Çoban Lazım  okumacılanı goyun çobanı yapcem. Hem ö:le bi çoban olcekle ki, çobannık

mektebini bitiren çobannara bile çalım atcekle.”

 

Serde köylülük ve çobanlık var ya, yazı yazarken bile işte böyle “alma” dilini kaptırdığım oluyor. Elma diliyle derim ki, öykümü okuyanları çobanlığa heves ettireceğim. Kendine güvenenler olursa buyursunlar yaylaya. Başım üstüne konuğum olurlar. Kadın-erkek fark etmez. “Kadından çoban olur mu?” demeyin. Bal gibi olur. Olanlar da var zaten. Kadın bir çoban sürüsünü; kadın-erkek bir liderin ahaliyi idare etmesinden daha ehven idare eder. Ahaliyle sürüyü aynı kefeye koymam lafın gelişi ama, “Görünen köy kılavuz istemez.”atasözüne göre yanlış da sayılmaz hani…“Birey olmak istemeyen insanların sürüden farkı nedir ki?”  Falanca kişi böyle demiş.  İlla birisini yazmak mı gerek? Hadi bu lafı ben söylemiş olayım. Televizyonlar, bir haberi iki-üç kere tekrar ederek-göstererek halkı aptal yerine koyuyorlar mı? En âlâsından. Devleti yönetenler, ağzından çıkanları ertesi günü inkar edip ya da tam aksini söyleyerek halkı enayi yerine koyuyor mu? Hem de nasıl…Hortumcuları, soyguncuları ve katilleri omuzlara alıp, “…seninle gurur duyuyor,” diyenler oluyor mu? Olmuyor diyenin aklına şaşarım. Daha onlarca örnek veririm. Bütün bu olup bitenlerden sonra benim de ahaliyi sürüye benzetmem gayet münasiptir.  Lafı burada ballayıp asıl konuya geçiyorum.  

 

Çobanlığa heves edenleri, uygulamalı sınava tabi tutmadan önce, bilgileri tazelensin ve hakkaniyet olsun diye bir gün boyunca çobanlık konusunda pratik ders veririm. Devrisi günden başlamak üzere her bir çoban adayına, üç gün süreyle üç kaz güttürürüm. Kaz deyip geçmeyin. Azgınlığını giderememiş ağa bir kaz kızdırıldığında, bir boğayla bile baş edebilir.  Üç kazı güdemeyen birisi hayatta çoban olamaz. Devlette çok önemli makamlara oturabilir ama çobanlık a ah… Üç kazı gütme sınavında başarılı olanlara, bu defa iki baba hindiyle haremlerini çekirge yaylımına götürme görevi veririm. Bu iş sanıldığı kadar kolay değildir. “Kadının dolaşığı, sabaha bırakırmış bulaşığı,” özdeyişinde olduğu gibi taze hindiler de pek dolaşıktırlar. Çekirge peşinde koşarlarken bazen tilkinin kucağına düşerek yılbaşını erken kutlarlar.  Hindi yaylım işini bir hakkın başaran çoban adayına, beş kuzuyla bir koça çobanlık yaptırırım. Koç, toslarsa sorumluluk kabul etmem. Çoban adayı, hadi bunda da olumlu not aldı diyelim. Bu defa üç inekle iki dana ve bir düveyi senetle teslim edip otlatmasını isterim. Büveleğin ısırdığı sığırları kaybettiğinde, kuzu kuzu kuşunun geceleri *“kuzu kuzuuu!” diye öterek kuzu aradığı gibi o çoban adayına da, “Sürü sürüü!” diye bağırttırıp sığır arattırırım. Bu kuzu kuzu kuşu da nereden çıktı derseniz öyküsü şöyle.

 

Vakti zamanın birinde, bizim yayla-mahalle gibi bir yerde, iki kardeş yaşarmış. Biri kız, öbürü oğlan. Kuzu güderlermiş. Anaları ölünce babaları, meymenetsiz bir kadınla evlenmiş. Cadı kadın, çocukları hiç sevmediği gibi sürekli dövermiş. “Kuzuları niye iyi doyurmadınız, neden susuz bıraktınız” gibi sudan bahanelerle çocuklara verirmiş dayağı... Günlerden bir gün oyuna dalan çocuklar, kuzuları kaybetmişler. Aramışlar taramışlar nafile. Kuzular yok. Sanki yer yarılmış kuzular içine düşmüş, yer tekrar kapanmış. Kuzuları kurtlar yese, tüyleri ve tırnakları kalır. Öyle şeyler de görmemişler. Akşam olunca eve dönmüşler. Eve de gelmemiş kuzular.  Cadı kadın, “Kuzuları niye kaybettiniz?” deyip çocuklara basmış tokadı, tekmeyi. Vurmuş sopayı...“Kuzuları bulmadan eve gelmeyin,” diyerek çocukları kovmuş evden. Öksüz iki yavrucak, gece boyunca kuzuları aramışlar ama bulamamışlar. Açlıktan ve yorgunluktan  perişan olmuşlar. “Büyük Allah’ım…Yürüyecek takatimiz kalmadı. Bizi kuş yap. Kuzularımızı uçarak arayalım,” yakarışında bulunmuşlar. Kurban olduğum Allah da, öksüzlerin dileklerini kabul edip, onları kuş yapmış. O gün bugündür geceleri, “Kuzu kuzuu!” diye öterek kuzularını ararlarmış...

 

Bazı geceler o kuşların “Kuzu kuzuu!” sesini duyduğumda içimde bir kıyılma olur.

 

Sığır gütme sınavını geçen çoban adayına, gözlemci sıfatıyla başında bulunacağım koyun sürüsüne çobanlık yaptırırım. Sürüyle birlikte bir gece merada yatmasını isterim. Kepenek içine kıvrılıp uyurken çobanın, uykusunun ağır mı yoksa hafif mi olduğunu öğrenmek için sabaha karşı sürüyü kaldırırım. Kafası çalışan bir çoban adayı,  yakınında yatan bir koyunun ayağına bağladığı ipi kendi koluna ya da ayağına bağlar. Sürü giderse çekilerek uyandırılır. Akıl edebilsinler diye bir günlük seminerde bu tedbiri söylemem. Çoban adaylarını, koç katımı ve kuzulama dönemlerinde de sınava tabi tutarım.

 

Çoban adayları, bir çobanın yaptığı daha başka işleri de bir hakkın yapmak zorunda. Süt sağma, peynir, yoğurt, yağ yapma. Köpeklerin yalını pişirip aharlara dökme. Koyun yıkama, tuzlama, kırkma makası ya da makineyle koyun kırkma, kene alma ve ahır kürüme. Son olarak da hayvanlarla kuracağı diyalog…Tüm bu uygulamalı sınavları başaranlar, benden alacakları sertifika ile çobanlık okullarından mezun

olan çobanlardan daha makbul tutulup iyi para alırlar.

 

Şunu da belirtmekte yarar var. Hali vakti biraz yerinde olanlar, çobanlığın tadına vararak bedensel ve ruhsal huzura ermek isteyenler, para almak bir yana üste para vererek çobanlık yapmaya niyetlene-bilirler.  “Doğrusunu yaparlar,” derim. En büyük kazançlarından birisi şudur. Ülkeyi yönetmeye talip olduklarında halkın sevgisine mazhar olurlar.  Bir çoban sürüsünü, otlatırken ve kışın ot-saman verip yem serperken hakça üleştirmeye çalışır.  Zayıf ve hasta olanları devamlı gözetimde tutar.  Hayvanların ve doğanın kadir kıymetini iyi bildiği için halkına karşı daha insancıldır.  Sürü çobanlığı tezgahından geçen ülke yöneticileri, bu erdemlere sahip oldukları için siyasi ve maddi çıkar beklemeksizin adaletle hükmeder. Daha tüyü bitmedik kuzularının hakkı olan merasındaki otları çakma çobanların sürüsüne yedirmediği için devleti ve milleti soyanlara göz yummaz.  Asla ötekileştirme yapmaz. Kendisine yakın sandığı insanların dışındakileri aşağılamaz. Hele hele hiç hakaret etmez. “Kaplumbağa yumurtadan çıktığı halde bağasını beğenmemiş,” mealinde bir söz vardır ya, çobanlıktan geldiğini unutanlar da olur elbette. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir. Hedefine ulaşana kadar, çobanlık maskesi takanlar mutlaka çıkar. Zamanla yüzdeki maske düşünce farklı biriyle karşılaşmak mümkün olabilir. Kendini beğenmişliğin, üstün görmenin giderek etkisizleştiğini, yaptığı yanlışlık ve haksızlıkların ceremesini yasal yönden çekeceğini anladığında, “keşke hep çoban kalsaydım” dese de son pişmanlığı yarar getirmez öylelerine… Hele hele, çıkarına yaradığı ya da umduğu için destek verenlerin toz oluverdiğini gördüğünde çam çırası gibi yanar vallahi…     

            Bizim köyün muhtarının sonu böyle oldu…

            Köyümüzün muhtarı, sığır çobanlığı yaptı. Koyun çobanı olsaydı bu hallere düşmezdi zaten. Yakın bir zamanda azaları ve birkaç yandaşıyla birlikte dama tıkılınca, aydınlığa kavuşuverdi köyümüz. Cepheleşmenin yerini kaynaşma alıyor. Çevre köylerle olan düşmanlık, dostluğa dönüşüyor. Köyün gelirleri hakça üleştiriliyor.

            Yeni muhtar kim mi oldu?     

            Belli olmuyor mu?..

             

Devam edecek.

 

Mülazım. Nam-ı diğer Çoban Lazım.

 

Veysel Başer  

 

* “Kuzu kuzuuu” öyküsü, çocukluğumuzda büyüklerimizin aktardığı bir öyküdür.

 

 

 

 

( Çoban Lazım 4 başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 28.12.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.