Arapça bir sıfat olan müstear, sözlük anlamıyla ödünç alınmış takma ad (1), bir müellifin herhangi bir eserinde kullandığı takma isimdir (2) .
Bu takma isimlere edebiyatımızda müstear isim, mahlas, takma ad, iğreti ad, tapşırma denir. Takma isimler sadece bizim edebiyatımıza mahsus değildir. Diğer milletlerin edebiyatlarında da görülür. Bu sembolik kelimeler için Almancada “dectname, Fransızcada pseudonyme, İngilizcede pseuddonym ifadesi kullanılmıştır (3).
Yazar ve şairler değişik sebeplerle takma isim kullanırlar. Öncelikle mahlas kullanma, aynı ismi taşıyan şairlerin şiirlerinin karışmaması için başvurdukları bir durumdur. Eskiden çok kullanılan Ahmet, Mehmet, Mustafa, Ali, Ömer, Hüseyin, Hasan gibi isimleri taşıyan şairler, adaşlarıyla karıştırılmamak için mahlas kullanma gereği duymuştur.
İkinci olarak şair, yazdığı şiirde hakim düşünceyi, ahengi, anlam zenginliğini, akıcılığı, sanatsal zenginliği sağlayan kişinin kendisi olduğunun bilinmesini istemiş; yine adaşlarıyla karıştırılmamak için kendine güzel bir mahlas bulmuş ve bunu kullanarak tanınmış, bilinmiştir (4)
Bir başka görüşe göre şairler, Allah veya hükümdar karşısında kul veya teba durumunda bulundukları için eserlerinde gerçek isimlerini kullanmanın saygısızlık olacağı düşüncesini taşımışlar, bu amaçla mahlas kullanmışlardır (5).
Devlet memuru olan yazar ve şairlerin yazdıklarından dolayı kendilerini gizlemek için takma ada başvurduğu olmuştur. İktidarla ters düşen ve kimi zaman yazma yasağı getirilen yazar ve şairler de hem geçimlerini temin, hem de düşüncelerini ifade etme adına mahlas kullanmış, farklı isimlerle yazmaya devam etmişlerdir.
Yazar ve şairi takma ad kullanmaya sevk eden sebepleri şöyle sıralayabiliriz:
Şairlerin kendilerine uygun bir mahlas seçmesi, hem Türk halk şiiri, hem de Divan şiiri geleneğinde şairliğin ilk şartlarından birisi olarak kabul edilmiştir. Edebiyatımızda İran edebiyatı tesiriyle ilk Şeyhi (1375- 1431) ile başlayan bu mahlas alma geleneğine şairler daha sonraki dönemlerde de devam etmiş, şairlerimiz ruh hallerini yansıtan isimleri mahlas olarak almaya gayret etmiştir (7).
Takma adlar zamanla öyle yaygınlaşmıştır ki yazarların, şairlerin gerçek adları zamanla unutulmuş, mahlasları ön plana çıkmıştır. Bu durum her dönemde görülmüştür (8). Asıl adı Ömer Hulusi olan Muallim Naci; gerçek adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal; yine Ahmet Agah Beyatlı, Yahya Kemal; Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı, Halikarnas Balıkçısı; Mehmet Nusret Nesin, Aziz Nesin bunlardan akla ilk gelenler.
Mahlasların ortaya çıkması ve kullanılmasında değişik etkenler vardır. Divan ve halk edebiyatımızda genellikle saygı duyulan, üstat kabul edilen bir kişinin uygun görmesiyle mahlas alınmaktaydı. Tanzimat sonrası usta çırak ilişkisi zayıfladığı için yazar ve şairler takma adlarını kendileri oluşturmuşlardır.
Divan edebiyatında şiir yazmaya yeni başlayan bir şaire üstat bir şair tarafından mahlas verildiğinde yazılan manzumeye “mahlasname” adı verilirdi. Bu manzumede yeni şaire verilen mahlas ve niçin bu adın verildiği hakkında açıklamalar bulunur, genç şairi över tarzda beyitlere yer verilirdi (9).
Şair Nef’i’ye mahlasını veren Gelibolulu Mustafa Âlî’nin mahlasnamesi ünlüdür. Şeyh Galib’e ilk mahlası olan“Esad” ismini veren şair Neş’et’tir ve Şeyh Galib’in şaire teşekkür için yazdığı 37 beyitlik kaside meşhurdur.
“Neş’et dedi piran Zebanından edüp gûş
Mahlas ana Esad ne saadet bu ne şandır”
Edebiyatımızda şairlere takma ad verilirken veya şair kendisine mahlas bulurken şairin ruh yapısı, mesleği, soyu, mezhebi gibi ölçütler göz önünde bulundurulurdu. Bunun yanında şaire verilen mahlas, şiiriyeti olması için iki ya da üç heceli seçilirdi. Üç heceli isimlerde aruza uydurmada kolaylık olması için hecenin birinin kısa olması tercih edilirdi.
Divan şiirinde şairin mahlasının geçtiği beyite “mahlas beyti” ya da “mahlashane” denir. Şair genellikle şiirin son beytinde mahlasını kullanır. Şair kimi zaman mahlasını kullanırken yalnız sözünü değil, mahlasının anlamını da kastedebilir. Buna mahlası tevriyeli kullanma denir ve “hüsn-i tahallus” adıyla anılır (10). Divan edebiyatımızın büyük şairlerinden Bakî mahlasını bu şekilde bazı beyitlerinde kullanmıştır:
Mihnet-i Huda’ya devlet-i dünya fena bulur
Bakî kalır sahife-i alemde adımız
Veya
Avazeyi bu aleme Davud gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş
Şairler mahlaslarını seçerken mesleklerini, babalarının mesleğini, ses güzelliğini; hattatlık, ressamlık gibi özelliklerini; güzellik, vücut özellik ve arızalarını, psikolojik hal ve vasıfları, dini-tasavvufi faaliyet ve bağlılıklarını; başlarından geçen herhangi bir olayla ilgili hal ve durumları dikkate almışlardır (11).
Mahlasların alınış sebeplerini şu başlıklar altında tasnif etmek mümkündür:
Şairler zaman zaman mahlaslarını değiştirmişlerdir. Bunun birçok sebebi vardır. Şair, gençlik yıllarında aldığı takma ismi yaş ilerleyince beğenmeyip değiştirme gereği duyabilir. Şair bir müddet sonra tasavvufa intisap edince yeni hayat anlayışı gereği mahlasını değiştirebilir. Aynı mahlası kullanan birden fazla kişinin olması da şairi farklılığını gösterebilmek için başka bir mahlas aramaya yöneltebilir.
Gerçek adı Mehmet Dede olan Şeyh Galip, Hoca Neş’et’in verdiği “Esad” mahlasını bir zaman sonra değiştirmiş “Galip” mahlasını kullanmaya başlamıştır. Devrin hiciv şairi Sürurî, onun mahlas değiştirmesini aşağıdaki şiirle hicvetmiştir:
“Bilmem ey menhus adını Esad mıdır Galip miydi
Zatını tarif kıl kimsin kime mensupsun
Gerçi dersin şairane ben tagallüp eyledim
Piş-ii erbab-ı sühandan Galib’a mağlubsun”
(Ey uğursuz, adın Esat mıdır Galip midir? Kendini tarif et, kime mensupsun, kendini tanıt. Gerçi şairlere üstünlük sağladım dersin; ama galiba söz ustalarının önünde mağlupsun.)
Muallim Naci bu konuyu şöyle ifade eder: “Vaktiyle Hüznî ismini kullanan Sürurî’nin kendi durumunu unutarak Galip’e böyle bir tebdil-i mahlas vesilesiyle çıkışması bazılarına eğlence olmuş ise de urefaya çirkin görünmüştür.”
Sürurî’nin bu dörtlüğünden birkaç gün sonra kim tarafından yazıldığı bilinmeyen şu dörtlük ona cevap olarak gelmiştir.
“Mağrurluğun olmada günden güne efzun
Şayetse idi mahlasın olsaydı Gururî
Galip görünen Esad’a menhus diyorsun
Hüznî’yi unuttun mu ne yaptın Sürurî”
(Mağrurluğun günbegün artmada, mahlasın Gururî olsaydı iyi olurdu. Galip görünen Esad’a uğursuz diyorsun. Sürurî, Hüznî’yi unuttun mu ne yaptın) (14)
Kimi şairler şiirlerinde mahlas kullanmamışlar. Divan edebiyatının cengaver şairi Kadı Burhaneddin, 1500’e yaklaşan gazellerinde mahlas kullanmamıştır. Nedim, aşağıda bir beytini verdiğimiz gazelinde mahlas kullanmayarak üslubunun özelliğiyle gazelin kendisine ait olduğunun anlaşılabileceğini ince bir nükteyle belirtmiştir: (15)
“Malumdur benim sühanım mahlas istemez
Fark eyler anı şehrimizin nükte-danları”
Edebiyatımızda müstear isim, mahlas, takma ad, tapşırma gibi isimlerle anılan bu kullanım bugün de yaygın olarak devam etmektedir. Günümüz gazete ve dergilerinde yazan birçok yazarın takma isimler kullandığına şahidiz. Bunun yanında özellikle internet ortamındaki edebiyat sitelerinde yazanların mahlas kullandıklarını görüyoruz. Yalnız, müstear isimle yazan yazarın veya şairin şiirinin, yazısının altında gerçek isminin de bulunmasına bir anlam veremediğimizi ifade etmek isteriz.
Edebiyatımızda mahlas kullanan bazı yazarları örnek vererek konuyu noktalıyoruz:
Halide Edip Adıvar: Halide Salih, Salih Zeki
Ahmet Turan Alkan: Recai Güllaptan, Zakir Karagül
Melih Cevdet Anday: Niyaz Niyazoğlu, Yaşar Tellidere, Gani Girgin, A. Mecdi Velet
Oğuz Aral: Öfkeli Ömer
Nurullah Ataç: Ahfeşin Keçisi, Sabiha Yağızlar, Ali Gümrükçü
Gürbüz Azak: Oğuz Akalan, Ali Sağıroğlu, Nedim Gürbüz
Yavuz Bülent Bakiler: Cezmi Bülent, Bülent Cezmi
İlhan Bardakçı: İlhan Murat, Murat Bardakçı
Mahmut Celal Bayar: Turgut Alp, Galip Hoca
Tahir Fakir Baykurt: Yaşar Yalçın, Osman Akpürçek, Mehmet Gazi
Ahmet Agah Beyatlı: Üsküplü Agah, Yahya Kemal, Yahya Kemal Beyatlı, Süleyman Sadi
Niyazi Birinci: Yavuz Bahadıroğlu, Veysel Akpınar, Nurcan Sevinç, Selçuk Kuleli
Süleyman Tarık Buğra: Mehmet Nazım, Jale Baysal
Dilaver Cebeci: Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi
Faruk Nafiz Çamlıbel: Çamdeviren, Deli Ozan, Akıllı Ozan, İğne İle Kuyu Kazan…
Hasan Basri Çantay: Nasuhi Dede, Muvahhit Mümin, Siretî, Pir, İrfani, Serseri, Kalender…
Hüseyin Vehbi Şaik Gökyay: Orhan Şaik Gökyay, Cevriye Nalan, Gönül Kızı, Nurbanu…
Reşat Nuri Güntekin: Ateş Böceği, Ağustos Böceği, Hayrettin Rüştü, Cemil Ferit…
Mehmet Doğan Hızlan: Osman Giritli
Bahattin Karakoç: Ekinözlü Aşık Rahmani, Gezgin Ozan, Özer Semercioğlu, Sait Yaylalı…
Mehmet Sezai Karakoç: Mehmet Yasin, Mehmet Leventoğlu, Zülküf Canyüce
Refik Halit Karay: Kirpi, Aydede, Mübeccel Halit, Dürenda…
Necip Fazıl Kısakürek: Adıdeğmez, M. Sarıçizmeli, Dedektif Bir, Pervasız, Neslihan Kısakürek…
Mustafa Kutlu: Hacı Yakupoğlu, Kudret Sinan…
Mahmut Cahit Külebi: Cahit Nazmi, Cahit Erencan, Nazmi Cahit Muhittin…
Mehmet Nusret Nesin: Aziz Nesin, Fevzi Şerbetçi, Battal Bataner, Süleyman Gider, Vedia Nesin…
İskender Pala: İlhami Yalınkılıç, Zülkarneyn Kılıç, Pertev Pala
Nazım Hikmet Ran: Mümtaz Osman, İbrahim Sabri, Atsız Yazıcı, Nurettin Cemal, Selim İleri
Peyami Safa: Server Bedi, Safiye Peyman, Bedia Servet, Cingöz Recai
Cemalettin Seber: Cemal Süreya, Osman Mazlum, Suna Gün
Mustafa Necati Sepetçioğlu: Ahmet Cemil, Ergün Kaftancı, Ergene Pars
Nurettin Topçu: Osman Asyalı, Nizam Ahmet (16)
Kaynakça:
1. Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s. 890, Aydın Kitabevi, Ankara, 1988
2. Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, s. 373, Akçağ Yayınları, Ankara, 1989
3. Yıldırım, Tahsin, Edebiyatımızda Müstear İsimler, s. 11, Selis Kitaplar, İst. 2006
4. Kaya, Dr. Doğan, Aşık Edebiyatında Mahlas Alma Geleneği, Aşık Edebiyatına Giriş, s. 39, Bişkek
5. Kurtoğlu, Dr. Orhan, Divan Şiirinde Mahlas Değiştirme ve Birden Fazla Mahlas Kullanan Şairler, Bilig-Yaz, s. 71, Sayı 38
6. Yıldırım, a.g.e. s. 22
7. Kurtoğlu, a.g.e
8. Yıldırım, a.g.e, s.12
9. Pala, a.g.e, s. 320
10. Dilçin, Cem, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, s. 108. Ankara, 1983
11. Kurtoğlu, a.g.e.
12. Yıldırım, a.g.e
13. Akün, Ömer Faruk, Divan Edebiyatı, İslam Ansiklopedisi, c. IX, s. 395-396, TDV Yay. İst. 1994
14. Yıldırım, age. s. 14
15. Dilçin, a.g.e. s. 107
16. Yıldırım, a.g.e