PAZAROLA
RECAİ BEY
Postaneden emekli Recai Bey
bugün de yine esiyor, gürlüyor ve yağıyordu: "Dürdane
Hanım, bu hafta pazara çıkmıycam ne halin varsa gör. Bu defa sen çıkacaksın
tamam mı?... Hem kaç defa söyledim sana otuz yıl çalışmış emekli bir memur
olarak; bende eski dinçlik ,eski hafıza yok artık diye" ..
Ev
işlerinden yorgun düşen aynı yaşlardaki eşi mutfaktan koridora hışımla kendini
attı. Mitralyöz ateşine en yakın mesafeden başlamıştı: "Vardır vardır,
kıyıda köşede kalmıştır birşeyler. Senin unuttuklarını hatırlasam üniversitenin
birine dekan olurdum biliyorsun. Postaneden emekli şunca yılın külyutmaz memuru
Hercai Bey herşeyden anlıycak da bi tek pazarı, pazarlığı bilemiycek öyle mi?..
"Bırak Allahını seversen güldürme
beni. Evdeki gazetelerin bilmeceleri bulmacaları yetmezmiş gibi üç dört
kahvenin gazetelerine dadanan kim ? Ben mi, sen mi?"..
Hanımı Recai Bey'e eski gençlik
günlerindeki serüvenlerini hatırlatıp kızdırmak için her zaman Hercai Bey diye
seslenirdi. Son sekiz on yıldır çocuklarını evlendirip torun torbaya karışmışlar
birbirlerine dırdırlanacak atış mesafelerine pek yaklaşmamışlardı.
Açıkçası kavga etmesini bile unutmuşlardı
aslında. şekil (a) da görüldüğü gibi deneme atışlarını ara sıra tekrarlamaktan
başka bir şey yapmıyorlardı . Emeklilik günleri öyle de geçiyordu, böyle de...
Recai Bey'in aklına birden Şinasi Bey'e verdiği borç
parayı bugünlerde geri alabileceği geldi. Ayakkabılarını hem giyiyor hemde
söyleyeceğini söylemekten geri kalmıyordu:" Peki peki anladık, sen ney-mişsin
be hanım !. Harmanı koca öküz döğermiş, ben ne alınacaksa alıp geleyim. Söyle
bakalım neymiş alınacaklar ? ".
Hanımı
iki tekerlekli pazar arabasını apar topar balkondan getirip eşikteki pazar müşterisinin
eline tutuşturdu:
"Alacağın alt tarafı üç kalem bir şey.
Varıp da bu yaştan sonra bir iki pazarcı tezgâhını, kıyıda köşede kalmış iki üç
salaş dükkanın tapusunu alacak hâlin yok. Ceviz, ıspanak bir de soğan."
Recai Bey eşine hak verdi. Bu defaki kodlama kolaydı,
çünkü sıralıydı. "CIS". Cevizin (C) si, ıspanağın (I) sı, soğanın (S)
sinden oluşuyordu.... Orhan Veli ne diyordu bir şiirinde,yaklaşık olarak,
"...Sokağa her an çıkabilirim / Mademki bu esvaplar ve ayakkabılar benim /
Ve mademki sokaklar hiç kimsenin değil.." Araya Orhan Veli'nin
hatırı da girince yola koyulmaktan başka bir çaresi kalmamıştı.."Anlaşıldı,
anlaşıldı. İş başa düştü ben şimdi siparişleri , hemen alıp getiririm."
diyerek yola koyuldu.
Recai Bey, tren
garının yukarısında, Tariş binası yakınlarında, bir apartmanın giriş katında
oturuyordu. On yıl kadar öncesinde emekli ikramiyesinin üstüne mirastan
hissesine düşen parayı eklemiş, zar zor iki oda bir salondan oluşan bu daireyi
satın alabilmişti. Kendi kendine mırıldandı: "İyi, iyi, Çavuşun kahvesinde
Şinasi'yi görürüm, oradan da ver elini salı pazarı. Bu saatlerde gene de bir şeyler
kalmıştır. Haydi hayırlısı."
Cumhuriyet Meydanı’nda Atatürk
Anıtı’nın tam karşısındaki PTT binasına bakan kahveye geldiğinde saat on beş
sularıydı. Bir iki gazete karıştırmış garsona söylediği çayı henüz içmeye başlamıştı
ki aynı daireden emekli, arkadaşı Şinasi Bey de arzı endam etti....
"Ooo..Recai buralara düşer miydin? Bakıyorum tırı
almışsın yanına, ehliyet ruhsat da tamam, pazara çıkacaksın anlaşılan."
Recai Bey başını tasdik makamında salladı: "Öyle,
öyle.Tam düşündüğün gibi, kodlama şekline bakılırsa CIS alacağım. Senin
anlayacağın ceviz, ıspanak, soğan" .
Şinasi Bey sipariş listesi neden
bu kadar kısa diye eşip deşelemedi ,nasıl oluyor da oluyor, başka şeyler niye
almıyorsun bile demedi. Sadece gırgır olsun diye takılmakla yetindi. "Adam
sen de, ister CIS al ister COS. Nihayetinde (I) harfi ile başlayan nesne yerine
baş harfi (O) olan , sözlüklerde kendisine hasbelkader bir yer edinen başka şeyler
alabilirsin...Meselâ / örneğin oklavayı alıp götürebilirsin eve. Bir bakmışsın
Dürdane Hanım deliye dönmüş, oklavayı kaptığı gibi seni önüne katmış habire
kovalıyor. Adaları- paftaları,parkları meydanları fır dönüyorsunuz."..
Bu sıra Recai Beyin garsona el işareti
yaparak getirttiği henüz demlenmiş çaylar da gelmişti. "Haklısın"dedi
. "Doğru söylüyorsun be Şinasi. Kodlamalar hata kabul etmez. İkinci dünya
savaşıyla ilgili bir filmde görmüştüm, küçücük bir kodlama hatası maddi manevi
nelere mâl olmuştu.."
Bir iki laflamadan sonra her ikisinin kulaklarına bandonun
çaldığı marşların nağmeleri gelmeye başladı. Tren istasyonunda özel bir konser
veren Şehir Bandosu az sonra PTT önüne gelecekti. Daha sonra Belediye
binasındaki yerlerine dönerlerdi. Bando, PTT ve tam karşısındaki kahvenin
hizasına geldiğinde , "CISTAK-CISTAK, PISTARA-PISTAK" makamında bir müziği
terennüm etmeye başladı. Şinasi Bey üç aylık emekli maaşının yetmediği geçen
ayın son günlerinde Recai Bey'den aldığı borç parayı teşekkür ederek takdim
etti.
Bu defa Recai Bey: "Konu değil Şinasi,
acelesi mi vardı" deyip bilmukabele teşekkür faslına girişti. Biri kol
saatine diğeri cep telefonunun ekranına baktı. İki eski dostun tekrar buluşmak
ümidi ile vedalaşma zamanı bu zamandı. Elimizden pazarola Recai Bey demekten başka
bir şey gelmediği için söz konusu şahsı şehir bandosunun arkasında, yürür
vaziyette bırakıp, konumuza devam edelim.
Recai Bey , orta parkın kenarından bir yay çizerek Atatürk
Caddesi’nden yukarıya doğru pazar yerine yöneldi. Eski perakendeci halinin alt
sokağına saptı. Kendi kafasında kurduğu bulmacanın birinci karesiyle karşılaştı.
Unutmadan ve acilen yarım kilo ıspanak aldı.Yeni Cami’nin üst sokağında köylü
pazarından veya Ali Efenin Hanı önlerinden bir kilo cevizi alırım ,dönüşte de
soğanı aldım mı bugünkü görev tamam, işlem tamam diye düşündü.
Yol boyunca, gidişinde ve dönüşünde
"CISTAK-CISTAK;PISTARA-PISTAK nağmeleri Recai Beyin kulaklarından hiç
silinmedi, aklından hiç gitmek bilmedi , dilinden de asla düşmedi.
Böyle bir olay bu güne kadar kim
bilir kimlerin başından geçmiştir de, gülünç duruma düşmemek için hiç kimseye
açıklamak zorunluluğu duymamışlar ve ihtiyaç hissetmemişlerdir. Herhangi bir
savcılık soruşturmasında ya da mahkeme dosyasında bulunan ifadesinde, biri
kalkıp da :, "O şarkı yok mu ah o şarkı. Kulaklarımdan hiç gitmedi ,beni
suça o şarkı teşvik etti. Tek sorumlu bu şarkıdır Savcı Bey, ben suçlu değilim.
." dediğini düşünebiliyor musunuz ?.
Ve yahut şöyle de söylemiş olabilir bir zanlı: "Hakim
Bey yemin billah ederim ki,suç benim değil; Arabamla giderken yüksek sesle
dinlediğim; (Manda yuva yapmış söğüt dalına / Yavrusunu sinek kapmış göördün
mü) türküsünündür."
"Arabamın ön kapı camının biri epeydir yoktu,
sinekler cazıl cuzul sesler çıkartarak gelip gelip yüzüme çarpıyordu. Yol sağlı
sollu söğüt ağaçlarıyla doluydu. Hani, dedim ki kendi kendime; o an radyoda
dinlediğim türküyü duyan iri kara sineklerden biri, söğüt ağacında unutulmuş,yalnız
kalmaktan usanmış bir manda yavrusunu kapar getirir de ön camdan içeri
bırakırsa ne olur? Bir düşünebiliyor musunuz ? Onlarca araç birbirine girecek,
zincirleme bir kaza olacak. Büyük bir faciayı önlemek amacıyla gözlerimi dört
açıp söğüt ağaçlarını kontrol ederken bu kaza oldu ,Hakim Bey. Suç bende değil,
aklımı çelen bu türküde.berâtımı isterim"...
Hanımı yola çıkarken ne demişti:
"Recai, Recai sana söylüyorum sakın unutma.! Tekerlekli baston olarak da
kullandığın pazar arabasını yokuşta çekeceksin, inişte iteceksin.."
Recai Bey, Fevzipaşa Caddesi’nde ilerleyip, Arastanın
kenarından yukarı çıkarken pazar arabasını hep çekmiş, dönerken inişte hep itmişti.Yeni
caminin üstündeki sokaktan bir kilo ceviz almış ,altındaki sokaktan da bir kilo
soğan alarak CISTAK'ın (CIS) ını tamamlamışdı. TAK ne anlama gelebilirdi?.
Kodlamaya dahil olmasaydı Recai Beyin aklını meşgul eder durur muydu bu TAK
hecesi?.. "Ne olabilir, acaba nedir nedir, TAK deyince akla, hemen onun
adı gelir" diye mırıldandı bir kaç kez.
Arastanın altındaki küçük meydanda,
çınar altındaki çeşmeden üstüne üstlük Kaplan Suyu bile içti. Aklına gelmişken
sıralamayı yaptı .Yarım kilo turp aldı. Bir kilo ayva aldı kompostosu güzel
olur diye. Karnabaharı görünce heyecanlandı bunun yemeğinden başka bir de
lalengisi (lalanga) olur deyip iki kelle de ondan aldı. Portakal pazarına, eski
kasapların toplu olarak bulunduğu civara geldiğinde bandonun çaldığı nağmelerin
ikinci bölümü takıldı kafasına bu defa."PISTARA-PISTAK; PISTARA
-PISTAK" Ne olabilirdi , niçin, neden, nasıl olabilirdi .? Beş (N) bir (K)
proğramının sunucusu hastalanmış da sanki Recai Bey nöbetçi sunucu olmuştu.
Recai Bey okun yayından / trenin
rayından çıktığı gibi yola çıkmıştı bir kez. Yarımşar kilo pırasa, ısırgan otu,
sarımsak, turşu, antep fıstığı ile bir demet roka, ve bir miktar arap saçı alıp
pazar arabasını dol durdu. Tam PISTAK bulmacasını çözecekti ki ; bu defa çok
sevdiği, Erkin Koray'ın (ARAP SAÇI ) isimli şarkısını mırıldanmaya başladı. Bir
yandan yürüyerek pazar sathı mailini terk ettiği için PISTAK mamüllerini
tıra(!) yüklemeye zamanı ve fırsatı kalmamıştı. Öğretmen Evi'nin önlerine
geldi. Boş bir banka ilişti. Günde yarım pakete indirdiği sigarasından bir
adedini tüttürmeye başladı. Gelen geçen tanıdıklarıyla selamlaştı yarenlik
yaptı. Biraz dinlendikten sonra otuz sekiz tosbağa gücündeki yetmiş yıllık
gövdesi ve yorgun kolları ile pazar arabasını ittirerek sağ salim evine ulaştı.
Daire zilinin bir kaç defa çalınmasından sonra kapı
açılabildi.
Dürdane Hanım pazar arabasının
tıka basa dolu halini görünce küplere bindi:
"Be adam bu ne ? Ben sana üç kalem yiyecek siparişi
verdim, bunlar ne?..
Recai Bey'de jeton eşinin sarsıla sarsıla bağırıp çığırmasından
ve haykırmasından sonra nihayet düşebilmişti. Evet (evdeki pazar çarşıya uymaz)
dı ve lâkin Dürdane Hanım maallesef bu defa da haklıydı. Recai Bey'in
unuttukları son tahlilde Dürdane Hanım'ın doçentlik tezi olabilirdi. Ortaokul
ikiden terk bir tahsili olmasaydı, Recai midir, Hercai midir , her neyse , bu
adamın kahrı çekilirmiydi?. Üç kuruşluk emekli maaşına yıllar yılı tâlim
ederler miydi? Çar naçar, sevilsin sevilmesin bu alınanlar bir hafta boyunca
yenilecekti.
"Ah Hercai Bey ah." diye söylendi yine eşi:
"Sen hiç değişmeyeceksin. O kadar söylüyorum, kağıda mı yazarsın, avucuna
mı ? Koluna mı yazarsın bacağına mı? Yaz bir yerlere, şu kodlama oyunundan vaz
geç artık diye kaç defa söyledim ? Ha, kaç kere dedim.?".
Dürdane hanım bir yıldızdan öbür
yıldıza kadar haklıydı. Mikrofon ondaydı, daha da tiz perdeden bağırıp çağırıp
nutuk atmaya devam etmeliydi:
"Geçen hafta ne yaptın Hercai, hatırlıyor musun ? Dur
sen cevap verme ben söyliyim. Sana kereviz al, elektrik parasını yatır, bir de
kıyma al dedim. Sen ne yapmıştın biliyor musun?..Anlatma anlatma, hızımı
alamadım daha. Ben anlatıcam ben...Alınacakları sivri aklınla kodladın ya
;pastaneye girip kek almaya kalkmışsın. Bahçıvanı sütlaç yerken görünce hatadan
dönmüşsün , kerevizi almışsın. Oradan tavuk pazarına uğramışsın. Bir tanıdığını,
keklik ve keklik yumurtası satarken görmüşsün. Keklik düz ovada (öyle) avlanmaz
pazardan (böyle) satın alınır deyip az kalsın bir adet keklik ve bir sepet
yumurtayla eve gelecekmişsin. Kasap Dilâver seni görüp selam verince aklın başına
gelmiş bereket. Kekliği ve yumurtaları almadan yarım kilo kıymayla eve
dönebilmiştin hatırladın mı ?"..
Bu defa Recai Bey kinayelik olsun
diye sordu:
"Pekiyi elektrik parası bankaya nasıl yatırılmış
aceba Dürdane Hanım?" .
Bu otuz puanlık uzmanlık sorusuna , Dürdane Hanımın bağırıp
çağırmadan vereceği cevap şöyleydi sevgili okuyucular: "Nasıl olacak
Hercai Beyefendi.? Yanık Konak kahvesinde sigaranı tüttürüp tavlanı oynarken ,
orta şekerli kahveni höpürdetirken birden bire elektrikler kesilmiş. Oyunun
yarım kalınca aklın başına gelmiş tabiiki. Bankaya dar halat yetişip son gün
son saat cezalanmadan yatırmışsın elektrik parasını. Soluk soluğa kaldığın, ter
ter tepinip terlediğin, turşu gibi ıslandığın için bir de benden madalya
bekliyorsun öyle mi?. Daha çook beklersin çok. Gümüşhane'den gümüş sevkiyatı
gecikmiş , gümüş madalyayı bu sefer yetiştiremedik, bi dahaki sefere pazarın
altını üstüne getirirsin de ödülü hak edersin , kırmızı kurdelalı altın madalya
takarız Hercai Beyefendiciğim"......
Mehmet Sadık Medin
12 Aralık 2006 Fatih / İSTANBUL