Son günlerin hatta son yılların en sıcak gelişmesi kime sorsanız kuşkusuz "Ortadoğu" der. Bir türlü sönmeyen ve gitgide hızlanan yangınlarla boğuşan Ortadoğu. Tunus'undan, Yemen'ine, Irak'ından Mısır'ına, Ürdün'ünden, Suriye'sine bu yangın yüzbinlerce cana, mala, tarihe, onura, çoluğa-çocuğa, namusa bedel olmuştur. Ve halen de olmaktadır. Yaşanan bu sürece  "Arap Baharı" denilip sonra "Kan Cehennemine" döndürülen ve sinsi haçlı planlarıyla boğuşturulan Ortadoğu... Bu süreçte bizi yakından ve sınırdan dolayı (910 Km sınır boyu) en çok ilgilendiren ise Suriye’dir. Suriye ve yaşananlar hakkında herkesin kendi penceresinden bakışı ve o bakışı nakışlayan görüşü vardır. Hepsine sonsuz saygı duyarım. Tabi ki benim de bu yaşananlarla ilgili görüşüm var. Lakin, bu yazı kendi penceremden bakışın bir yansımasından ziyade  küçük çaplı bir araştırmanın kırıntılarıdır. Yazı bir kaç bölümden oluşacağı için ön yargısız okunmasında fayda olur görüşündeyim.

 

"İnsanların bir kaderi olduğu gibi toprakların ve milletlerin de bir kaderi vardır. “Coğrafyan kaderindir” diyen İbn-i Haldun; bu veciz ifadeyle üzerinde yaşanılan iklimin insanoğlunun hayat çizgisini belirlemede önemli bir payı olduğunu ifade eder.

İnsanlık tarihinin başladığı nokta olarak kabul edilen Orta Doğu; semavî dinlerin de ortaya çıktığı yerdir. Bu coğrafya Türkiye, İran, Afganistan, Arap Yarımadası’ (Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Umman, Katar, Yemen, Irak, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suriye ve Mısır)dan oluşur. Bu topraklarda mevcut bulunan on altı devletten sadece Türkiye ve İran köklü bir devlet tecrübesi ve gelenekten gelirler. Diğer ülkeler ise 20. Yüzyılın başlarında sömürgeci ülkelerin çizdiği suni sınırlar içinde hayat bulma yolundadırlar.

Medeniyetlerin kavşak noktasında yer alan bu iklim; zengin yer altı ve yeryüzü kaynakları, kara ve deniz yolu ulaşımı imkânları ile bir cazibe alanı olmak hüviyetini kazanır.

Bu kadim toprakları üzerinde yer alan Suriye; derin ve zengin bir tarihî birikimin mirasçısı olarak dikkat çeker.

  M. Ö. 4000’lerde Mısırlılar, M.Ö. 3000’li yıllarda Sümerler bölgeyi altın, gümüş ve sedir ağacı kaynağı olarak görür ve bu topraklara yerleşirler. M.Ö. 2350’de Ebla imparatorluğu zamanında Suriye ticaret ve ham madde deposu olarak öne çıkar. Bu sebeple de çeşitli hesaplaşmalara konu olur. Akat, Mısır, Hitit, Asur ve Kenan medeniyetlerine ev sahipliği yapar. M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender bu topraklara ayak basar. M.Ö. 20’de ise Suriye Roma imparatorluğu sınırlarına dahil edilir.

634 Yılında İslamiyet’le tanışan bu ülkede önce Emevi sonra da Abbasi devletleri kurulur.

 Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi ile 1516 yılında Osmanlı idaresine giren ve Müslümanlarca “peygamberler diyarı” olarak adlandırılan bu topraklar; 1918 yılına kadar Osmanlı idaresi altında kalır. Bu dört yüz yılı aşan zaman dilimi içinde bünyesinde Kudüs’ü de barındıran bu bölge “Bilâd-ı Şam” adıyla anılarak kutsal kabul edilir.

19. Yüzyılda Müslüman ve gayri Müslüman unsurlar arasında giderek artan bir gerilim yaşanmaya başlar. Fransa ve İngiltere’nin başını çektiği dış güçler bölgede daha etkili bir şekilde yer alabilmek için dinî azınlıkları himayeleri altına alırlar. Böylece muhtemel bir askerî müdahalenin meşru temelleri atılmış olur. 1832 Yılında Mısır hakimi Mehmet Ali paşa’nın oğlu İbrahim paşa bölgeyi işgal eder ve Lübnanlı Hıristiyanlara bir takım imtiyazlar tanır. Osmanlı reformları da Müslüman olmayan kesimleri daha fazla korur ve hak tanır bir uygulama getirir.

Ülkede yer alan Marunî-Dürzî çatışmalarına Müslüman-Hıristiyan çatışmaları eklenir. 1839 yılından itibaren bu ülkede kurulan yabancı okullar Arap milliyetçiliğinin temellerini atarlar. Bu durum Osmanlı idaresinin aleyhinde cereyan eder. İngilizler; Mekke şerifi Hüseyin’e Hicaz merkezli bir Arap imparatorluğu kurdurma sözü verirler. Oysa 1916 da yapılan bir anlaşmayla aynı toprakları Fransızlara bırakırlar. İngiltere ve Fransa 1920’de kurulan San Remo konferansı gereğince Arap dünyasını bölme projesini uygulamaya koyarlar. Bu projeye göre Suriye ve Lübnan, Fransa’nın kontrolüne verilirken ; Irak ve Filistin İngiltere’ye bırakılır. Bu arada İngiltere, Filistin’i ikiye bölerek Ürdün’ü kurar.

Bu kurulan ülkelerin bir devlet geleneği ve alt yapıları yoktur. 1919 de toplanan Suriye genel kongresi bağımsızlık ilan eder.

1920’de Fransızlar Suriye’yi işgal ederler ve  kendi  konumlarını güçlendirmek adına ülkedeki  Sünnî- Müslüman yapının karşısına Katolik,  Protestan,  Dürzî,  Marunî,  Nusayri
(=Arap alevisi) İsmailî gibi azınlıkları çıkararak bu grupları örgütlendirme yoluna  giderler.                                                                                                                                                                                                                                                                                  İngiliz Ve Fransızların fitilini ateşledikleri bölünme süreci etkisini göstermekte gecikmez. Lübnan ayrı bir devlet olarak ayrılır. Lazkiye bağımsız bir bölge hâline gelir. 1939’da Hatay Türkiye’ye bağlanır.

 

Yer yer Fransız mandasına karşı kanlı ayaklanmalar baş gösterir. Nihayet 15 nisan 1946’ da sömürge yönetim sona erer.  

 Michel Eflak 1943’te Şam’da Baas partisin kurar. Bu parti 1963’te düzenlediği bir darbeyle yönetimi ele geçirir. Neo-baasçılar olarak isimlendirilen ve ( iki alevi subay olan) Salah Cedid ve Hafız el-Esad ile Amin-el Hafız ile Michel Eflak; Salah el-Bitar’a karşı verdikleri iktidar mücadelesini kazanırlar. Hafız el-Esad; 1970’den itibaren ülkenin tek lideri olur. Bağımsızlığın kazanıldığı 1946 tarihinden Hafız el-Esad’ın yönetimi ele geçirdiği 1970’e kadar ülke darbelerle yönetilir. Mısırlı Nasır’ın kişiliğinde ifadesini bulan Arap birliği ideali bu dönem Suriye’sine damga vurur.

Baasçıların (baas=yeniden diriliş) en büyük hayali Mısır ile Suriye’yi birleştirerek Arap birliği projesinin çekirdeğini oluşturmaktır. 1 Şubat 1958 de Birleşik Arap cumhuriyeti ilan edilir. Nasır başkanlığındaki bu birlik Suriyelilerin aleyhine bir yapılanma doğurur. Suriye’deki bir çok resmî göreve ve Suriye ordusundaki önemli mevkilere Mısırlılar getirilir. 28 Eylül 1961’de bir grup Suriyeli subayın ayaklanması ile birlik dağılır. Arap birliği, Suriye ulusalcılığı gibi kavramlar, sosyalist ve Marksist görüşler, Nasırcı yaklaşım ve darbeler ülkenin gündeminde yer alır.

1963’te Irak ve Kuzey Yemen’in de iştirakiyle yine başarısız bir ikinci birleşme tecrübesi yaşanır. 1948’ten itibaren İsrail’le savaşılır. Bu savaşlarda Suriye genellikle bozguna uğrar. 1947 Yılında gerçekleşen Altı Gün Savaşı’nda Suriye hava savunma sistemleri yerle bir edilir. Golan tepeleri kaybedilir. 1982’de yine Suriye havada ve karada ağır zayiatlar verir. Lübnan ile Suriye arasında da ciddi problemler yaşanır. Suriye, 1985 yılında İsrail’in Lübnan’ı boşaltmaya başlamasının ardından  bir müddet bu ülkeye hakim olur. Irak ile de ciddi gerilimler yaşanır. İç karışıklıklar ve üst üste askerî darbeler ile sarsılan ülkede sular bir türlü durulmaz. Ordu, siyaseti tek başına belirleyen bir güç konumuna geldiğinden bu ülkeyle hesabı olan ülkeler hareket tarzlarını orduya göre şekillendirmek durumunda kalırlar. Ordu içinde de Baasçı, Nasırcı ve komünist kanatlar giderek güçlenirler. 70’li yıllardan itibaren İhvân-ı Müslimîn ile Baascılar arasında kıyasıya bir çekişme ve çatışma yaşanır. Hafız el-Esad; İslamcıları ezmek için onların kalesi konumundaki Hama’yı yerle bir ederek 20-30.000 kişiyi öldürür. Esad’ın kardeşi Rıfat’ın başında bulunduğu savunma tugayı binlerce kişiyi öldürüp binlercesini de hapishanelere gönderir. Bu dönemde iç muhalefetle çok sert bir şekilde mücadele edilir. Muhalif gruplar sindirilir. 10 Haziran 2000 yılında Hafız el-Esad ölür.

10 Temmuz 2000’de Beşar Esad yeni devlet başkanı olur. Beşar Esad; ne ülkenin ekonomik gidişi ne de siyasi gelişmeler konusunda kendisinden beklenilen değişiklikleri hayata geçiremez.Rusya ve Çin'in maddi ve manevi desteğ yanında İran'danda askeri yardım alan Beşar Esad rejmi bugünkü görünümüyle ortadadır ve ne yapacağı pek kestirilememektedir.Olan sadece ortada kalan mazlum insanlara olmaktadır.

Hâlen yoğun bir şekilde Amerika Birleşik devletleri ve İsrail’in tehdidi altında bulunan Suriye acılı ve karanlık bir süreçten geçmektedir. Gelecek günlerin neler getireceğini ise zaman gösterecektir."

 
Not: Kaynak kişi ve bilgiler yazı serisi sonunda verilecektir.

 

( Suri-yediler -2- başlıklı yazı Arzeni tarafından 11.09.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.