Ne Numara
Bandaj çözüldü ve ellerim zincirli,
ayaklarım / zincirde.
Ah! / ne / numara!
Üstümde ince kirli ve kan bulaşığı,
bir kat incecik pijama / çizgili.

Elime tutuşturulan bir dikdörtgen / teneke,
sicilimmiş güya.
Alt tarafı işte bir numara nasıl da hatırladım!
/ Dört bin beş yüz yetmiş sekiz numara.
Tutuşturdular göğsüme
kendi ellerimle / yorulmasınlar.

Çektiler kelaynaklar gibi / fotojenik, sakal uzamış,
saç sıfır numara / saçlarım.
Görmeyeceğim bir resimle,
ibret etmek için güya el aleme.

Yıl Dokuz Yüz Yetmiş İki,
mevsimin bitişi sonbahar / Kasım;
ayazın soğuğu ve kar taneleri,
bahçedeydi sanırım baraka hücreler
/ahşap çerçeveli demir kafes bir pencere.

Ziverbey Köşkü;(*)
Kadıköy’de bilmem kaç numara.
Kaç kez eklendi, kim bilir; bilmem kimlere kimlere,
teneke teneke / ne / numara.
Ah!  /ne / numara!

Ali Arslan
__________________________________________
(*) 30 yıl sonra  Ziverbey Köşkü'nde
Deniz Som/ Cumhuriyet Gazetesi /2001

Bir zamanlar plakalı ve plakasız arabalarla sivil giyinmiş subayların girip çıktığı, Zihni Paşa Köşkü'nün arazisine yapılan Ateş pare inşaatın yaptığı sitede bugün en az 100 aile yaşıyor ve giriş çıkış artık 'özel güvenlik' elemanlarının kontrolünde!
Zaman görecelidir, bağıldır; tek başına bir anlamı yoktur, bağılın varlığı başka bir şeye bağlıdır... Yaşam ise gerçektir... Mekân da öyle... Zamanı görece olmaktan çıkaran yaşamdır... Ne ki tüm yaşamlara ve yaşanılan mekânlara anlam kazandıran da zamandır... Başlangıcı ve sonu belli olmayan zaman içindeki tüm yaşamların bir başlangıcı vardır ve sonsuz değildir... Mekânların da öyle...
Ama kayıt düşülmüş yaşamlar ve mekânlar, yeni yaşamlar ve mekânlar var oldukça zamanın sonsuzluğunda varlığını sürdürecektir... Birer anı olarak... İyi ya da kötü... Güzel ya da çirkin... Tatlı ya da acı... Sıradan ya da sıra dışı...
Geriye dönüp bakınca zaman ne de çabuk geçiyor...
Aynen 12 Mart 1971 askeri darbesinin üzerinden tam 30 yıl geçmesi gibi...
İlginçtir, 12 Mart'ta yaşananlar bir mekânla anılıyor...
'Ziverbey Köşkü'gibi...
'Ziverbey Köşkü' kötülüğü ve çirkinliği ve acıyı ve sıra dışılığı çağrıştırıyor.
İstanbul'un Kadıköy’ünde insanların gözleri bağlı olarak getirildikleri ve götürüldükleri gözden ırak bir sokaktaki eski bir köşkün odalarında işkence altında yaşanan zaman, hiç kuşkusuz yaşandığı zamanda su gibi akıp gitmiyordu ve ucunda ölüm olduğu söylenen o günler, sonsuzluk kadar uzun bir zaman dilimine eşdeğerdi...
Demek ki zaman, yaşam ve mekânla görece olmaktan çıktığında bile görece kalabiliyor...
Aslında Zihni Paşa'nın köşkü 12 Mart'ta işkencelerin yapıldığı yere ''Ziverbey Köşkü'' denmişti...
Fakat ''Ziverbey Köşkü'', adını taşıdığı, Osmanlının Tirnakçızade Mustafa Ağasının torunu ve Sultan Abdülaziz 'in mabeyincisi Ziver Bey 'in köşkü değildi. Darbeciler adına işkencecilerin kullandığı köşk, Ziverbey Köşkü'nün birkaç kilometre ötesinde ve aynı yol üzerindeki 'Zihni Paşa Köşkü' ydü...
1911'de 73 yaşında ölen Mustafa Zihni Paşa, Sultan II. Abdülhamid 'in ticaret ve Nafia nazırıydı Şûrayı Devlet Reisliği yapmıştı ve Ziverbey'den Erenköy'e gidişte şimdiki adıyla Şemsettin Günaltay Caddesi o zamanki adıyla Merdiven Köyü Yolu üzerindeki üç beş sokaktan biri olan Tüccar başı Sokağı'nda otururdu. Çevrede Nadir Ağa 'nın çiftliği, Fatma Zehra Hanım 'ın dutluğu, sonradan Kâzım Karabekir Paşa 'nın satın aldığı Münif Tahir Paşa 'nın yaptırdığı Zürafali Köşk, Sokullu Abdülkerim Paşa 'nın köşkü, Kabasakal Mehmet Paşa 'nın köşkü ve köşklerin müştemilatları vardı...
Fatma Zehra Hanım ipekböceği yetiştirirdi ve Tüccar başı Sokağı'nın İç Erenköy Yolu'na açılan başında 1912'de yaptırdığı camiye bu yüzden ''Böcekli Cami'' denmişti... Fatma Zehra Hanım, bir yıl sonra öldüğünde ve caminin avlusuna gömüldüğünde vasiyetine uyup mezar taşına ''Diktiler başıma bir taş/ Gariptir cami cemaati az/ Ehli hayır taşıma bir Fatiha yaz'' yazmışlardı...
20. yüzyılın başında çevre öylesine boştu ki, 1902'de Zihni Paşa, adını verdiği camiyi alt sokaktaki Erenköy İstasyonu'nun yanı başına yaptırmıştı...
Zihni Paşa'dan sonra köşkte yaşayanlar, ''paşazade'' ydi... Cumhuriyet gelmişti ve köşkte eskisi gibi uşak kalmamıştı; kendi işini kendi yapmak durumunda kalan bir beyzadenin yaktığı ateş, ahşap köşkü sarmıştı...
Köşk onarıldı... Eskiden kalma lavabosunu, küvetini, armatürünü, mermerini, yanmayan birçok parçasını koruyarak kâgir büyük bir villaya dönüştü...
Bu arada Zihni Paşa'nın torunu Behin Hanım, ünlü karikatüristlerden Ratıp Tahir Burak 'la evlenmişti...
Ratıp Tahir Bey, Erduranlar ‘ın dostuydu ve Refik Erduran, Nâzım Hikmet 'in yurtdışına kaçışına yardımcı olduktan sonra 1953'te gözlerden uzak yaşayabileceği ve geniş ailesinin bir arada kala bileceği bir ev arıyordu; 21 odalı köşkten bozma villaya kiracı girdiler.
Birkaç yıl sonra çıktılar.
Behin Hanım, binayı yeniden kiraya verdi. Köşke 'askeriye' girdi
1961'de Süleymaniye'den kalkıp Tüccar başı Sokağına gelen ve baktığında denizdeki sandalları gören ve buharlı trenle bir otobüs dışında vasıta olmadığından Kadıköy'e gidiş gelişte yollarda perişan olan ve ''adımı sorma'' diyen bugün yaşı 70'in üstünde ve başında takkeyi andıran yün bereli ''amca'' nın söylediğine göre Zihni Paşa'nın köşkünde 'askeriye' vardı.
Herkes köşkün sahibi olarak ''askeriye'' yi bilirdi, çünkü köşkün kapısında her zaman iki asker bekler, içeri plakalı ve plakasız arabalarla sivil giyinmiş 'subay' lar girerdi.
Henüz köşkler yıkılmadığı ve yerlerine betonarme inşaatlar yapılmadığı için sakinliğini ve sessizliğini koruyan mahallenin parmakla sayılan ahalisi köşkte Milli İstihbarat Teşkilatı'nın çalıştığını, 'teşkilat' in bir yerde 10 yıldan fazla kalmadığı halde buradaki süresini çoktan aştığını bilir ama kimse kimseye bir şey söylemezdi.
Köşkün arazisi 10 dönümden fazla ve çepeçevre duvarlıydı, bahçesi ağaç doluydu, bahçenin arkasında bir güvercinlik vardı, bahçede ''nah böyle'' adamın yarı boyunda köpekler dolaşırdı, bahçe kapısının kanatları kırmızı tuğla ile örülü gösterişli pervazlardan açılırdı...
Yüksek duvarlı 'yasak' bahçenin içinde, ağaçların arasındaki binayı doğru dürüst gören olmamıştı; üç ya da dört katlıydı.
12 Mart darbesinin işkenceli sorguları bitip de yaşam görece normale döndüğünde İlhan Selçuk, işkencecileri ve destekleyicilerini, ifadesindeki sözcüklerin üçüncü harfine gizleyerek 'akrostiş' le açığa çıkartmış ve mekânın adını kısaca ' Ziverbey Köşkü' koymuştu...
İnsanların gözleri bağlı getirilip götürüldüğü işkence hanenin izini sürmek ve 'Zihni Paşa Köşkü' olduğunu bulmak ise Talat Turhan 'a düşmüştü...
Behin Hanım henüz ölmemişti...
Refik Erduran, 'Sultan' diye hitap ettiği Zihni Paşa'nın torununa sorduğunda ''Bilsem kiraya verir miydim, zaten araya başkaları girmişti'' yanıtını almıştı.
Belki, Türkiye'yi Ankara'dan yönetenlerin bile haberi yoktu bu tarihi köşkün bir işkence merkezine dönüştürüldüğünden...
Çünkü Talat Turhan, kendilerine ''Ergenekon'' diyen bir ekibin doğrudan Washington'daki ABD Savunma Bakanlığı Pentagon'la bağlantılı çalıştığı bilgisine ulaşmıştı sonradan...
Köşk de bir Artvinliye satılmıştı. . İstanbul hızla değişiyordu... Bütün köşkler, betonarme bloklara dönüştürülmek üzere yıkılıyordu...
Köşk yıkıldı; site oldu. Önce yıkılan köşkler, arazilerinden yer vererek yeni sokakların açılmasını sağlıyordu...
Tüccar başı Sokağı'na yeni sokaklar açılıyordu... Birkaç yıl önce Zihni Paşa Köşkü de yıkıldı.
12 Mart'ın üzerinden 30 yıl geçtiğinde geriye onarılarak korunmuş güvercinlik, bahçede kesilmemiş üç-beş çam ağacı, kırmızı tuğla örgülü bahçe kapısı girişi, bir taraflarında yıkık bahçe duvarları ve kuyunun tulumbasını çalıştırmak için yapılmış demir yel değirmeninin enkazı kalmıştı.
Araziye ''Ateş pare Erenköy Sitesi'' yerleşmişti...
14 katlı iki blokta 56 daire, yandaki daha alçak bloklarla en az 100 daire... Bahçedeki inşaat(lar) henüz bitmiş değil...
Zaman, başka bir dilimde ve başka yaşamlara eşlik ediyor artık...
Köşkten geriye bir de bloklardan birinin alt katındaki ''Köşk İskender Kebap ve Lahmacun'' dükkânı kalmış.
Fakat, nedendir bilinmez ''Köşk Kebapçısı'' kapanmış... Kapıda yine 'nöbetçi' var!
Dükkânlardan biri ''Rönesans Kuaförü'' olmuş... Rönesans, orta çağ karanlığından çıkışın yoluydu... Aydınlanma yolunun başlangıcı.
İşkence orta çağın mirasıydı; zamanın görecesinde mekânın bir yanıyla da ''Rönesans'' a dönüşmesi yaşamın cilvesi olmalı!..
Ancak ''Reform'' un zamanı henüz gelmiş değil... Dükkânlardan biri ''Gaye Vakfı'' nın mekânı ve vakıf ''önce ilim ve ebet'' diyor...
Eski köşkün yeni kapısında yirmi dört saat yine ''nöbetçi'' var; bu kez ''özel güvenlik'' kokartlı... Yetkisi var, ''yabancı'' yı bahçeye sokmaz... Öyle sokakta durup eskiden kalmış bahçe kapısının fotoğrafını çeken olursa hesap sorar... Ne de olsa ekmek parası...
Zaman görecelidir... Yaşam ise gerçek... Mekân da öyle...
Yaşamlar tabii ki biter, mekânlar ne kadar korunsa da zamanın sonsuzluğunda bir gün yıkılı ama bir kayıt düşüldükten sonra her yaşam ve her mekân yarına bir iz bırakır...
Tüccar başı Sokağı'nda bugün birkaç okul birden var... Çocuklar cıvıl cıvıl...
Onlar ''Ziverbey Köşkü'' nü bilmiyorlar... Şimdi bilmesinler de... Ama bir gün eski yaşam ve mekânları araştırmaları gerektiğinde gerçeği öğrenecekler...
Çünkü zamana kayıt düşüldü...
Mekânın sahte dekorları içinde ellerine tutuşturulan senaryoyla yaşam oyununa katılan figüranlar ise zamanla beraber yitip gitmekte
( Ne Numara başlıklı yazı Ali Arslan tarafından 24.03.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.