Merhaba,

Her şey gönlünüzce olmasını dileyerek başlıyorum. 
Size yazmama arkadaşlarım biraz yadırgadılar ama umurumda bile değil... İçimden nasıl geldiyse öyle yazdım. Önce mektubuma cevap vermeyeceğinizi düşünerek üzüldüğüm bile oldu.

Mektubunuzu aldımHeyecanla açarak bir solukta okudum ve epey şaşırdım. Mektubu yazarken; evli olabileceğinizi hiç düşünmemiştim. Yazılarınızdan anlaşılan o ki, dürüst birisiniz. Açık sözlüsünüz. Uzak da olsa, dostça dertleşebileceğim candan birine ihtiyacım vardı.

Aylar geçtikçe ve mektuplarınız gelmeye devam ettikçe; mektuplarınıza öyle alıştım ki, onları dört gözle bekliyor, gelmeyince üzülüyorum. Ne zaman mektubunuz elime geçse, içimi tarifi zor bir sevinç, bir huzur kaplıyor. İnanın, çoğu zaman bir kurtarıcı gibi geliyor. Her gelen mektubunuzda, size bir kez daha hayran kalıyorum. Öyle güzel düşünceleriniz, bakış açınız ve sevgi dolu bir yüreğiniz var.

Mektuplarınız bana cesaret ve destek veriyor. Sizin yazdığınız her satır, bana hem nasihat, hem mutluluk ve hem de huzur veriyor. Sizin gibi bir insanı kaybetmeyi asla kabul edemem. Koskoca dünyada, en değer verdiğim kişilerden birisiniz. Kendimi şanslı sayıyorum. 

Herkesin sizin gibi bir dosta, arkadaşa sahip olamayacağını biliyorum. Size ağabey diye hitap etmeme izin verişiniz, beni sonsuz bir mutluluğa götürdü. Mektuplarınızı bir kutuda biriktiriyorum. Hiç birini atmadım. Geceleri uyuyamadığım, moralimin bozuk olduğu ve hüzünlü gecelerde tekrar tekrar okuyorum. Beni rahatlatıyorlar. 

Mektubunuzu iki gün önce aldım. Okuldan geldim. Üzerimi değiştim. Gündüz bir türlü yazmaya fırsat bulamadım. Yazdıklarınızın hepsi doğru. Olayların akışına kendimi kaptırışım fazlasıyla doğru. Ama bu yönümü bir türlü değiştiremiyorum. 

Üzerinden biraz zaman geçince ‘neden bu kadar üzüldüm diye’ kendime kızdığım dahi oluyor. Size yurdumuzun bir resmini gönderiyorum. Tam şehrin merkezinde ki, yurdumuza mahalleli, ‘Beyaz Ev’ diyarlar ama biz kızlar ‘Ceza Evi’ diyoruz. 

Daha önce yazamaya cesaret edememiştim ama sizi tanıdıktan sonra yazmamayı anlamsız buldum. Nerelerden nereye ve nasıl geldiğimi bilmenizi istedim. 

1972 Yılında Keşan’da doğdum ama çocukluğum daha çok Meriç ve Uzunköprü’de geçti. Mutlu bir aile yaşamımız vardı. Bir gün, bu mutluluğumuzu bir kara bulut bozdu. Kim, neden ve niçin yaptı bilemiyorum. Babamın boğazından kesilerek ve tırnakları sökülerek, işkence içinde öldürülmesiyle en acı ve en zor günlerimiz başladı.

On sekiz yaşlarında olan ağabeyim ve annem tutuklandı. En büyük ağabeyim ve evli bir ablam ayrı olduğundan dokunulmadı. Ben ise yaşım ufak olduğundan ortada kaldım. Önceleri kısa bir süre ağabeyimler de, daha sonra birkaç yıl ablamlar da kaldım. Her geçen gün, problemli bir hayat içinde boğuluyordum. Akraba da olsa birilerine yük olmak ağırıma gidiyordu. 

Kurban bayramının ilk günü, öğretmenim aracılığıyla Çocuk Esirgeme Yurdunun Kız öğrenci Yurduna yerleştirildim. O zaman çok üzülmüştüm ama zamanla alıştım. Yurda girişimin üzerinden altı yıl geçti. İlk mektubu yazarken yurtlu olduğumu yazmaktan çekinmiştim. Mahkeme ve duruşmalar iki yıldan fazla sürdü. 

Mahkemede sık sık şahit veya dinleyici olarak bulundum. Mahkeme ve soruşturmalarda daha önce hiç tanımadığımız birçok yabancı adamlarda vardı. Babam bir Bulgar göçmeniydi. Annem yerli. Babamın annesi ve babası ben doğduktan sonra vefat etmişler. Onları hiç tanımadım. Halalarımın bir kısmı ve amcalarım hala Bulgaristan’dalar. 

Babam onlarla haberleşirdi. Ama onlar bizden, biz de onlardan nefret ediyoruz. Annemle ağabeyime önce idam, sonra müebbet ve daha sonra otuzar yıl ceza verildi. Hafifletici sebeplerden ve sonra gelen aftan sekiz yıla indirildi. Ailemle seyrek görüşüyorum. Ailemi bir arada mutlu olarak görmek istiyorum ama belki bu asla olmayacağından korkuyorum.

İş hayatı zor ama kendimi biraz garanti altına almak istiyorum. Söylediğiniz gibi, bulunduğum ortam beni ruhsal ve fiziksel yönden fazlasıyla etkiliyor. Diğer insanlardan farklı olduğumuzu, olaylara verdiğimiz tepkilerde farklı olduğunu ben de kabul ediyorum. Şu anda ‘Çocuk Gelişimi’ adlı kitabı okuyorum. Okudukça kendimi o kadar eksik buldum ki… 

Ailemizde ve şu anda bulunduğumuz ortamda iyilik adına verilebilen bir şey yok. Yurtta hep soğuk insanlar var. Gerçek sevgiyi bulamıyorsunuz onlarda. Güvensizlik, şüphe, sevememek, hırçınlık ve davranış bozukluları, bencillik had safhada… Olayları büyütmemeye çalışıyorum. 

Mektubunuz gecikince karamsarlığa kapılıyorum. Her mektubunuz gelince, bir kez daha yanıldığımı anlıyorum. Sizi hayal ediyorum da, o kadar işin ve evrakın arasında mektubumu okumak, bana yardımcı olabilmek için elinizden geleni fazlasıyla yapıyorsunuz. Her şey için teşekkür ediyorum. 

Büyük ağabeyim evli ve köyde bakkallık yapıyor. Annemle, diğer bir ağabeyim ceza evinde, bir ablam ise evli ve ben yurtta kalıyorum. Onlarla yaşamayı istemiyorum. Köye dönmek istemiyorum. Köyden nefret ediyorum. Bana hep acı şeyleri hatırlatıyor. Aramızda uçurumlar var. 

Onlar beni, bende onları anlayamıyorum. Hepsi soğuk ve yapmacık geliyor, oysa küçükken onları ne kadar çok severdim. Onların sevgilerinden başka bir şey istemiyorum. Yurttan çıkınca ne yapacağımı düşününce çıldıracak gibi oluyordum. Bir iş bulursam rahatlayacağım. 

Evraklarımı yaptırdım. Yakında iş başı yapacağım. Çok heyecanlıyım. Tıp fakültesi ‘Zihinsel Özürlü Çocuklar’ bölümünde, bakanlık kontenjanından girerek, sekreterlik yapacağım.

Dün doğum günümdü. Arkadaşlarla biraz eğlendik. Kayahan’ın ‘Yemin Ettim.’ Şarkısını dillerinden düşürmediler. Sağlık meslekten evci bir arkadaşım geldi. Eski arkadaşlarımı öyle özledim ki. Eve gitmek istemiyorum ama burada kalmayı da hiç istemiyorum. Müdürün kızıyla çarşıya çıktık. Pazar yerlerini ve kalabalığı sevmem ama onu kıramadım.

Yunan ve Rumen satıcılar için ayrı pazar kuruluyor. Döneceğimiz zaman yağmur başladı. Oldu olasıya yağmuru çok severim. Yağmurun altında dolaşmayı daha çok. Yağmurdan kaçan insanları görünce gülesim gelir çünkü o anda tarifi zor bir mutluluğu kaçırdıklarına inanırım… 

Eski erkek arkadaşımla tekrar çıkmaya başladım. Beni çok sevdiğini, kendini o kadar üzmeye hakkımın olmadığını söylüyor. O beni seviyor ama ben onu sadece bir arkadaş gibi görüyorum. Meriç nehrinin kıyısında dolaştık. Düşüncelerime saygı gösteriyor. O çok farklı biri… Elimi tutma haricinde bir istekte bulunmadı. Utana sıkıla ‘Benim istemediğim bir şeyi asla yapmayacağını’ söyleyince bana güven verdi. O yakında askere gidecek. Günler ne kadar zalim olsa da yine de geçecek. Ondan hoşlansam da asla geri dönmek istemiyorum.

Boş zamanlarımda kitap okuyarak, bilgisayarda oyun oynayarak, resim ve vitray çalışması yaparak geçiriyorum. Hele vitray çalışmasını çok seviyorum. Yurt psikologumuzun tayini Ankara’ya çıktı. Resim ve vitraydan anlayan başkası da yok. Çok güzel bir şiir yazmışsınız. Okumayı seviyorum ama güzel şiir yazamıyorum. Bazen çocuk parkındaki salıncakta saatler sallanıyorum. Doğum anı gibi, ölüm anı da ‘yalnız’ kalınan bir dakika değil midir?

Oraya davet etmişsiniz, o kadar çok isterdim ki, ne ailem ne de yurttakiler izin vermezler. Ne kadar anlatsam da, anlayamazlar. Uzun süredir de ağlamıyorum. Ağlamayı da sevmiyorum ama bu gece ağladım. 

Azgan çiçeklerinden bahsetmişsiniz. Daha bahar gelmeden, Martta açan şu ufak sarı renkli, bol dikenli çiçekler… Daha önce hiç görmedim. Hatta ismini bile hiç duymadım. Belki de Akdenizin doğal ortamında yetişen bir bitki...

Doğayla ve onun güzellikleriyle olmaktan daha güzel ne olabilir. Hele bir de deniz kenarı olursa… Bazan düşünüyorum da bizlerin hayatı da Azgan çiçeklerine benziyor. Erken dünyaya gelmişiz. 

Yüreklerinde sevgi bulunmayanlar yüzünden bizler bile birer Azgan çiçekleri olup çıkmışız. İnanın yaz tatilini iple çekiyorum. Yılda üç hafta, toplu halde deniz kampına götürüyorlar. Denizin hastasıyım. En eğlendiğim ve mutlu olduğum zamanlar… 

Oraları o kadar güzel tarif etmiş, o kadar güzel anlatmışsınız ki görmüş gibi oldum. Yazmaya öyle dalmışım ki nasıl olduğunuzu, işinizi ve eşinizi sormayı unuttum. 

Özgür bir insan en karanlık ceza evinde bile hür değil midir? Yalnız şu anda yaşandığı takdirde sevginin bir anlamı vardır. Kişi sahip olmadığı şeyi veremez, sevgiyi vermek için sevgiye malik olmalıdır değil mi? 

Sevgi her zaman kolların açık duruşu değil midir? Sevgi için kollarınızı kaparsanız, kendiniz dışında tutacak ne kalır?

Sağlıklı, mutlu ve huzur dolu günler sizlerin olsun. Edirne’den kucak dolusu sevgi ve selamlarımı gönderiyorum.

Berrin

Ed-170795


* (Bu Mektup; bir ailenin yaşamış olduğu dramı iliklerine kadar yaşamış bir genç kızımızın üç yıla yakın fazla yazışmış olduğumuz mektuplarının özetlenmiş şeklidir.)
( Azgan Çiçekleri başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 27.06.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu