M. NİHAT MALKOÇ

 

            Bir taşla duvar olmaz demiş atalarımız.

Birlik güneşiyle aydınlandı gönül mahzenlerimiz. Ayrılık zehrine panzehir oldu bizi ortak paydada buluşturan duru hissiyat… Rüyalarda unuttuğumuz kırık dökük umutlar, kuşluk vakitlerinde uyandılar bizimle. Ana arının marifetiyle çift çift oğul verdi dağların ardına düşen peteklerimiz. Ballar balını bulduktan sonra kovanımız yağma olsa da ne gam!… Birlik ve beraberlik bahçesinde halka olduk;  halaylar, horonlar ve barlar çiçek açtı peşi sıra...

 Bir taşla duvar olmaz demiş atalarımız… Kum taneleri tek başına bir işe yaramasa da bir araya gelince görkemli yüksek binalara dönüşürler. Birlik öyle tılsımlı bir şeydir işte. Parçalar onunla bütünleşir. Yarım yanlarımızı onunla tamamlarız. Birlikten kuvvet doğar en güçsüz anlarımızda bile. El ele verince koca kayalar oynar yerinden. Gönüllerimizi imar eden mukaddes davalar, birleşen güçlerin tazyikiyle daha da büyür ve serpilirler.

Varlık, birliğe delildir. Birlik, kâinatın yüce yaratıcısı olan Bir’in kullarından özellikle istediği, onun ‘Habibim’ dediği nur yüzlü Gül’ün, uğruna varlığını adadığı, türlü bedeller ödediği renkli ve ahenkli bir kavramdır. Azgın dalgaların önünde, ancak onun hücrelerimizi çelikleştiren rüzgârıyla ayakta kalabiliriz. O ki şefkatli bir bulut olup bizi güneşin kavurucu sıcağından korur. Bütün engeller sağa sola kaçışarak meydanı irade sahiplerine terk eder.

Birlik olmasa yürek tarlalarımız çoraklaşır; Kevser hükmündeki pınarlarımız akmaz olur. Birlik bizi daima iri ve diri tutar. Çöllerde açan umut çiçeğidir birlik… Sis bulutlarının ufku kuşattığı demlerde şefkatli bir anne gibi okşar dağınık saçlarımızı. O ki gül kokusunu taşır iklimimize. Ruh darlığını genişletir, tutsak duygulara kapı aralar, yenik yanlarımıza zafer muştular. Onunla ceylanlar bile aslan kesilir dağların uçsuz bucaksız ıssızlığında.

Kaderine terk edilmiş yalnız ağacın dramını yaşamaktansa ormanlar gibi bir ve beraber kardeşçesine huzur ve sükûn içerisinde ömür sürmeliyiz. Birlik uğrunda ne kaybedersek aslında hepsi de kazanç hanesine yazılır. Zira mukaddes yoldaki yitiklerimiz kazançlarımızdır Hakk katında. Yüreklerimize ayrılığın buz gibi sızısı işlerken, birlik tezgâhlarında dokuduğumuz rengârenk gelecekler ruhumuzu sarıp sarmalar, gönül telimizi oynatır. Saksıdaki boynu bükük menekşelerin yapraklarına bile can ve heyecan gelir.

 

Bahardır birlik nimeti, hazandır ayrılık gayrılık illeti...

Hakikat yolunun yolcularıyla birlik ve beraberlik içerisinde yol arkadaşı olmak hem kul, hem de insan olmanın en tabiî gereğidir. Yalnızlığa tutunanlar, dalda asılı kalan eğreti sonbahar yaprakları gibidir. Hafif bir rüzgâr bile onları yere düşürmeye muktedirdir. Bahardır birlik nimeti, hazandır ayrılık gayrilik illeti… Sürgünümüz olur birlik limanlarından uzak düşmek… Ayrılıklarla birlikte kapkara yazgılar çöreklenir gönül pervazlarımıza. Birlik bizi büyütür, yalnızlıkların sızısını dindirir, ayrılıklarsa dağıtır, un ufak eder gönül mülkünü…

Fitne, fesat ve şer tohumları ekilen topraklarda dostluk ve barış çiçekleri açmaz hiçbir zaman. Karanlıkları karanlıklar örtmez, aksine daha da koyulaştırır. Gönlün yamaçlarına ayazlar düşende birlik güneşiyle ısıtırız gönül göğümüzü. Nefretlerin, ayrılıkların, dağınıklıkların ateşinden kaçar, dostluk ve birlik ağacının ruhu serinleten gölgesine sığınırız. Birlik ve beraberlik duyguları kemâle ermişse yitik umutların enkazında bile sağduyu çiçekleri açar. Gölgelerin kanadına yüklediğimiz huzur, gölgenin ömrü kadar olur ancak…

Benliğimize damgasını vuran, kırışık alnımızda gece dolunay gibi, gündüz güneş gibi parlayan bin yıllık inançlarımız ve geleneklerimiz bizi birlik ve beraberliğe, her halükârda kenetlenmeye zorluyor. İman kaleleri bu hissiyatla muhkem kalıyor. “Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.” (Tevbe Suresi, 119) ayeti inananlara, gidecekleri hakikat yolunun adresini de veriyor. Adresini şaşıranların, bütün emeklere rağmen istikamet bulması ne kadar hayalden ibaretse birlik güzergâhından sapanların güçlü kalması, doğru menzillere varması da o derece muhaldir. Öyleyse ruhumuzun tutsaklığına irademizle karşı çıkıp sağduyu çeşmesinden dolduralım boşalan kaplarımızı. Zemheri vurgunları yememek için baharlar saklayalım gönlümüzün en mahrem derinliklerinde. Kartallar kadar yüksekten uçalım ama konacağımız yeri de önceden hesaba katalım.

 

İnanç ve kültür farklılıkları kavgaları beslememeli hiçbir zaman…

Günümüzde Müslümanların bölünmüşlüğü ve parçalanmışlığı sağduyu ve inanç sahibi bütün yürekleri elemlerle dolduruyor. Gönül bahçelerimize fitne tohumları ekenlerin planlarını bozmak yerine, onlarla sarmaş dolaş gezmemiz ya irade zafiyetinden, ya da kalp körlüğündendir. Oysa Resulullah’ın da belirttiği gibi “Müslümanlar kardeştir”. Bu kardeşlik soyca kardeşlikten ötedir. İslâm kardeşliği birbirimizin noksanlarını ikmal etmemizi zorunlu kılar. Müslümanları bir vücut olarak görür Efendimiz. Bir azanın rahatsızlığından bütün vücut nasıl acı duyarsa öyle de bir müminin sıkıntısı hepimizin sıkıntısı olarak görülmelidir. Uçurumun eşiğindeki kardeşini kurtarmak için yuvarlanmayı göze alamayanların yaşamasının da bir anlamı ve önemi yoktur. Oysa birlik fırçasıyla ruhunun kirlerini silenler, bir dağ gibi diri, iri ve görkemli kalırlar. Onların heybetinden tüm yollar selâm durur hakikat yolcularına.

            Gecelerin karanlığını yırtan keskin bir kılıçtır birliğin tılsımı. O ki bizi zehirli örümcek ağlarına dolanmaktan kurtarır. Bozkırın koynunda yemyeşil hayallere daldırır nasırlaşan yüreğimizi. Gökyüzünün maviliğini yorgan yaparız düşlerimize. Dolunayın ışığıyla örteriz karanlık yanlarımızı. Çatlamış dudaklarımızın ayağına gelir buz gibi pınarlar. Öyle de savaşlar ve kavgalar çile doğuran ve acıları emziren barut yüzlü annedir. Onlar ıstırap ve gözyaşı salgılarlar huzura en çok ihtiyaç duyduğumuz müstesna zaman dilimlerinde.

            İnanç ve kültür farklılıkları kavgaları beslememeli hiçbir zaman… Zenginlik sayılmalı… Savaşın kanlı pençelerinde aranmamalı barış ve huzur… Bu, ateşle barutun öpüşmesi kadar abes bir hâldir. Ocakları tarumar eyleyen kin ve nefret ateşi, barış ve dostluk pınarlarından aldığımız suyla söndürülmelidir. Kan birikintileri kanla temizlenmemelidir. Her şey suyun saflığına ve duruluğuna teslim edilmelidir. Tarihteki kanlı sayfalar yırtıp atılmalıdır veya ibret olsun diye müzelere kaldırılmalıdır. İnsanlık ortak paydada birleşip bir ve beraber olmalıdır. Bütün insanlık gönül kabını sevgi ve birlik çeşmesinden doldurmalıdır.

            Sular tersine akıtılmaya çalışıldığında hayatın ışığı sönmüş demektir. Balıktan kavağa çıkması beklenmemelidir. Beşinci mevsim, on üçüncü ay, sekizinci gün, yirmi beşinci saat peşinde koşmak ne kadar abesse; birliği bozarak huzuru ummak da o derece abestir. Günümüzde ne yazık ki değerlerde büyük kopmalar ve kaymalar yaşanıyor. İki yanlıştan bir doğru çıkarabileceğini umanların işgal ettiği bir gökyüzünün altında, mevcut huzurumuzun kaçması yadırganacak bir durum değildir. Böyle bir ortamda alnımızı buz gibi taşlara değdirip düşünmekten, çıkar yol aramaktan başka da yapılacak fazla bir şey yok herhalde.

 

            Paylaşmak sadece maddî varlıklarla sınırlı değildir.

            İnsanlığın geçmişten getirdiği öz benliğini dirhem dirhem yaşadığı, değerlerin ve değerlilerin elimizden kayıp gittiği bir zamanda ve mekânda bizi bize bağlayacak ve ruhumuzu diri tutacak birlik, beraberlik ve sevgi çimentosu daha bir önem kazanıyor. Musallaya başımızı değdirmeden, pişmanlık çizgisi geçilmeden uyanmalı, silkinmeli, titreyip kendimize dönmeliyiz. Aksi halde erdem öykülerine ‘bir varmış bir yokmuş’ tekerlemesiyle başlamak zorunda kalacağız. Zira bu durumda erdem elini ayağını çekecek mahallemizden.

            Varlıkla yokluğun ince çizgisinde, varlıktan aldığı güçle ayakta duran insanoğlu birliğin ve beraberliğin eteklerine yapışmakla selâmet sahiline çıkacaktır. Bizi ancak insanî duygular kurtaracaktır. Kirpiklerimizin nemini ve ıslaklığını sağduyulu davranışlar bertaraf edecektir. Kanayan yaralara birlik ve beraberlik merhem olacaktır. Gönüllerimiz ondan aldığı güçle yükseklere havalanacak, zirveler ve tepeler daimi ikametgâhımız olacaktır. Böylelikle eziklikten, ruh çalkantılarından ve buhranlardan azade, gönül huzuru içerisinde geleceğe yol alacağız. Bu da hayata sımsıkı sarılmamızı beraberinde getirecek, verimimizi yükseltecektir.

            Hayat paylaşmakla anlamını bulur. Paylaşmak sadece maddî varlıklarla sınırlı değildir. Gönül huzuru bile paylaşıldıkça artar. Sevgide, saygıda ve hoşgörüde bencillik ve cimrilik edenler bu duyguları çabuk tüketeceklerdir. İnsan tek başına ihtiyaçlarını gideremez. Hepimiz birbirimize muhtacız. Bu anlayıştan yola çıkarak paylaşmayı davranış haline dönüştürmeliyiz. Mutlulukların paylaşıldıkça arttığını, acıların ise paylaşıldıkça azaldığını söyler dururuz da iş uygulamaya gelince nedense çark ederiz. Güzel ve aydınlık bir dünya için güç birliğine, birlik ve beraberliğe bugün dünden daha çok ihtiyacımız vardır. Güzellikler birliğin meyveleridir.

( Birlik Çeşmesinin Duru Pınarı başlıklı yazı M.Nihat Malkoç tarafından 16.03.2024 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.