Peşin söyleyelim yazım uzun ancak sizlere çok şey kattığı gibi oldukça da düşündürecek… Eğer yazımı beğenmezseniz, iade alabilirim… Hadi öyleyse çayınızı kahvenizi hazırlayın da, büyüklerimizle küçüklerin dünyasına şöyle bir yolculuk yapalım…
Şu
basın olmasa, gerçekler yazılmasa, kimse kimseyi eleştirmese, sokaklara çıkıp
haklar aranmasa, maaşlara zam gelmese, sınırlarımız ötesinde hayat güzel olsa
her halde iktidarı yönetmek ne hoş olurdu değil mi? İnsanoğlu bu, yapısında
egoistlik va
r… Hele damarına bir dokunun,
hemen canavarlaşır, senin fikrin varmış veya yokmuş demeden seni kestirmeden
yok etmeye çalışır. Yani herkes işine geldiği gibi hareket etmeye başladı.
Nasıl mı? Önce darbe yapma ve yapmaya
teşebbüsünden onlarca general tutuklandı ve tutuklanmak üzere… Artık askerin “Bildiri” verme dönemi bitti
derken, bu kez de iktidarın da alkışladığı TSK’nin “Basın Bildirisi” verildi…
Hürriyet
Gazetesi’nden kovulanlar kervanına katılan Bekir Coşkun’un “Paşa” konulu
yazısından dolayı gelişen atışmaları bir bütün olarak ele alalım istedim ve
devlet erkânı büyüklerimizin bu konuda neler konuştuklarına bir göz atalım,
daha sonra da sizlere Bursa Nilüfer Okulları’nın AVM’ de küçük öğrencilerimizin
sunduğu, “Beslenme ve İsraf” konulu “Enstalasyon Sergisi”ndeki izlenimlerimden
bahsedeceğim. Bu arada sizlerde büyüklerimiz nelerle uğraşırken, küçüklerimizin
nelerle uğraştıklarına şahit olacak ve hangisinin daha elle tutulur bir konu
olduğuna karar vereceksiniz…
Hazır
mısınız? Hadi çayınızı ve kahvenizi tazeleyin, kemerlerinizi bağlayın yolculuk
başlıyor…
Evet,
önce Genel Kurmay’ın “Basındaki yazanlar için yapmış olduğu bildiriye Sayın Başbakan
ne demiş ona bir bakalım. Başbakan: “Paşalar için yazanın yaptığı benzetme,
talihsiz bir benzetmedir. Ama o zat ne yazık ki bütün kaleminden pislik akıtan
bir zat olduğu için böyle yapıyor” diyor.
Bekir Coşkun’dan yanıt
gecikmiyor:
“Üzülmeyin arkadaşlarım, benim
kalemim hep şefkat, merhamet ve sevgi istedi. Kine, nefrete, merhametsizliğe
kızdım. Beni eleştirirken “kaleminden pislik akan” demesi asil bir Başbakan’a
yakışmadı. Tabi ki dava açacağım. Yargı yoksa o zaman sığınacağım tek yer kalır: Sizin vicdanınız.”
Ana
muhalefet devreye giriyor ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’da “Düne
kadar Genel Kurmay Başkanlığı bildiri yayımladılar” diye kıyameti kopardılar. Eleştiriye tahammül
edeceksin, etmiyorsan o koltuğu bırakacaksın. Daha vahimi, hükümetin ona destek
vermesidir. Kendi mesai arkadaşları vardı. İlker Başbuğ’u terörist ilan
ettiler…”
Basına
verilen bildiri basında da ses getirdi… Herkes kendi medyasında tartıştı veya
tartışmaktan kaçındı. CNN’de Ahmet Hakan’ın sunduğu “Tarafsız Bölge” programının
konuğu olayın kahramanlarından Bekir Coşkun’du. Oda; “Yazımın faydası da oldu.
Sayın Başbakan Atatürkçü kesildi. TSK ile hükümeti de barıştırmış oldum.
Muhteşem Yüzyıl’da birçok paşa var ama bizim ordumuzdaki generaller paşa mıdır?
Hayır değildir. Niye? Çünkü 1934
yılında çıkarılan yasa ile “Paşa” unvanı ordumuzda yasaklanmıştır. Neden
askerler üzerine alınıyor? Bir köpeğe “Bekir” ismini koysalar asla alınmam.
Yüreğinde sevgi olmayan insanlara bu yazıyı anlatmak zor. Sonuçta bizler bu ülkenin iyiliği için kalem
sallamış insanlarız. Benim dünyam zehir
oldu. Küfürler, hakaretler altında ben ve ailem tehdit altındayız. Bir Başbakan
nasıl bir yazarı hedef gösterebilir. Yeter artık! Oradan sürgün edildik, oradan
kovulduk, oradan atıldık, başımıza gelmeyen kalmadı. Yaşamımız zehir oldu.”
Ah şu
basın ve muhalef olmasaydı, ülke ne
güzel yönetilirdi değil mi? (!)
Büyüklerimizin
konuşmalarını, birbiriyle atışmalarını okudunuz. Şimdi gelelim küçüklerin
konuşmalarına…
Alışveriş
Merkezi tatil günü olduğundan kalabalıktı. Herkes alışveriş çılgınlığı ile
kartlarını cırtlatmanın telaşındaydı. Zemin katta geniş bir alana kurulan
“Enstalasyon Sergisi” yazısı gözüme takılıyor. Merak ediyordum ki, sevimli bir
çocuk elime serginin katalogunu tutuşturdu. İlk sayfasını okuduğumda bu
sözcüğün, “kavramsal sanat”, yani estetik kaygı gütmeksizin toplumsal mesaj
içeren mekân düzenlemelerine verilen ad olduğunu öğreniyorum. Stant gerisindeki
birçok öğrencinin yaptığı projeler ilginçti. Onları tek tek dinlemeye karar
veriyorum. Serginin başındaki ilk projede dünya küresi ve altında da siyah bir
çöp poşeti vardı. Sevimli öğrencimize soruyorum; “Ne anlatmak istedin?” Önce
ismini tanıtıp tatlı diliyle: “İnsan nimete karşı israf için insaf demedi.
Elindeki nimetin kıymetini bilmeden yanlışa ortak oldu ve israf etti. Açlık
insanlık için karanlık bir tablo…” diyerek konuşmasını bitirdiğinde yanındaki
öğrenci anlatacaklarını planladığını kaçamak bakışlarımdan anlıyordum. Onun
önünde de piramit içine yapıştırdığı yiyecekler ve merdivene tırmanan bir
oyuncak bebek vardı. Ben sormadan “Zirveye Giden Yol” diyerek devam etti:
“Yiyecekler bol diye dengeyi bozduk. Az veya çok diye sağlığımızdan olduk.
Besinlerin daha çok veya daha az alınmasının ileride sağlık sorununa sebep
olduğunu hepimiz biliyoruz ama sık sık unutuyoruz. Unutmamamız gerekir ki
dengeli beslenme sağlıktır” dediğinde, “Peki insanlar besin maddelerini
bulamazlarsa ne yapacak?” dediğimde soruma gülümsedi, duraksadığında yanındaki
dünya haritası üstündeki uzun sigara ile çevresinde oyuncak bebeklerin elindeki
sigara maketi ilgimi çekiyor. Öğrencimiz de anlatmaya hazırdı: “Aslında o
yanarken dünya da yandı. Yavaş yavaş ömrü tüketti. Harcanan parayla neler
yapılabileceği hiç düşünülmedi. Ülkemizde ve dünyada sigaraya harcanan parayla
dünyada açlık çeken insanların hangi ihtiyaçları karşılanırdı acaba?” dediğinde:
“Ama sizin yaşınızdaki çocukları da sigaraya alıştırıyorlar. Hem parasından çok
sağlığa verdiği zarar daha önemli değil mi?”dediğimde, sözünü “Artık dünya
yanmasın!” diyerek tamamladı.
Sporun
hayatımızdaki önemini, tonlarca ekmeğin
bilinçsizce çöpe atıldığını, ağaçların
hepimizin nefesi olduğunu ve onunla hayat bulduğumuzu, kıymetini bilmezsek hem
ağaçların hem de kendi ömrümüzün tükendiğini, insanın bir anda üçlü zarar
edebileceğini, hem bedenimiz, hem paramız hem de zamanımız diyerek dengesizliği ortaya çıkardığımız ve
her şeyin kapasitesinin olduğunu, vücudumuzdaki organlarımızın da bunun sadece
midemize yüklenmenin ne kadar insafsızca olduğunu projelendiren çocukların
çalışmalarına ilgiyle devam ediyorum. Onlara tek tek “Bravo!” diyorum.
Sıkıldınız
mı? Henüz sergi bitmedi… Tabakta üç zayıf Afrikalı çocuğun resimleri, sağ
yanında resimli bir peçete sol tarafta kaşık ve çatal… Gözlerim sorduğunda,
öğrenci: “Aslında onları hep görüyor ve duyuyoruz ama nedense yemeğe
oturduğumuzda, çoğu şeyi unutup sanki hiç görmemiş, duymamış gibi yapıyoruz.”dedi.
Kapaksız
tencerede yemek pişirmenin üç kat daha fazla enerji harcandığını, israf
ettiğimiz veya boşa harcadığımız bir damla suyun başka bir canlının hayatı için
büyük önem taşıdığını, sınırsız zannettiğimiz nimetlerin bilinçsiz
kullanılmasıyla zor duruma düşeceğimizi söyleyen öğrencilerin zihinleri, pırıl
pırıldı…
Bir
tahterevalli düşünün ve üzerinde iki oyuncak bebek, biri zayıf, diğeri şişman.
Öğrencimiz: “Her şey eşit verilmiştir ama insan eşit paylaşmasını unutmuştur.
Bu unutkanlık birini fazlalaştırırken, diğerini mahrum etmiştir.” sözünden
sonra alış-veriş çılgınlığını anlatan öğrencimiz: “Bir insan ne zaman alış-veriş çılgınlığına
düşüp bir şey satın almaya kalksa o an düşünüp, “varsayalım ki bunu satın
aldım” diyerek parasını bir cebinden diğerine koyar ve bunu insanlığa armağan
ederse kazananlardan olur” dediğinde çevreme bakıyorum, kasiyerlerin elleri hiç
durmuyordu.
Öğrenciler
öylesine hoş hazırlanmışlar ki, anlattıklarıyla beni mest ediyorlardı. Adımımı yana çevirdiğimde öğrenci, kurulmuş makine gibi anlatmaya başladı:
“Sömürü içinde, fazla tüketen kendini tüketir. Kendisiyle beraber tabi ki
çevresini de… Aslında bu kendimizi sömürmektir.” sözleri anlayana kocamandı.
İlgiyle
izlediğim serginin sonlarına yaklaştığımda bir kâğıttan yapılmış kocaman bir
gözlük ve üstünde yazılanlar ilgimi çekti, önce sol tarafta yazılanları okumaya başladım:
“Şu
modelini gördün mü?”
“
Niye alamazmışım?”
“Herkes
kendi başının çaresine baksın!!!”
“Şu
da güzelmiş.”
“Bana
mı kalmış?”
“Ne
kadar farklı kıyafetlerin var!!!”
“Dünyayı
ben mi kurtaracağım!!!”
“Bunu
da alabilir miyim?”
“Dünyada
başka insan mı kalmamış!!!”
Gözlüğün
sağ tarafındaki yazıları okuyorum;
“Kardeşim
acaba aç mı?”
“Bu
bana fazla…”
“Hesabımızı
bilmek gerek”
“Gerek
yok. Olmasa da olur.”
“Başkasını
düşünmek güzelmiş”
“Sorun
değil, yeterli…”
“Bu
günün yarını da var”
Siz
hangi bölümde yazılanları çoğunlukla kullanırsınız? Yine bir proje bir dünya resmi ve yanında
dünyanın karnesi; “Yardımseverlik: 0, Paylaşma: 0, Dengeli Beslenme: 0,
Tutumluluk: 0 ve İsraf 100!
Peki,
görünmeyen kayıplarımızı biliyor muyuz? Bir terazinin kefesinin birinde 1 kg
pirinç torbası, diğer kefesinde ise pet şişesinin üzerine yazılmış ‘2000 Litre
su’ yazıyor. Yani bir kilo pirinç üretmek için 2 bin litre suya ihtiyaç
varmış! Bundan sonra pirinç tanelerini
çöpe dökmeyi düşünür müsünüz?
Yeşil
gözleri gülen öğrencimiz; “Bizler açlık çeken insanları televizyonda film
seyreder gibi seyrediyoruz. Çocuklarımız da bizim gibi olaylara tepki
vermiyorlar. Bir gün bizde aynı duruma düşebiliriz.” dediğinde serginin de
sonlarına yaklaşıyordum.
Finali
Elif anlattı, önünde cami şadırvanı ve
üzerinde güneş enerjisi ile su tasarruf düzeneklerini gösteren projesi vardı.
“Her yerde sularımızı israf ediyoruz. Bende camilerimizde abdest alınan
yerlerde suların tasarruflu kullanılması için su tasarruf düzeneğini düşündüm.
Bunun sayesinde küçük çapta elde edeceğimiz enerji ile caminin ışıklandırılması
hatta çevresindeki sokak lambalarını bile aydınlatabiliriz. Bununla ülkemize ne
kadar tasarruf sağlanacağını siz düşünün”
dediğinde tüm öğrencileri başarılı çalışmalarından dolayı öğretmenleri
ile paylaşıyorum.
Ne
dersiniz, büyükler mi ilginizi çekti, yoksa küçüklerin konuşmaları mı?
Tüm anneleri ve şampiyon olan
Galatasaray takımını kutluyor, sporun dostluk ve kardeşlik olduğunun
unutulmaması dileğim ile şu sözümle yazımı noktalıyorum: “Daha iyi bir dünya için herkesin
yapabileceği güzellikler hala vardır.”
Sevgi ve Saygılarımla,
Ertuğrul Erdoğan
13 Mayıs 2012/Bursa