Bugün biraz arabesk takılmak
istiyorum. Biraz aykırı, biraz isyankâr, biraz bunalım takılmak istiyorum. Bedri
Rahmi gibi “Hüzün geldi başköşeye kuruldu / yoruldu yüreğim yoruldu.” diyorum ben
de…
“Yâr hüzün yüzündür demiştim,
Sözündür demiştim bir defasında
Şimdi anlıyorum ki
Hüzün ömründür
Yaşadığım.” demiştim bir
şiirimde. Yaşıyorum şimdi hüzün içinde ömrünü. Hoş geldin hüzün! Sefalar getirdin,
neşeler! İroni içinde irin, sizde bu kapıdan içeri girin.
Mutsuzluğa da varım diyenler
okusun bu yazıyı. Mutluluğun kökünü kibrit suyu dökelim diyenler okusun bunu. Bir
çakımlık saltanatı var mutluluğun, bir yakımlık, bir yırtımlık. Bir akımlık
çarpması var aşkın sonrası ölüm. Bir atımlık öfkesi var sevdanın sonrası
cinnet!
Değer mi hor görmeye mutsuzluğu… Değer
mi boş görmeye umutsuzluğu…
İzbelerde kalmış bir şair
kimliğiyle, kuyularda mahpus olmuş bir yazar tipiyle, kadehin dibini bulmuş bir
şarkıcı edasıyla ve formunun zirvesindeyken sakatlanıp unutulmuş bir futbolcu ruhuyla
yazıyorum.
Terk edilmiş bir âşık, yüz üstü
bırakılmış bir maşuk nasılsa; güvendiği dağlara kar yağmış bir insan gibi,
uzattığı eli hep havada kalmış bir öksüzce, hep dışlanan bir yetim ağrısıyla,
enkazda kalmış bir depremzede feryadıyla, kuyulara atılmış bir Yusuf hasretiyle,
çöle düşmüş bir Mecnun pejmürdeliğiyle, ateşlere atılmış İbrahim tavrıyla,
idama mahkûm olmuş Dostoyevski korkusuyla varım işte bu yaşamda!
İtirazı olan gelsin.
Yanlışı olan katılsın.
İsyanı olan eklesin.
Terk edilmişlerin dilinden
anlarım.
İtilmişlerin cesaretini bilirim.
Dışlanmışların ezikliğini ve
masumiyetini…
İntizarı olan katılsın bana,
iştiyakı olan dost bilsin, arayışta olan yâr bilsin.
Resti olan davet etsin, posta
koyan grup kursun, kavgası olan sırt bilsin. Ne olursa olsun kaybedenler
çağırsın gelirim. Koşa koşa, uça uça gelirim.
Hüzünlü bir hal musallat olmuş
naçizane bendenizin üzerine, tadını çıkartmak istiyorum doya doya. Canım acısın
istiyorum, şu üç günlük yalan dünyada mutlu olmak kadar mutsuz olmak da
kaderimizdir deyip yaşamak istiyorum her türlü çileyi.
“Güldüğüme bakıp da sanma ki
bahtiyar
Attığım her kahkahanın altında binlerce
acı var”
Heybemde hüzün saklı, çıkartıp
saçıyorum yaşamıma.
Biraz gözyaşı, biraz keder, biraz
hicran pek de hoş geliyor ruhuma. Ekmeğe tereyağı sürer gibi hüzün sürüyorum
yaşamıma, tereyağının üzerine toz şeker eker gibi gözyaşı ekiyorum hüzünlü
ruhuma hem de boydan boya.
Bir Hilmi YAVUZ şiiri der ki: “Hüzün
ki en çok yakışandır bize / Belki de en çok anladığımız” Anlıyorum
artık hüzünden, tanıyorum hüznü artık; o yâr öğretti bize hüznü kanata kanata
yüreğimi hem de. Ağırta ağırta ruhumu hem.
Saçlarım ağardı birden,
gözlerim çöktü hepten, tenim kırıştı, kalbim kırıldı, ruhum yırtıldı, sesim
kısıldı, bir meczubu tasvir etmek icap ederse resmim kâfi geldi bu tasvire, bir
mecnunu teşbihe lüzum görüldüyse suretim yetti teşbihe.
“Ağlarım hatıra
geldikçe gülüştüklerimiz” o yâr ile. Ah yâr ne
haldeyim. Kör değilsen gör diye yazıyorum. Sağır değilsen duy diye… Mutluysan uzak
dur, sevinçten dört köşeysen ırak ol lütfen. İsyanı olan dost bilsin. Resti olan
el bilsin.
Ben hüzün
biriktiriyorum, salkım saçak gözyaşı döküyorum, sokak sokak isyan ateşini
körüklüyorum, isyanım var aşksızlığa, itirazım var insafsızlığa, ilencim var
duyarsızlığa, illet oluyorum mutlu olana, huzur bulana, gülene oynayana…
Bugün benim hüzün
günüm.
Cesedim yakışıklı olsun
istiyorum.
Bir Hilmi YAVUZ şiiri der ki:
“Hüzün ki en çok yakışandır bize
Belki de en çok anladığımız”
Hüzünlüyüm ve hiç kimsenin
görmediği kadar yakışıklıyım. Anlayan bendendir. Acı içinde olan, ağlayan,
sızlayan, üstünü başını paralayan, isyan eden, firari olan! Alayına giden
bendendir.