Gözünden akan yaşlar yanağından süzülüp, masa örtüsünü iki nokta şeklinde ıslattı. Masadaki bardağı elleri titreye titreye aldı, dudaklarına götürdü. Bir dikişte içindeki viskiyi bitirdi. Başı ağrıdan zonkluyordu, yine çok içmişti. Oturduğu sandalyeden güçlükle kalktı, ayakta duramıyordu. Sendeleyerek yürüdü, konsolun önünde eğildi, alt çekmeceden albüm çıkardı, yine sendeleyerek kalktığı sandalyesine yığılır gibi oturdu. Boşalan bardağına viski doldurdu, bir de sigara yakıp dumanını dışarıya büyük bir “offf” çekerek savurdu.

 

                               Albümün kapağını açtı. Aslında ezberlemişti bütün resimleri. Hangi resimde, hangi mimiklerle, yanında kimler var hepsini biliyordu. Yine de her gece albüme bakmadan duramıyordu. Her resim, maziye tekrar dönmek, o günleri hayalde olsa tekrar yaşamak demekti. Albümün ilk sayfasını annesiyle ikisinin, siyah beyaz çekilmiş bebeklik resmi süslüyordu. Ne kadar mutluymuş annesinin kucağında. Sanki hiçbir zaman bırakmayacakmış gibi, nasıl da sıkı sıkı sarılmış. Ağlamaktan şişmiş gözleri, bir kez daha yaşla doldu.

 

                Ya babasının bisiklete binmeyi öğretirken, çekilmiş resmine ne demeli. “Düşüp bir yerini incitmesin kızım” diye ne kadar özen gösteriyordu. Şimdi ki düştüğü duruma bakarak, bisikletten düşmek de neydi!!! Viski dolu bardağı dudaklarından çektiğinde, yine bardak yarılandı. Albüm sonlara doğru geldiğinde, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. Bütün kasabada onlara “çarlinin melekleri” derlerdi. Meliha, Serpil, Aysel…

 

Bardakta kalan viskiyi de bir dikişte bitirdikten sonra, yorgun gözlerini yumdu. Bilmem kaçıncı kez geçmişine geri dönüyor, her seferinde o günleri sanki tekrar yaşıyordu…

 

Gözlerini dünyaya küçük bir kasabada açmıştı. Babası belediyede temizlik işlerinde çalışan bir işçi, annesi ise ev hanımıydı. Evleri kasabanın kenarında, iki göz odası olan bir gecekonduydu. Güzel bir çocukluk geçirmişti.  İlkokula başlarken, bir de erkek kardeşi olmuştu. İlkokul bitirip, ortaokula giderken, Meliha’da genç kızlığa dair ufak tefek değişimler oluyordu. Önce vücudunda, sonra yüreğinde… Kumral upuzun saçları, su yeşili hafif çekik gözleri, okka gibi burnu, beyaz teni, narin, ince yapılı vücudu ve yaşıtlarına göre uzun boyu ile çok güzel olmuştu.

 

İlk aşk gelip çarpmıştı Meliha’yı. Daha önce bilmediği bir duyguydu bu. O’nu görünce kalbi hızlı çarpıyor, eli ayağına dolanıyordu. Okulun en yakışıklı çocuğuydu o. Babası kasabada yeni açılan bankanın müdürüydü. Hem yakışıklı olması, hem de babasının mevkisi okulun en popüler çocuğu olması için yeterliydi. Okulun hemen hemen bütün kızları âşıktı. Onunla arkadaş olmak için herkes sıraya giriyordu adeta. Gözüne hoş görünmek isteyen kızlar, giyim yarışındaydı. Hepsi giyinip, süslenip kendilerini beğendirmeye çalışıyorlardı.

 

Oysa Meliha’nın ailesinin gelir durumu belliydi. Zaten babasının yaptığı iş, onu yeterince utandırıyordu. Çoğu zaman, durumu iyi olan kişilerin verdiği eskileri giymek zorunda kalıyordu. Ayakkabılarının kenarı açılınca eskisi atılıp, yenisi alınmıyordu. Babası ayakkabı tamircisine götürüp diktiriyor, kenarına yama yaptırıyordu. Banka müdürünün oğlu nerede, çöpçünün kızı nerede… Bakar mıydı hiç, sever miydi onu? Meliha yine de tüm hayallerini onunla kuruyor, düşlerinde yaşatıyordu. Aşkını kimselere söylemedi, söyleyemedi. Serpil’e ve Aysel’e bile…  Her geçen gün sevgisi gittikçe artıyor, bu da Meliha’ya büyük acı veriyordu. Ve sonunda kararını verdi. Bir kâğıda aşkını yazacak ve gizlice onun çantasına koyacaktı. Yaptı da…

 

Mektubuna nasıl bir cevap gelecekti? Bu heyecanla uyuyabilir miydi? O gece gözüne uyku girmedi. Sabah bir olsa… Uzun bir müddet sağa sola döndü durdu. Ancak sabaha karşı uykuya dalabildi. Sabahleyin annesinin sesinden önce fırladı yatağından. Elini yüzünü yıkadı. Her günkünden daha bir itina gösterdi saçlarına. Taradı ve uzun saçlarını iki yana itina ile ördü. Heyecandan annesinin ısrarlarına rağmen bir lokma yemeden çantasını alıp, annesini bir öpücük kondurdu ve yola koyuldu. Yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Nihayet okulun kapısından girdi ve merdivenleri koşar adım çıkıp, koridorun sonundaki sınıfına heyecanla girdi. İçerideki arkadaşlarına “Günaydın” derken, gözleri hemen o’nu aradı. Yoktu, belli ki henüz gelmemişti. Tam sırasına otururken o, kapıdan göründü. Yüzüne baktı hafif gülümsedi. Ama onun yüzünde gülümsemeden eser yoktu. Bir hışım Meliha’nın yanına geldi, elindeki kâğıt parçasını yüzüne fırlatırken;

 

“Sen kim, ben kim? Haddini bil, sen kendini ne sanıyorsun da bana bu mektubu verebiliyorsun?”

 

Diye bağırıyordu. Bütün sınıf pür dikkat onları dinliyordu. Meliha ne yapacağını bilemedi, utancından kıpkırmızı kızardı. Eli ayağı titriyordu, bayıldı bayılacak. Ağlasa açılacaktı ama ağlayamadı. Çantasını kaptığı gibi koşarak sınıftan çıkarken, o;

 

“Utanmadan bana âşık olmuş, mektup yazmış bana…” Diye arkadaşlarına anlatmaya devam ediyordu.

 

Yol boyunca koştu koştu… Artık ağlıyordu da. Eve geldiğinde nefes nefese kalmıştı. Annesinin meraklı sorularına yanıt vermeden odasına gitti ve akşama kadar hiç çıkmadı. Ağlamaktan yüzü gözü şişmiş, morarmıştı. O gün kendi kendine “çok zengin” olacağına dair yemin etmişti. Çok zengin olacak ve bugün aşağılanmanın hesabını soracaktı ondan. Ertesi gün ve daha sonraki günler ne annesi, ne de babası okula gönderememişti. Uzun bir müddet hiç dışarıya çıkmamış, Serpil ve Aysel’in dışında hiçbir arkadaşını görmek istememişti. Artık ondan nefret ediyor, sadece çok zengin olunca ona yapacaklarını hayal ediyordu…

 

Aradan bir yıl geçti. Bir gün, bir gazetenin orta sayfasında ilan gördü. “Dergilere kapak olacak, yüzü ve fiziği güzel fotomodeller aranıyor.” Bir kez daha dikkatle okudu, kalktı aynadan kendini seyretti. Evet, aranan özelliklere sahipti. Yüzü güzel, uzun boyu ile fiziği hoştu. Ve o gün kararını verdi. Ne olursa olsun, bu adrese gitmeliydi. Hem ünlü bir fotomodel, hem de zengin olacaktı. Bu düşüncesini can arkadaşları, Serpil ve Aysel’le paylaştı. Arkadaşları Meliha’yı fikrinden caydırmak için çok uğraştılar, ama başarılı olamadılar. Hatta kimseye söylememek için Meliha’ya söz bile verdiler. Bir gece annesi, babası, kardeşi uyurken, babasının cebinden aldığı paralarla gizlice evden kaçtı…

 

Nihayet İstanbul’da verilen adresteydi. Ürkek halleriyle Anadolu’nun küçük bir kasabasından geldiği belliydi. Adamlar Meliha’nın İstanbul’da kimsesi olmadığını, evden de kaçtığını öğrenmişlerdi. Tam istedikleri gibi hem güzel, hem kimsesiz… O’nu zengin ve şöhretli bir model yapacaklarına söz verdiler. Bir saat olmadan, karşılıklı sözleşmeyi imzalamışlardı bile.

 

Meliha ismi, bir modelin tarzı olmadığı için, ismini de değiştirip Meyra yaptılar. Güvenilir bir ablalarının yanında kalabileceğini belirtirlerken adamlar bıyık altından pis pis gülüyorlardı…

 

İşte bizim Meyra’nın şöhreti böyle başlamıştı. O genelevin en gözde kızıydı. Nereye düştüğünü anladığında, iş işten çoktan geçmişti. Sözleşme diye imzalattırdıkları, yüklü miktarda borç tutanağıydı. Meyra kaçmak istedikçe dayak yemiş, ağzı burnu kaç kere dağıtılmıştı. Hatta bir keresinde patronu tarafından topuğundan vurulmuştu.

 

“Buradan ancak ölün çıkar…” Demişlerdi. Meyra kendini içkiye vermişti. Sanki içtikçe her şeyi unutacakmış gibi oluyordu ama aksine daha çok dertleniyor, dertlendikçe de daha çok içiyordu…

 -----------------------------------------------------------------------------------------

                Meliha, içeriden gelen ağlama sesiyle kendine geldi. Elindeki süt dolu biberonu çalkalarken, bir kez daha masanın üzerindeki gazeteye baktı. “BANKACI, ZİMMETİNE PARA GEÇİRMEKTEN TUTUKLANDI.” Haber başlığının yanındaki resim, ortaokul aşkıydı. Genç yaşında tam evden kaçmayı aklına koymuşken, Aysel ve Serpil sayesinde son anda vazgeçmiş, ertesi yıl tekrar okuluna geri dönmüştü. Lise ve Üniversiteyi bitirip, öğretmen olmuş, kendisi gibi öğretmen bir delikanlıyla evlenmişti. Şimdi nur topu gibi bir de kızı olmuştu…

 

                Biberondaki sütü kızına içirirken, kocası uyanmış, sevgiyle Meliha’ya bakıyordu…

“İyi ki arkadaşlarımı dinlemişim, iyi ki evden kaçmamışım. Kaçsaydım kim bilir ne hallere düşecektim, düşüncesi bile korkunç! Can arkadaşlarım Aysel, Serpil sizi çok seviyorum” diye geçirdi içinden. Eğildi, uykuya dalan kızını öptü. Biberonu komidinin üstüne koydu. Eşinin yanına yatıp, sevgiyle sarıldı…

               

 

SEVGİ SALMAN...

( Hayatın İçinden Bir Kadın... başlıklı yazı Sevgi Salman tarafından 3.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu