Kısaya yakın orta boylu, kasketli, bıyıklı, çelimsiz biriydi Şerif Usta.Duvarcı ustasıydı. Fethiye'ye bağlı Nif köyündendi.Günün birinde işletme şefine gelerek iş istemiş, yeni kurulmakta olan işletmenin bazı binalarını yapmakla görevlendirilmişti.
     Şerif Usta, çalışkan biriydi."Ör" dedikleri yerlerde duvarları örer; duvarlar yükselir, yükselir, yükselirdi.
     Haziran ayında yeni bir bina örmeye başlamıştı. Bina taştan olacak, harç olarak çamur kullanılacaktı. Yanına işçi olarak beni vermişlerdi. Görevim gerekli taşı bulup ustaya vermek;toprağı kazıp elemek,elenen topraktan çamur karıp zamanında ustaya yetiştirmekti.
     O yıl ortaokul birinci sınıfı okumuş, ikinci sınıfa geşmiştim. Babam madende çavuştu. İşletmede işçi alımı yasak olduğu halde salt babamın hatırına geçici işçi olarak işe alın-mıştım.Yevmiyem beşyüzelli kuruştu. Bu para o günlerde iyi paraydı.
     Çocuk olduğum için çalışmak benim için oyundu sanki.Taş, çamur taşıdığım el arabasını, sözde kamyon ya da otomobil kullanırmış gibi "Vıynn!..Düütt!.." diye kullanıyordum.
     Şerif Usta bu çocukça halime güler,
     "Haydi dalga geçmeyi bırak. Yoksa babana söylerim ha!.."  diye uyarırdı.
     Bu uyarı üzerine Şerif Usta'nın bir dediğini iki etmez; taşı zamanında verir, çamuru zamanında yetiştirir; ambardan bir alet mi gelecek, koşarak gider, kuş gibi kapıp gelir-dim. Koşarak iş yapmam diğer işçilerin pek hoşuna gitmez;
     "İşçi dediğin koşarak iş yapmaz. İş biterse nerede iş bulacağız? Yavaş, ağır adımlarla gidip geleceksin, hatta karşılaştığın işçilerle durup söyleşeceksin." derlerdi.
     O nların söylediklerine akıl sır erdiremezdim. Çünkü çalışma saatinde dalga geçmek, çalışmayı oyun gibi düşünen benim yapamayacağım bir davranıştı.
     Bir süre sonra bilmem yerleştirecek bir yer bulamadıklarından, bilmem bizi daha çok çalıştırmak için Koca Çavuş dediğimiz bir amcayı başımıza çavuş gönderdiler. Koca Ça-vuş  güçlü kuvvetli, iri kıyım, elli yaşlarında biriydi. Gözünün biri diğer gözüne göre  biraz büyükçeydi, dışa doğru pörtlekti. O göz için, koyun gözü, takma göz derlerdi, ama ne-dense takma göze benzemezdi; fıldır fıldır dönen, canlı, parlak bir gözdü.
     Çocuğu olmadığından beni severdi.
     Çavuş Amca, hiçbir işe karışmaz, yanımda durur, sürekli uyuklardı. Kimi zaman toprak kazdığım, taş çıkardığım çamlardan birinin altına uzanır, çocuk masallarındaki devler gibi bir gözü açık uyurdu. İş saatinde uyumasından rahatsız olur, kazdığım top-raktan çıkan taşları üstüne yuvarlardım.
     "Ulan kerata, senin yüzünden şurada rahatça uyuyamadım!.. Başımı yaracaksın!.." 
     Söylenerek kalkar, üstünün başının tozunu toprağını silkeler, silkelenir; bu kez uyu-yacağı  başka bir çamın altına, çalıştığım yerin üstüne gelir, dengelir, yatardı. Çalışmak benim için oyundu dedim ya; bu kez de Çavuş Amca'nın yattığı yerin altını kazar, onu kazdığım çukurun içine düşürürdüm.
     Herhalde yetkililer,"İşini bu denli seven ustaya, yaptığı işi oyun gibi severek yapan bu çocuğa çavuş gerekmez" diye düşünmüş olacaklar ki, bir süre sonra Koca Çavuş'u yanımızdan alıp başka bir yere gönderdiler.
     Şerif Usta, çalışmaya ara verdiğimizde bir kitapçıktan bölümler okur, okuduklarını bana da aktarırdı;
     "Bak çocuk, işçiler gün gelip örgütlenecek. Bu örgütün adına sendika deniyor. Her işyerinde bir sendika ve onların temsilcisi olacak. İşverenlerle işçiler arasındaki sorunları bu sendikacılar çözecek..."
     "Usta, o sorun dediklerin nelerdir?"
     "Ücretler, sosyal haklar, çalışma koşulları..." 
     "Şerif Usta,bu işsizlikte işçilerin,"Ben ücretimi beğenmiyorum, ücretimi artırın ya da çocuklarım için ilaç ve tedavi istiyorum, yıllık izin istiyorum..." diyeceklerini sanıyor musun?" dediğimde;
     "Dediğini bir tek işçi demeyecek, toplu sözleşme yapılacak. Uyuşmazlık halinde grev yapılacak..."
     "Grev dediğin ne Usta?"
     "İşçilerin çalıştıkları işyerinde topluca işi bırakmasıdır."
     "Peki, işçiler işi bırakınca, işverenin bir hakkı yok mu?.."
     "Aferim çocuk. Ne güzel ve yerinde sorular soruyorsun!.. Var tabii. Onun da Lokavt hakkı var. Yani işveren  koşulları yerine gerir, işçilerin topluca işine son verir." 
     "Aman Usta'm lokavt olmasın!..Kardeşimle ben okuyacağım. Sonra babam nerede iş bulacak. Bir de toplu şözleşme demiştin..."
     "Ha, evet. Sorunları ortadan kaldırmak, işçilerin çalışma koşullarını düzeltmek, ücret-ler için işverenle sendikacı aynı masanın çevresinde oturacak, tartışacak. İşçi işini yaptığı sürece işten atılmayacak, haksız işten çıkarılanlara tazminat ödenecek..."
     Anlattıklarını hayranlıkla dinler,
     "Şerif Usta, anlattıklarına göre sendikalı işçileri kimse işten atmayacak. İşletme şefi bundan böyle iş istemeye gelen köylüyü tokatlamayacak öyle mi?"
     "Aynen dediğin gibi olacak çocuk. Söylediklerin sendikanın olmadığı işyerlerinde karşılaşılacak çirkin davranışlardır. Sendikanın olduğu işyerlerinde işten atılmaymış, tokat vurmaymış...bunların hiçbiri olmayacak. Artık eski çamlar bardak oldu."
     Daha başka şeyler de anlatırdı, ama yaşım küçük olduğu için anlattıklarını çoğunu anlayamazdım.
 
     Bir gün,"İşletme müdürü geldi. İşçilerin tümü merkez binanın önünde toplanacak!.." diye bir haber geldi.Yeraltında, yerüstünde çalışan tüm işçiler merkez binanın önünde toplandık.
     Toplandığımız yerin karşısında, yüksekçe bir yerde başı paretli, elleri belinde, kısa boylu, şişman bir adam sinirli sinirli bir oaraya, bir buraya gidip geliyordu.Yanımdaki işçi;
     "İşte, işletme müdürü bu." dedi.
     O güne dek işletme müdürünü görmemiştim. Ne menem bir adamdır bilmiyordum. Yanında mühendisler, başmadenci, işletme şefi duruyor, onlara emirler yağdırıyordu. Nedense bu adama kızıyordum. Bize yakınlarımıza herhangi bir kötülük mü yaptı? Ha-yır...Yine de kızıyordum adama işte. Kalın simsiyah kaşlarını kaldırarak, sert bir yüz ifadesiyle yüksek sesle, bağıra çağıra, kavga eder gibi konuşuyordu.Yeni bir işletme olduklarını, yapılan üretimden memnun olmadığını belirtiyordu. Bir süre sonra konuşması iyice sertleşti, azarlar gibi konuşmaya başladı;
     "Kulağımıza gelenler doğruysa, kimi arkadaşlarımız işyerimizde sendika çalışması yapıyormuş. O arkadaşlar kimse şunu iyi bilsinler ki bu işyerinde sendikalaşmaya izin vermeyeceğim. Eğer yasal bir zorunlukluk sonunda sendikalaşma olursa, o da denetimi-mizdeki bir sendikaya evet diyeceğimi bilmenizi isterim. Bunun dışındaki tüm çabalar boşunadır. Bu konuda işçileri örgütlemeye çalışan arkadaşların sözleşmeleri bugün feshe-dilecektir..."
     İşletme müdürü daha sözünü bitirmemişti ki, işçiler arasından Şerif Usta'nın sesi du-yuldu. Sanki orta yerde bir top patlamıştı, İşletme müdürü, mühendisler, işletme şefi, başmadenci, işçiler sus pus, donup kalmıştı.
     "Beyefendi!.." diye başladı konuşmasına. Sonra diğer yetkilileri de dikkate alarak,
     "Beyefendiler!.." diye sürdürdü konuşmasını."Bu işletmede çalışanlar işçi mi, köle mi?
Sorumluları en şiddetli şekilde cezalandıracağız ne demek?..Falakaya mı yatıracaksınız?..İşkence mi yapacaksınız?.. Ne?..Ne?.."
     İşletme müdürü başmadencinin kulağına eğilip bir şeyler sordu. Herhalde kendisine böyle pervasızca soru sorma yürekliliğini gösterenin kim olduğunu sormuş olmalı. Çulsuz işçinin biri olduğunu öğrenmiş olacak ki şöyle ayakları üstünde yaylandı, biraz daha yük-seldi; avının üzerine atılmaya hazırlanan panter gibi yaylandı ve tüm hırçınlığıyla,
     "Seni kovuyorum!..Hemen şimdi, pılını pırtını topla, defol!.." diye bağırdı.
     "Koskoca bir işletmenin müdürüsünüz!.." dedi Şerif Usta."Size bu biçimde bağırıp çağırmak yakışıyor mu?..Siz kovmasanız da ben gidiyorum zaten. Böyle çağ-dışı uygulamaların sürdüğü, ,nsana, emeğe saygısı olmayanların yanında çalışamam...Ha, şunu da unutmayın sakın müdür bey!..Bugün burada sürü gibi gördüğünüz işçilerin kurt gör-müş gibi pustuklarına da bakmayın!..Çok yakında öyle harlayıp gürleyerek akacaklar ki, önlerinde duramayacaksınız!!.."
     Gözlerimde sinir ve duygudan biriken göz yaşlarımı gömleğimin yeniyle kuruladım. O andaki sessizlikten bir işçi olarak öyle etkilendim ki, yer yarılsaydı, yerin dibine geçmek isterdim. Benim de içinde bulunduğum duyarsız, duygusuz insan sürüsünün içinde ayakta durmak bile korkunçtu.
     Şerif Usta, kasketini siperini sertçe kaşlarına değin indirdi, yürüyüp gitti. Bir süre sonra hepimiz, yorganını rulo haline getirereksırtına almış,dağarcığını omzuna asmış, başı bulutlara değen Şerif Usta'nın arkasından  şaşkınlık ve hayranlıkla bakakaldık.
    
 
( Şerif Usta başlıklı yazı ali-kaya tarafından 6.10.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.