Bir zamanlar küçük mü küçük, şirin mi şirin bir köy vardı.Bu köydeki köylüler evlerinin duvarlarını çamurdan, damlarını da direklerle bağlarlardı.Yamaçta bulunan köy seyredildiğinde her tarafı tamamen görülebilirdi.Köyün çevresini upuzun kavaklar sarmıştı. Tıpkı bir orman görünümündeydi.Fakat köyün dışı pek ağaçlık değildi.Her mevsimin ayrı bir güzelliği vardı.Kış gelince beyaz karlar etrafı sarmıştı.Bahar gelince karlar erir her tarafta yeni bir canlanma ve coşku oluşurdu.Çiçekler açar, arılar vızıldar, kelebekler kanat çırpar, kuşlar öter, kuzular meleşirdi.

 

     İşte bu köyde bir çoban yaşardı.Çoban köyün sürüsünü otlatırdı.Sabah serinliğinde koyunları ve keçileri toplar, meralara götürür, taze ve yeşil çimenle hayvanların karınlarını doyurur, yamaçtan aşağıya doğru akan buz gibi sudan içirirdi.Akşama doğru iyice karınlarını doyuran Allah’ın uysal yaratıkları, memeleri süt dolu bir şekilde sahibine ikram edercesine oynaya zıplaya köyün yolunu tutarlardı.

 

     Herkes çobanı çok seviyordu.Çoban öylesine anlayışlı, nazik ve yardımsever birisiydi ki onu tanıyanlar ona hayran oluyordu.Çoban yaptığı iyi davranışlardan çok mutlu oluyordu. Çünkü Allah’ın iyilik yapanları çok sevdiğini biliyordu.Gün boyu hayvanlarla anlaşabilen çoban için hayvanlardan daha akıllı olan insanlarla hoş geçinmesi zor değildi.

 

     Köyün çocukları da onu çok seviyordu.Bazen çocuklardan biri yada ikisi onunla beraber meralara sürüyü otlatmaya çıkarlardı.Hep beraber dereden akan sudan abdest alır, bir ağacın altında öğle namazını kılarlardı.Sonra da çıkınına koydukları yiyecekleri çıkarıp hep birlikte afiyetle yemeklerini yerlerdi.Bazen günün yorgunluğunu üzerinden atmak için  kısa süreli öğle uykusuna yatarlardı.Bazen koyunların arkasına saklanıp saklambaç oyunu oynarlardı. Bazen de çevrelerini dolaşır, etrafa zararlı olan her şeyin zararını önlemeye çalışırlardı.

 

     İkindi namazından sonra ise yavaş yavaş güzel nağmelerle köyün yolunu tutarlardı.Yoldan geçenlerle selamlaşır.Bazen çoban biraz durup hal hatır sorar, gönül alırdı.Köye girişte ise herkes çobanın geldiğini koyunların meleyişiyle fark ederdi.Koyunlar evlerinin yolunu kendilerine tarif edilircesine bilirlerdi.

 

     Çoban, akşam vakti köyün mescidinde namaz kıldıktan sonra evine gider, akşam yemeğini yer; ailesi ile ilgilenirdi.Yatsıdan sonra kandilin fitili kısılır, güzel hülyalarla uykuya dalardı.

 

     Bir gün çoban sabah namazından sonra köyün sürüsünü topladı.Tam köyden ayrılırken bir ses duydu.Arkasına baktı.Kendisine doğru koşup gelen köy çocuklarından biriydi.Çocuk nefes nefese çobanın yanına geldi.İçini çekerek:

 

-“Ben de seninle gelmek istiyorum.” dedi.

Çoban biraz düşündü.Daha önce bu çocuk kendisiyle birlikte gelmemişti.Diğer çocuklar kendisini ona anlatmış olmalıydı.Başını kaldırıp çocuğa seslendi.

-Anandan izin aldın mı?

-Hayır.

-Haydi git izin al da gel.

Çocuk derhal koşup anasından izin aldı.Köyün çıkışında çobana yetişti.

-İşte geldim.

İki yoldaş beraber yola koyuldular.Çoban konuşuyor; küçük çocuk çok dikkatli bir şekilde onu dinliyordu.Çocuk kısa sürede çobana ısınmış arkadaş olmuşlardı.Çoban koyunları otlatıyor; çocuk onun yaptıklarını merakla gözlüyordu.Az zamanda çok şey öğrenmişti.Öğle vakti ikisi de abdest alıp namaz kıldılar.Yemekten sonra çoban yorulmuştu.Çocuğa baktı.Onu süzdükten sonra

-Uykun var mı? Dedi.

-Yok.

-Doğru söyle.

-Vallahi yok.Sen uyu ben koyunlara bakarım.

Çoban çocuğa bazı şeyleri tembihledikten sonra

-“Tamam şöyle bir uzanayım.” Dedi.

Az sonra çoban abasına bürünüp uykuya dalmıştı.Çocuk koyunları bir göz gezdirdi.Hiçbir olumsuz durum yoktu.Artık öğle yemeği ve günün yorgunluğu çocuğu uykuya mağlup etmişti.Biraz kestirecekti.Derken uyuklamaya başladı.Biraz sonra koyunlar kendi başlarına yayılmaya başladılar.Bu arada koyunlardan biri su içmek için dereye doğru yol aldı.Dereye tam yaklaşırken ayağı kaydı ve suya yuvarlandı.Çırpınmaya başladı.Çıkamıyordu.Bu arada çocuk uykusundayken sanki ona gizli bir ses “uyan! Uyan!” diye seslenmişti.Çocuk hemen uyandı.Kendisini toparladı.Koyunlara baktı.Koyunlardan birinin olmadığını fark etti.Etrafına bakındı.O esnada dereden bir meleyiş duydu.Oraya doğru koştu.Bir de baktı ki koyunu su alıp götürüyor.Çocuk hemen çobana bağırarak seslendi.Bu arada çoban uyandı.Çocuğa doğru koştu.Ona yaklaşarak seslendi.

-Ne var? Ne oldu?

Çocuk koyuna işaret ederek

-Koyun! Koyun!

Çoban koyunu fark etti.Dere boyunca ona doğru koştu.Suya atladı.Birkaç kulaç attıktan sonra koyunu yakaladı.Onu dereden çıkarmaya çalıştı.Çocukla birlikte nihayet çıkarttılar.Hayvan soluyordu.Can vermek üzereydi.Az sonra son nefesini vermişti.

 

     Çocuk solgun ve üzgündü.Sanki ecel terleri döküyordu.Koyunun ölümü kirpikleri ıslatmış göz yaşlarına boğmuştu.Çocuk çobana sımsıkı sarılmış ona yalvarıyordu.

-Ne olur ölmesin! Ne olur…!

 

     Çoban çocuğun başını okşadı.Ona teselli verdi.Ölümün bir son olmadığı ve ölen iyi kişilerin Allah’ın izni ile Cennet’e gideceğini anlattı.Çocuk bir yandan üzülürken diğer yandan çobanın anlattıklarından memnun olmuş teselli bulmuştu.

 

     İki arkadaş akşama doğru eve yol alırken çocuk:

“Bu batan güneş yarın nasıl yine doğarsa; biz de ölürsek diriliriz elbette.” Diye düşünüp yol alırken yeni bir günün doğmasını hasretle bekleyecekti.  
 
İSMAİL ATEŞ
( Çoban İle Çocuk başlıklı yazı İSMAİL ATEŞ tarafından 24.10.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.