna alıştırdığın bir köpek ya da enciği, oynaşman için boynunu eğerek gözlerinin içine bakar. Ağzının suyunu akıtır. Sürünün baba koçu, alnının okşanarak kaşınması için sürtünür sana. Onların isteğini yerine getirdiğinde tatlı bir huzura kavuşursun…Bambaşka bir mutluluktur bu…     

 

Çobanlık, tarihin en eski mesleğidir. Peygamberlerin çoğu, (En önde gelenleri Şuayp ve Musa’dır) çobanlık yaptıklarından, çobanlığa peygamber mesleği de denir.

 

Bir çoban, başka çobanlardan öğrendikleri ve zamanla edindiği deneyimlerle birçok özelliğe sahip olur. Bunların ilk başta geleni hayvan sağlıkçılığıdır. Bu konuda bilgisi olmayana çoban denmez zaten. Bir hayvanın derisinde ur mu belirdi, bunu hemen köreltecek çoban. Şap mı oldu, tezden çaresine bakacak. Delibaşa mı yakalandı, (Kan tutma da denir) göz altında kesik yaparak kirli kanın akıtılmasını sağlayacak. Yarasına beresine pansuman yapabilecek. Yılan sokması, kene temizlemesi gibi konularda neler yapılması gerektiğini bilecek. Eskiden; her türlü yara bere, yağır, kurtçuk olan yerlere önce; kaynatılmış yerelması suyu döker sonrasında da çam çırasından çıkarılan katran sürülürdü. Şimdilerde onların yerini ilaçlar ve iğne aldı.

 

Bir çobanın sağlık yönünden yapması gereken en önemli görevlerinden birisi de doğum sırasında kafası ya da ayakları içeride kalan (Hayvanların baş ve ön atakları çoğunlukla birlikte çıkar.)bir yavrunun doğmasına ebelik yapmasıdır. Havasız kaldığı için baygın doğan bir kuzunun, burnundan üflenmesi, dilinin çekilmesi gibi işlemeleri yaparak onun hayata döndürülmesini bilmelidir.

 

Bir çoban, bitki konusunda da bilgi sahibi olacak. Meralardaki ot çeşitlerini bilerek ona göre hayvanlarını otlatacak. Kimi otlar vardır ki hayvanları zehirler. Bunların nerelerde yetiştiğini iyi bilecek. Küçükbaş hayvanların tırnakları küçük olduğundan, ıslak topraklara tonlarca ağırlığın yapamayacağı sertliği yapar. Bu nedenle çoban, sürüsünü sıklıkla aynı yerlerde otlatarak, toprağı sertleştirip otların gelişmesini engellemeyecek.

 

Bir çoban, bir meteorolog kadar hava durumunu tahmin edebilecek. Dağın ve tepelerin üzerinde biriken bulutlardan, rüzgardan, karıncalardan ve hayvanlarındaki bazı tedirginliklerden havanın nasıl seyredeceğini bilecek. Hava durumuna göre sürüsünü uzak ve yakın yerlerde otlatacak.

 

Hazır yeri gelmişken bir anımı anlatman yazdıklarımın bir kanıtı olur sanırım. 

Eskiden yaylamızda keçi sürüsü de vardı. Şimdilerde keçi sürüsü kalmadı. Dedem, keçi çobanıydı. Beni çok sevdiği için çoban arkadaşlığı yatırırdı bana. Çobanlığın bir kısmını dedemden öğrendim. Bunlardan birisi de hava tahminiydi. Ortaokul üçe başladığım yıl, iki öğretmenden yediğim dayak ve hakarete dayanamayıp, okulu bırakmıştım. Pek sakin olan babam kızmışken sert tabiatlı dedem, “Sen doğru keçiye. Gerisini bana bırak,” demekle yetinmişti. Sanırım ekim ayının ilk haftasıydı. Keçi sürüsünü Kocadağ denilen mevkide otlatırken,  Asarlık Tepe üzerindeki karabulut çarptı gözüme. Dedem; “O tepe üzerinde koyu bulut gördüğünde sürünü hemen yaylaya götür,” demişti. Keçileri çevirdiğim gibi yaylaya sürdüm. Sürüyü sırttaki patika yolda koşturarak götürürken orman İşletme müdürü, orman bölge şefi ve yaylamızdaki orman binasında kalan orman muhafaza memuru ile bir başka adamla karşılaştım. Yaylaya sık geldikleri için müdürle şefi tanıyordum. Şef, hafiften gülümseyerek;

           “Mülazım, bizi görüp korktuğun için mi keçi sürüsünü kaçıyorsun?” diye sorunca adımı doğru söylediği için önce sevincimi belirttim. Ardından da, “Hayır şefim, kuvvetli yağmur yağacağı için keçileri yaylaya götürüyorum,” dedim. Güldüler. Vakit öğle suları ve hava günlük güneşlikti. Müdür; “Bizden çekinme. Sürünü otlat,” deyince, “A ah,” deyip, ıslanmamaları için dönmelerini söyledim. Yine güldüler. Bana inanmadılar. Onlar ileriye giderken yaylaya yöneldim ben. Her bir taraftan bulutlar akmaya başladı Asarlık Tepe’ye. Yarım saat sonra da kapkara karardı gökyüzü. Birkaç şimşek çakması ve gök gürlemesi sonrasında yayla evlerine varırken şiddetli bir yağmur başladı. Böyleyken bile epey ıslak girdim eve. Gök yarılmışçasına yağmur yağıyordu. Ormancılar bana güldüler ya, ben başladım gıyabında onlara gülmeye. Anam, “Oğlum deli deli niye gülüyon?” dediğinde, anlattım meseleyi.

 

Sonradan öğrendiğime göre, beş saat sonra orman binasına gelmiş bana gülenler. Donlarına varıncaya kadar ıslanmışlar. Bu olay var ya, epey bir tantana yaratmış civarda ve orman teşkilatında.

 

Çoban dediğin, yöresindeki yırtıcı hayvanları mutlaka iyi tanımalıdır. Sesinden, izinden nasıl bir yaban hayvanı olduğunu bilmeli. Dağımızda eskiden ayı ve geyik vardı. Yok oldular. Kurtların da kökü kesildi. Başka dağlardan gelenler oluyor bazen. Tilki ve  sansar dışında etçil hayvan bulunmaz dağımızda. Domuz boldur. 

  

Yaylayı sürekli mekan eyleyen kuşların dışında, baharın gelip güze doğru giden bütün kuşları iyi bilmeli bir çoban. Görmese bile bazı kuşları sesinden tanımalı. Tanısa ne olur tanımasa ne mi olur? Kimi kuşlar, yırtıcı hayvan olduğunu cırtlak ses çıkararak bildirir.

 

Makbul bir çoban, yöresindeki doğayı ve yaban hayatını iyi bilir. Otların yanı sıra bütün ağaçları tanır. Ağaçlara ne zaman su yürüyeceğini kestirir. Yapraklı ağaçların yaprak dökümünden kışın nasıl geçeceğini tahmin eder. Orman ağaçlarının gövde ve yosunlarından, nerelerde poyrazın etkili olduğunu bilir. Gövdesi budaksız bile olsa ağaca iyi tırmanır. Bizim burç dediğimiz asalak ökseotunu, ağaç tepesinden alır. Ökseotu, çok besleyicidir. Çoban, ağaçlardan aldığı bu otu, özellikle koçlarına yedirir.

 

 İyi bir çoban, orman yangını konusunda çok titizdir. Yaktığı ateşi iyice söndürmeden ayrılmaz. Sigara içiyorsa eğer, kıvılcım sıçrar endişesiyle mutlaka açık bir alanda yakar sigarasını.  

 

Değme bir çobanın koyun kırktığı gibi insan berberi kelledeki saçı kırkamaz.  İyi bir hayvan berberi olmayan çobana çoban denmez zaten. Eskiden, kırkma makasıyla kırkılırdı koyun-keçi. Şimdilerde elektrikli makine görüyor o işi. Kırkma makası ya da makineyle kırkarak *yapağıyı kepenek gibi çıkarmayan çobanla alay edilir. Hele hele, kırkma makasıyla hayvanın derisini kesen ya da sıpa kırkımı yapan çoban hiç makbul sayılmaz.  Övünmek gibi olmasın ama, kırkma makası ya da makineyle koyun kırkmada, saç kırkan değme insan berberlerini sulu dereye götürür susuz getiririm. 

 

Bir çoban, iyi bir doğum kontrolcüsü olmalıdır. Koç ayrımı ve katım dönemlerini iyi ayarlamalıdır. Yayla türü yüksek yerlerde, kış ortasında yavrulama; hastalanma, ahırda ezilme, gözetimsiz doğum ve bakım zorluğu gibi sorunları da beraberinde getirir.  Bu nedenle iyi bir çoban, döllenen bir koyunun beş ay sonra doğum yapacağını hesap ederek, kuzulamaları bahar başına denk getirtmelidir. Koyunlarına; en az üç kuzu, üç kuzu da yetmez beş isterim demez. Bir, bilemedin ikiz kuzu ister. Sağlıklı ve nitelikli kuzuları tercih eder akıllı bir çoban...

 

Çoban dediğin, kaval çalacak.  Çan sesleri ezgisinden keyif aldığı gibi sürüsüne de kaval sesini yakından dinletmesini bilecek. Kaval ve çan uyumunda sürü, çoban çevresinde dolanarak otlar. Çoban Lazım’a, kaval çalmasını biliyor musun diye sorulmaz elbette.  Konuştururum valla…Hele yanık bir hava çaldığımda var ya, bir güzel dinler sürüm. Çakır Emine’me eşlik ettiğim için epey türkü bilir, dağda bayırda çığırırım. Sürüyü güderken kaval çaldığımda, ara nağme olarak “Eminem” şarkısının son dörtlüğünü mutlaka söylerim.

            “Emine’m duyunca kaval sesini,

            Elinden fırlatır  su testisini.

            O da benim gibi arar eşini,

            Emine’m Emine’m Çakır Emine’m,

            Kınalı anaç kekliğim Çakır Emine’m.”

 

“Ayının dokuz  türküsü varmış. Dokuzu da ahlat üzerineymiş.” derler ya, benim ki de tam o hesap. Bu dörtlükten sonra oynak kaval sesiyle birlikte Emine türkü ve şarkılarına yol veririm...

                                   *

Süpürgesi yoncadan Emine’m.

                                   *

Emine’m saçlarını dalga dalga taramış…”

                                   *

            Emine’m Emine’m Çakır Emine’m...”

 

Bu türküyü söyledikten sonra pek gevrek gülerim. Sonrasında baktım ki Emine türküsü aklıma gelmiyor, Ayşe, Fatma, Suna, Turna ne güne duruyor?.. Hepsi Çakır Emine’m oluverir.

Gaydırı gubbak Cemile’m,

Gaydırı gubbak Emine’m olduğu gibi

 

Mülazım. Namı diğer Çoban Lazım.

 

Veysel Başer

                  

 

 

 

( Çoban Lazım 5 başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 11.01.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.