Kelimenin tam anlamıyla bir bataklığın içindeydim. Eskiden bitiş çizgisine varmak için yürürdüm, yavaş yavaş ve emin adımlarda yürürdüm. Bazen durup soluklanır ve yürümeye devam ederdim. Hiçbir zaman tam anlamıyla bırakmaz tam anlamıyla pes etmezdim. Her pes etmek istediğimde kendime bitiş çizgisini hatırlatırdım. O mükemmel bitiş çizgisinin hayaliyle yürürdüm hep. Önüme bakarak ve engelleri aşarak yürürdüm. Yorulursam dinlenirdim pes etmezdim. Böyle geçti yolumun büyük bir kısmı, yürüyerek. Ama bir gün koşabileceğimi fark ettim ve koşmayı denedim. Evet, bu yürümekten daha hızlıydı belki ama daha çok yoruluyordum. Ve dinlendiğimde hiçbir zaman eskisi kadar hızlı koşamıyordum. Bende dinlenmemeye başladım. Sonra önüme baktıkça yavaşladığımı fark ettim ve önüme de bakmamaya başladım. Yalnızca koşuyordum artık. Durmak yoktu, dinlenmek yoktu, önüne bakmak yoktu, düşünmek yoktu. Koşmak vardı sadece. Bir zaman sonra düşmeye başladım ama sorun etmedim kalkıyordum sonuçta. Zor ya da kolay, devam ediyordum bir şekilde sonuçta. Ama artık kalksam bile canım yanmaya başlamıştı düşmekten. Başta önemsemedim fakat her defasında bir öncekinden daha sert düşüyordum. Daha kötü bir halde kendimi yerde buluyordum. Zamanla ağlamaya başladım. Ama her bir gözyaşımı silerdim. Ağlamama izin vermezdim hiç. Fakat bir zaman sonra bu da beni yavaşlatmaya başlamıştı. Silmemeye başlamıştım gözyaşlarımı. Bırakıyordum ve akıyorlardı. Önemsemiyordum hiç. Nasıl olsa bitiş çizgisine vardığımda bir daha hiç ağlamayacağım diye avutuyordum kendimi hep. Sonra bir gün yine düştüm ama bu sefer yerde değildim. Bir bataklığın içiydi burası ve ben yüzmeyi bilmiyordum. Ben yürümeyi ve koşmayı bilirdim yalnızca. Ne bu bataklıktan çıkmayı ne de yüzmeyi öğretmişlerdi bana. Ben de çırpınmaya başladım. Ama fark ettim ki her çırpındığımda daha da batıyordum. Daha da çıkamayacağım bir hale sokuyordum kendimi. O yüzden çırpınmayı bıraktım. Oyun bitmişti ve ben kaybetmiştim… O bitiş çizgisini hiçbir zaman göremeyecektim. Hareketsiz bir şekilde batıyordum bataklığın en dibine doğru. Tam son nefesimi vermek üzereyken bir şey fark ettim. Bir kaya. Evet, küçük yosunlu bir kaya. Bu kayayı daha önce görmüştüm. Hem de defalarca. Birkaç defa yürüyerek geçmiştim yanından, birkaç defa koşarak, birkaç defa da düşmüştüm bu kayaya takılarak. Kimi zaman hiç görmemişim bile bu kayayı, kimi zaman bakmışım yalnızca, kimi zamansa hakaret etmişim bu kayaya, yosunları düşmeme sebep olduğu için. Sonra anladım ki aslında bir bitiş çizgisi uğruna hep aynı yerde dönüp durmuşum ben. Hep aynı yerlerden; farklı şekillerde, farklı düşüncelerle, ama aynı umutla geçip durmuşum. Anladım ki bu yolda bir bitiş çizgisi yokmuş. Sadece yol, bataklık, kaya ve umutlarım varmış. Artık bu bataklıktan kurtulmanın yolunu biliyordum. Zor da olsa kollarımdan birini bataklıktan çıkarmayı başardım ve kayaya tutundum. Başta yosunları yüzünden elim kaydı ve tekrar bataklığa girdi kolum. Ama pes etmedim, yine, yine ve yeniden, bıkmadan, usanmadan denedim. Sonra diğer kolumu da çıkardım, daha güçlü bir şekilde tutundum bu sefer kayaya. Ve kendimi yavaş yavaş kayanın yardımıyla dışarı doğru çekmeye başladım. İşe yaramıştı. Zor da olsa başarmıştım, artık bataklığın içinde değildim, kurtulmuştum oradan. Ama bataklığın çamuru hala üzerimdeydi. Ve uzun bir süre üzerimde kalmaya devam edecekti. O bataklıktan çıkmam çamurundan öyle kolay kurtulabileceğim anlamına gelmiyordu…

Ela Şentürk

25.03.2024

( Bataklık başlıklı yazı ela-senturk tarafından 25.03.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.