Gözlerimi
açıp, güne “merhaba” derken ruhumun ne denli yorulduğunu hissedebiliyordum.
Neden mi? Sorumluluklarım, iş hayatında yaşamış olduğum olaylar, aileme yeteri
kadar zaman ayıramayışım, daha sıralayabilecek çok şey… İşte bu duygular ve
olumsuz ruh haliyle başlamıştım güne, “Acaba bugün neler yaşayacağım?” diye
düşünüyordum.
Odamda otururken içeriye yaşlı bir amca girdi. Ayağa
kalkarak oturması için buyur ettim.
-Dilara’nın dedesiyim
dedi.
-Evet, amca! Dedim.
-Dilara,
şu an Ankara Polatlı’da soğan tarlasında çalışıyor. 8.Sınıfta okuyor, diploma alması için ona
yardımcı ol.Yazıktır.
Konuşmaya
başladı. Konuşurken nefes nefese olduğu aşikardı.
-Su
iç, amca dedim.
İçti,
birazcık da olsa rahatladı. 70 yaşlarındaydı. Beyaz sakallı, nur yüzlü,
gözlüklü ve şalvarlıydı. Zamanında çok çalıştığı belliydi. Hayat onu yorgun düşürmüştü.
Elleri nasırlaşmış, yüzü buruş buruş olmuş, buna rağmen yaşama sımsıkı sarılmıştı.
Bitkindi ama ayaktaydı. Düşünceliydi. Az konuşmaya çalışıyordu.
-Nasılsın
amca, iyi misin, bir şeyler içer misin? dedim.
-Allah
razı olsun.Ben içemem.Şeker var,tansiyon var, kalp var, astım var,ameliyat,…dedi.
-Daha
ne bıraktın amca.
-Çok
şükür evlat,şükür ki, Allah’tan geliyor.Toprak olacağız,öleceğiz bir gün.Bu
Yüce Rabbimin bana olan imtihanıdır.Ben ölüme hazırım evladım!..
Ne
diyeceğimi bilemedim. Şaşırdım. Bakakaldım. Bir an öylece konuşamadık. Odada
sessizlik oldu. Sanki, dedim ve
konuşmalarım boğazımda düğümlendi kaldı.
-Ya
Rabbim! Günahlarımı affet, bağışlayıcısın, beni de bağışla, dedim kendi kendime
bir an. Bir sürü hastalığı var. Şikayetçi değil. Rabbine şükrediyor. Biz de en
ufak bir şey olsa hemen şikayet, hemen şikayet.
“Rızkını biçer mi, gayret etmeyen,
Oturup
miskince, sofra bekleyen..
Bunu sen,
dört mevsim açlık çekmeyen,
Küçük karıncaya, sor da söylesin... (C. Numanoğlu)”
- “Ya Rabbi! Sana
şükürler olsun.”