Sabahın serinliğinden geçen temmuz güneşi tepeye doğru tırmanmaya başlayınca, gölge dışında kalan vücudu  ısınmaya başlamıştı. Ayaklardan yukarıya doğru yayılmaya başlayan ısı keskin bir susama biçiminde kendini gösterdi. Ter içinde kalan vücudu daha fazla dayanamadı. Çardağın yanı başındaki karyolasından fırlayıverdi. Her gün bu saatlerde su yolunun ayarlanması için uzun boruların omuzda tek tek taşınıp yerlerinin değiştirilmesi gerekiyordu. Bel hizasını almış pamuk fidanlarının arasından hızlı adımlarla koşturmaya başladı. İşini sağlam yapmalıydı. Patronu son gelişinde kaşlarını çatıp fazla konuşmamıştı kendisiyle. Acaba neyi beğenmemişti?


 
Ya su arklardan patlayıp tarlanın bitişiğindeki toprak yolu çamur deryasına dönüştürmüşse? Ya su akması gereken yerde değil de zaten sulanmış yerlere doğru akmışsa?  İşine son verilse  bütün aile perişan olabilirdi. Hızlı adımlarla işine koyulurken zihninden patronu, ihtiyar anne babası ağır çekim geçti. Yeşil bir evreni andıran pamuk tarlasından yayılan koku sıcakla buluşmuş; nemli, cıvık hava nefesleri zorlar bir hal almıştı. Ciddi bir yüz ifadesiyle boruların yerlerini düzenledi. Patlayan arkları kapattı.

Yıllardır hikayesini pamuk tarlasında kurmaya çalışıyordu. Saçlar  şakaklardan başlayıp yukarılara doğru ağarmaya başlamıştı. Mezopotamya’nın keskin güneşinde yüzü, derisi kırışmış ve kalınlaşmıştı. Yaşından epey büyük gösteriyordu.

Suriye sınırı bitişiği en yakın yerleşim yerine  bir saat uzaklıkta bir yerdi burası. Karşı tepeye kurulmuş sınır karakolundan başka bir şey gözükmüyordu. Issız gecelerde nöbetçi kulübesinden etrafa yayılan ışık haleleri hayata dair tek emareydi.  Bir asrı zorlayan mayınlar sınır boyunca döşeliydi. Çürümeye başlayan mayınlar bazen yüksek bir gürültüyle patlıyordu. Bu ıssız yerdeki patlama sesleri ismetin gözlerinin korku ve merakla iri iri açılmasına sebep oluyordu. Sınırın hemen ötesindeki Suriye köyü ise başka bir dünyayı andırıyordu. Fakat köyün şekli, kerpiç evleriyle buralardan farklı oldukları söylenemezdi. Bir zamanlar aynı kaderi yaşayan coğrafya tel örgü ve mayınlar boyunca ayrılmıştı. Ara ara gözlerini o köyün semalarına dikiyor kerpiç evlerine anlamlar yüklüyordu.

 

Patronu dışında geleni gideni pek olmuyordu. On beş yıldır pamuk sulamacısı olarak çalışan ismet bu duruma alışmış gibiydi. Her yıl bu mevsimde ihtiyar ana ve babasını köyde bırakır, tarlanın başına  çardağını kurar, mahsulü kaldırıncaya dek burada kalırdı. Kapısız çardağında tek kişilik karyolası ile birkaç kapkacaktan başka bir şeyi yoktu. Çardağın direğine asılı radyo tek frekanstan yayın yapıyor, şarkılar da birbirinin tekrarı oluyordu.  

 

Güneş tepede ateşin sıcağını her tarafa yayarken, yerle birleşen ufkun dört bir yanı hareler şeklinde titriyordu. Pamuk  fidanlarının başları  esen hafif yelde sallanıyor, tabiat korosu çardağın direğindeki  radyodan yayılan:

 

 Dost beni bıraktı ah ile zarda,
Ölmek istiyorum viran bağlarda”   
nağmelerine eşlik ediyordu.

 

Yeşil evrenin içinde gezinirken bir aralık tarlanın bitişiğindeki toprak yoldan beyaz bir arabanın toz bulutunu kabarta kabarta çardağa doğru geldiğini fark etti. Kaşları merak makamında kalktı. Gelen patronu olamazdı. Daha dün göbeğini şişire şişire etrafı kolaçan etmiş, beylik cümlelerle buradan  ayrılmıştı. İçini kemirmeye başlayan kurt ile adımları hızlanmaya başladı. Bir hışımla çardağın yanına vardı.


Arabadan, göbeği iyice oturmuş, sadece şakak çevresinde saçları kalmış biri indi. Ten rengi, duruşu, buralı olmadığını söylüyordu. Güneş  gözlüğünü çıkarmasıyla gözler birbirine temas etti. İsmetin merak dolu bakışları yerini heyecanla parıldayan gözlere bırakmıştı.


-Vay, vay.. İnanamıyorum.  Emin öğretmenim sen ha!

Alnında biriken boncuk boncuk ter damlalarıyla öğretmenin eline sarıldı. Yılların yorgunluğu öğretmenin yüzündeki çizgilere yansımıştı. Emin öğretmenin tombul yüzüne yayılan tebessümle çardağa doğru yürüdüler. Suyla birleşen pamuk tarlasından yayılan ıslak toprak kokusu burunlara  kokteyl tadında geliyordu. İsmet  merak, mahcubiyet dolu bir yüz ifadesiyle misafirini ağırlama derdine düşmüştü.

 

Emin öğretmen soluklandıktan sonra buraya gelme sebebini anlatmaya başladı.

Doksanlı yılların başıydı. Fakulteden mezun olan Emin öğretmenin tayini Mardin’in bir köyüne çıkmıştı. Hayalini kurduğu öğretmenliğe bu köyde başlayacaktı. Emin öğretmen köye  gidiş- geliş yapıyordu. Her sabah başka bir heyecanla okul yolunu tutuyor, gözlerindeki parıltı özverisi minik yüreklerde yankı bulmuş kısa zamanda kaynaşmışlardı


 
İşler yolunda gittiği bir zamanda karanlık gecede kapısını karanlık kişiler çalmıştı. “Buradan git hoca…” deyip karanlığa karışmışlardı. Emin öğretmen için korku dolu gecelerin başlamasına bu sözler sebep olmuştu.


İşte ne olduysa  o gecenin sabahında okula gitmesiyle olmuştu. Yüzündeki tebessümün yerini kaygı almıştı. Siyah önlüklü minik yürekler emin öğretmenin gözlerine bakıyor, hiçbir anlam veremiyorlardı..


O gün ismet derste bir yaramazlık yapmış, morali bozuk  Emin öğretmen ona bir tokat atmıştı.

Tepeyi aşan güneşin keskin ışınları, yerinde çakılı kalmış İsmetin sırtını yakmaya başlamıştı. Kendinden geçmiş bir vaziyette Emin öğretmeni dinliyordu. Şaşkın bakışlarını öğretmenin üzerinde gezdiriyor, dolmaya başlayan gözleri sesinin titrek çıkmasına sebep oluyordu:

- Şimdi o tokat için ta buralara kadar geldiniz öyle mi?…

Emin öğretmen güneş gözlüğünün altından akan yaşlarını elleriyle sildi. Pamuk
fideleri küçülüp güneş gözlüğün iki camına  sığmıştı sanki.


-Öyle deme ismet! Yirmi yıldır  o takat vicdanımı döver durur. Köye misafir olmaya gelirken özellikle seni de görmek istedim.

 

İsmetin gözlerinden  domur domur yaşlar akıyordu. Emin öğretmenini kucakladı.  Hafif rüzgarda fidanların başları oynaştı. Direkteki radyodan çıkan ses rüzgar yönünde kulağa daha net geliyordu:

  

“Sermayem derdimdir hey hey servetim ahım
Karardıkça bahtım
karalansa da...”

( O Gün başlıklı yazı seyda ay tarafından 8.09.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu